Asıl soykırımcı ABD
Önce vatanlarını işgal ettiler, sonra 350 yılda 70 milyondan fazla Kızılderiliyi katlettiler
Amerika diyor ki, “Türkler Ermenilere soykırım yapmıştır.”
Hatırlayacaksınız, bugüne kadar sözde “soykırım”ın yapıldığı tarih hep 24 Nisan 1915 olarak kabul ediliyordu. Şimdi bu sözde “soykırım”ın tarihi 1923 yılına, yani Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluş tarihine kadar genişletildi, böylece Amerika, sadece Osmanlı Devleti’ni değil, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni ve dolayısıyla Atatürk’ü de soykırımcı ilan etmiş oldular.
70 milyon Kızılderiliyi sanki onlar katletmemiş. Neredeyse kendi yaptıkları Kızılderili katliamlarını da Ergenekon’un üzerine yıkacaklar. Böylesine iğrenç bir tezgahı Türkiye’de işbirlikçileri eliyle uyguluyorlar da buna bir itirazımız olmuyor.
5 dolara kelle
Tarih boyunca kendisine ait olmayan coğrafyalar üzerinde sayısız katliamlar yapan ABD, kendi kanlı tarihini unutturmaya çalışıyor.
Kristof Kolomb’un 1492 tarihinde Amerika’yı keşfinden sonra, Avrupalılar, ateşli silahı tanımayan, ellerinde mızraklarından başkaca bir silahı olmayan Kızılderililerin yaşadığı zengin Amerikan topraklarına akın etmişlerdi. Kızılderililer, Avrupalıların elinde bulunan ateşli silahlara yenildiler ve vatanlarını istilacılara kaptırdılar. 1500’lü yıllarda başlayan Kızılderili katliamı, 1886 yılına kadar acımasızca sürdürüldü, yaklaşık 350 yıllık bu sürede 70 milyondan fazla Kızılderili katledilmişti.
ABD’nin resmi devlet politikası olan Kızılderili soykırımı, Hitler dönemi Almanyası’nda Yahudilere karşı uygulanan soykırımdan çok daha büyük bir soykırımdı. ABD’nin resmi makamları, Kızılderili kellesi getiren herkese kelle başına 5 dolar ödüyordu ve resmen bir Kızılderili avı başlatılmıştı. Devlete ait binaların bodrumları, Kızılderili kafataslarıyla dolup taşmıştı.
Kobay yaptılar
İlk biyolojik silahı da Amerika’ya göç etmiş Avrupalılar Kızılderililer üzerinde denemişlerdi. Öldürülmemiş olup da verimsiz çöllere veya bataklık topraklara doğru sürülen Kızılderililere güya yardım olarak dağıtılan battaniyelere çiçek mikrobu bulaştırılarak çok sayıda Kızılderilinin ölmesi bilinçli bir şekilde gerçekleştirilmişti.
Bu katliamlardan yaralı olarak kurtulan Louise, Kızılderililerin uğradıkları katliamları anlatırken, “kaçmaya çalıştık ama, yaban sığırı avlar gibi bir bir vurdular bizi” demektedir.
Bartolome De Las Casas (1474-1566), ”Kızılderili katliamı“ adlı kitabında bizzat tanık olduğu Kızılderili katliamını şöyle anlatmaktadır:
”Sırf eğlence olsun diye, kadın erkek demeden kıtanın asıl yerlisi Kızılderililerin ellerini, burunlarını ve kulaklarını kesip kopardıklarını ve bunun Kızılderililere her rastlandığı yerde tekrarlandığını kendi gözlerimle gördüm. Memeden kesilmemiş bebekleri annelerinin göğüslerinden alarak onları en uzağa fırlatma konusunda birbirleriyle yarışırken bunu bir eğlence havasına sokuyorlardı. “
O dönemde dünya nüfusunun 5’te birini oluşturan Kızılderililer, uğradıkları soykırım sonucu bugün tarihten silinmek üzeredirler. Kendisini Kızılderililere soykırım yapmış olmakla suçlayanlara Amerika, ”sonuna kadar öldürmedikçe soykırım sayılmaz“ yanıtını vererek küstahlığı en üst seviyeye çıkarmaktadır.
Amerika, Kızılderililere uyguladığı soykırımı, 1970-1971 ve 1972 yıllarında Vietnam’da da uygulamıştı. Şimdilerde aynı soykırımı Irak’ta ve Afganistan’da uyguladığını görüyoruz.
Ebu Garip’i unutmayın
Amerikan işgal birliklerince tutuklanıp Ebu Garip Cezaevi’ne konulan Iraklı Nur’un cezaevinde yazıp ziyaretçileri ile gizlice dışarı çıkarmayı başardığı, ajanslara da ulaştırılan 10 Nisan 2004 tarihli mektubunun bir bölümüne hep birlikte bakalım. Nur, bu mektubunda insanlık alemine şöyle sesleniyordu:
”Ey vicdanlarında zerre kadar insanlık, haysiyet, onur, namus duygusu olanlar! Buraya saldırın, bizleri ve burayı korumakta olan Amerikan köpeklerini öldürün. Biz ölüme çoktan razıyız. Amerikan köpekleri hepimize tecavüz ediyorlar ve çoğumuz hamileyiz. Karnımızda taşıdığımız bu piçleri doğurmak istemiyoruz. Öldürün bizleri ve onları. “
Diyorum ki, Türkiye Büyük Millet Meclisi denilen kurum, Amerika’nın Kızılderililere uyguladığı soykırımı belgelemeli, gündemine alıp görüşmeli, gerçeği bütün dünyaya açıklayarak Amerika’yı soykırımcı ilan etmeli ve bunu yasalaştırmalıdır. Haydi TBMM, harekete geç ve tarihe bir ışık tut. * Sefer Çetinkaya
++++++
Sevr ve Lozan haritalarını kıyaslayın
Sevr uygulandı mı uygulanmadı mı? Kimilerine göre uygulanmadı, kimine göre de uygulandı! Bize göre de uygulandı!
Neden mi? Sevr antlaşması “meclis ve padişahın onayından geçmedi” diye uygulanmadığı iddia ediliyor; bu, doğru değil, şöyle ki; imzadan hemen sonra, 12 Eylül de, İzmir resmen ve törenle Yunanlıların yönetimine devredildi, bu bir. Kapitülasyonlar yeniden yaygınlaştırıldı, bu iki. Posta-telgraf idaresi, İstanbul sular idaresi, Devlet Demir Yolları yabancıların elinde kalmaya devam etti, bu üç.
Osmanlı idaresi dışarıdaki memurların maaşını ödüyordu, o da kesildi, bu dört.
Ordu dağıtıldı, silahlar teslim edildi, bu da beş... Daha pek çok benzer şeyler...
Sevr uygulanmadı da daha ne olsun ki?
Neymiş, padişah imzalamamış!
İmzalayacak hali yoktu ki; çünkü Osmanlı meclisi kapatılmıştı, mebuslar Malta’ya sürülmüştü... Ardından Anadolu’da kutsal mücadele başladı; İstiklal Savaşıyla emperyalistlerin hevesleri kursaklarında kaldı...
Şimdilerde Türkiye üzerinde oynanan oyunları iyi görmek ve anlamak için, çok basit bir önerim olacaktır; Sevr ile Lozan’ın farkını iyi anlamak için, her iki antlaşmanın sonucunu yansıtan haritaları yan yana koyup kıyaslamak ve düşünmek... O zaman, eğer kalemler ve beyinler uşaklık mukavelesi imzalamamış ise, gerçeği görebileceklerdir... O zaman düşmanın nereden geldiği bilinir, Atatürk’ün ve İstiklal Savaşının kıymeti daha iyi anlaşılır...
* Prof. Dr. Ramazan Demir
++++++
Bir tezim var: Tersten komplo
1. Belgenin aslı bulunduğu halde kamuoyuna ve basına ilk olarak fotokopisi servis edildi. Bu yolla kafalarda şüphe uyandırıldı.
2. Kamuoyundan tepki yükseldiği halde aylarca orijinal belge ortaya çıkarılmadı. Belgenin sahte olduğuna olan inancın daha da sağlamlaşması beklendi.
3. Ilıcak gibi gazeteciler ve Arınç gibiler bu belge söz konusu olduğunda kendilerinden çok emin biçimde sürekli belgenin doğruluğunu savunuyorlardı, görün bakın daha neler çıkacak diyorlardı. Kafalarında hiç şüphe yoktu, hatta yargılamanın, kriminal vs. incelemelerinin sonucunu bile beklemeye gerek duymadılar. Çünkü, belgenin aslının olduğunu, gerçek olduğunu en başından beri biliyorlardı, nasıl mı?
4. Belgenin o avukatın bürosundaki aramalarda ele geçirildiğini gösteren kamera kaydı birkaç gün önce yayınlandı zannediyorum. Madem kamera kaydı bile vardı neden bugüne kadar beklendi, servis edilmedi.
Bana göre, bu komployu düzenleyenlerin tek amacı TSK, Başbuğ, muhalefet (özellikle Baykal), gazetecilerin belgeye şüpheyle yaklaşmalarını, itiraz etmelerini sağlamaktı. Zamanı geldiğinde de gerçek (kesin olmamakla birlikte) belge ve kanıtları ortaya koyup, güvenilirlik ve itibarlarını yerle bir etmeyi planladılar.
Bence başarıya da ulaştılar. Şimdiki durumda Tarafın ve AKP zihniyetinin ortaya attığı her iddia doğru kabul edilecek (ıslak imzalı belge olayı referans alınarak), orduya şüpheyle yaklaşılacak ve operasyonlarını tam gaz sürdürmelerinin zemini hazırlanmış olacak.
Yani tam bir psikolojik operasyon.
* Orhan Yağmur
++++++
Yalanı oylama yalanını izledik
Bahar, Washington’da Ermeni yalanını Kongrede oylamakla başlar. Bu bir Amerikan geleneğidir. Türk halkının artık zerre kadar önem vermediği bu olaya medyamız bu sene de müthiş ilgi gösterdi. Hatta bazı televizyon kanalları hızlarını alamayıp canlı yayın bile yaptı. Tanrı akıl fikir versin...
Türk medyası Türk halkı kadar ”büyük “olabilseydi eğer, yaptıklarının ne kadar” küçük“ olduğunu anlardı.
ABD kongre kararlarına artık pek önem vermeyen sadece Türk halkı değil. Kendi halkı da aynı duygular içinde. J.Stieglitz şöyle der: ”ABD demokrasisinde para konuşur. Burada her kongre üyesi başına beş lobici düşer“ ABD’li yazar Gore Vidal da kendisine niçin siyasete girmediği sorulunca şöyle cevap vermişti televizyonda: ”Tanrı korusun. Orada tek yaptığın, sana telefonda fısıldananlar doğrultusunda alınacak kararlara ’Evet’ veya ’Hayır’ demektir”
İşte işin özü budur.
Artık dünyamızda yalan norm oldu. Böylesi bir ortamda yalancısını bırakıp gerçek sorunlarımıza odaklanmalıyız. Bütün oyun Türkiye’ye pusulasını şaşırtmak ve dünya haritasının doğusundaki muhteşem zenginliklerden ülkemizi uzak tutmaktır. Türkiye batıya baka baka şası olurken, Batı’nın kendisi Asya’da cirit atıyor.Türkiye artık oyundaki YENİ YERİNİ almalı ve güneşin doğduğu yere bakmalıdır.
ABD Kongresindeki “Yalanı Oylama Yalanı”, sonunda , böyle hayırlı bir yön ayarlamasına sebep olabilir. Zaten bir musibet bin nasihatten iyidir.
* Duygu Yelbaşı
++++++
NATO mensubu ülkeler arasındaki en büyük orduya ABD sahip bilirdik yanılmışız!
İşsizler ordusuna yeni katılımlarla, Türkiye Çin’den sonra dünyada 2. büyük orduya sahip ülke. Durmak yok kalkınmaya devam...
* Engin Balım
++++++
GÜNÜN SORUSU
Çankaya’daki üçlü zirvede, kurumlar arası bozulan ahengin pansumanı yapılıyormuş ne dersin?
-Boşuna uğraş, ölüye serum takmaya benzer.
* Turan Kırılmazoğlu
++++++
Kaybolma noktası
Hiç bir ülkede siyasetin devlet kanunlarından üstün olduğu görülmemiştir. İzlenen yol, meşru ve akla uygun bir yol değildir. İmar izinleri belediyelere verildi ve siyasilere rant yolları açıldı. İhale kanunlarıyla fesat yolları kullanılabilir hale geldi.
Tarih sayfalarına bakarak durum oldukça basit bir şekilde çözümlenebilir aslında. Medya bile aynı davranıyor mütareke yıllarındaymışız gibi. Olduğumuz yerin kaybolduğumuz yer olmamasını temenni ediyorum.
* Coşkun Uslu
++++++
İntikam insan olma erdemlerini yok ediyor
İnsanı insan yapan ve özellikle diğer canlılardan ayıran pekçok hasletin yanında üç önemli haslet vardır ki, söz etmeden geçmek olmaz. Akıl, izan ve de vicdan!...
Akıl, usdur, şuurdur. Düşünceyi kurar, kurgular, analizini ve sentezini yapar. İzan, anlayıştır, ferasettir, aklın ortaya koyduğu şuurun zeka ile bağlantısını sağlayan unsurdur. İnsani bir değer olan hoşgörü kavramı da bu bağlantının içinde değerlendirilir... Vicdan, izan süzgecinden geçirilmiş aklın bulgularını hükme bağlayan insani en üst kurumdur.
Görüldüğü gibi, akıl izan ve vicdan, insani boyutaki yasama, yürütme ve yargının ta kendisidir.
Peki, akıl, izan ve vicdan arasındaki uyumlu organizasyon bozulursa ne olu?
Bu üçlü erdemin, uyumsal dayanağından yoksun bırakıldığı durumlarda, bünye orman kanunlarının hakimiyetine teslim edilmiş olur. Küllenmeye yüz tutmuş, köşede bucakta kalmış fırsat kollayan kin, nefret ve intikam duyguları durumdan cesaret alıp eylem kazanır. İş bu noktaya ulaştığında, zaman, geçmişte alınamamış öclerin hesaplarının sorulma zamanıdır. Kaybettiklerini geri alma zamanıdır. Geçmişle hesaplaşma zamanıdır, geçmişin torunları olarak, bugünün torunlarından hesap sorma zamanıdır. Bu yüzden dileriz ki insanlık kendi yasama, yürütme ve yargı kurumlarından, yani, akıl, izan ve vicdandan mahrum bırakılmasın.
Ülkemizde; bir devleti devlet yapan, onu devlet olarak çalıştıran, geleceğe aktaran, bayrağının altında topladığı vatandaşlarının sadece bugününü değil, yarınlarının da garantorlüğününün teminatı olan kurumları arasındaki uyumsuzluk görmezlikten geline bilinir mi?
* Mehmet Halil Arık / Denizli
++++++
Hafıza kaybı
Yandaş medya her 28 Şubat’ta döktürür de döktürür. Din istismarcıları o kanal senin bu kanal benim dolaşır dururlar.
Sincan’da tankları kim yürüttü. “Demokrasiye balans ayarı yaptık” diyen paşa kimdi? YÖK başkanına emir verip İmam Hatip Lisesi öğrencilerinin önünü kesen kimdi? Örnekleri yüzlerce kere çogaltabilirsiniz. Bu soruların karşılığında tek bir cevap çıkıyor karşımıza değil mi? Hani Başbakanımız Yahudi JİNSA kuruluşundan “Cesaret Madalyası” alırken yanında olan 28 Şubat’ın kudretli generali Çevik Bir Paşa. Allah aşkına bu anlı şanlı konuşmacılarımızın bir kere bile Çevik Bir’den bahsettiklerini duydunuz mu?
* Av. Selahattin Sekban / Trabzon
++++++
MİNİ YORUM
Başkasına akıl vereceğine...
Diyarbakır’da yaşananları görünce, şeytan dürtüyor, insan sormadan edemiyor: Emniyet Müdür Yardımcısı, provokatif yayınlarıyla var olan Taraf’a köşe yazıp, TSK’ya görevini öğreteceğine, kendi görev ve sorumluluklarına, hele ki, yaşananları herkesin önceden kestirebildiği bu maç öncesinde, biraz daha fazla zaman ve özen ayırsa, sonuç farklı olur muydu acaba? Kolluk kuvvetlerinin Taraf ile değil TSK ile işbirliği yaptığını, bilmesi bile caydırıcı olurdu belki...