Asgari ücret resmi yoksulluk sınırının 291 lira altında kaldı
Yeni asgari ücrete göre, 2011 yılı ilk altı ayında evli ve iki çocuklu bir ailenin eline geçen ayda net 659.83 lira olacaktır. TÜİK, 2008 yılında, 4 kişilik hanenin aylık yoksulluk sınırını 767 YTL olarak tahmin etmiştir. Bu yoksulluk sınırını enflasyona göre düzeltirsek, 2011 yılında 951 liraya çıkmış oluyor. (2008 Haziran-2011 Haziran arasında gerçekleşen ve tahmin edilen TÜFE artışı yüzde 24’tür.) Büyüme ve refah payını katmazsak ve yoksulluk sınırını yalnızca enflasyona göre artırsak bile, 2011’in ilk yarısında 4 kişilik bir ailenin yoksulluk sınırı 951 lira oluyor.
TÜİK, devletin resmi kurumudur. Hükümet, asgari ücret düzeyini bu resmi kurumun hesapladığı yoksulluk sınırının, 291 lira daha altında tutmuştur. Yani Hükümet asgari ücretle çalışana, “sen yoksul kalacaksın” demiştir.
Simit hesabı yapmaya gerek yok... Allah da biliyor, kul da biliyor ki 4 kişilik bir aile 659 lira ile bir ay yaşayamaz. Örneğin İstanbul’da en ucuz gecekondu kirası 300 liradır.
Kaldı ki asgari ücret, gerek hükümet tarafından ve gerek işveren temsilcisi TİSK tarafından, yalnızca asgari yaşam, yani ölmeyecek kadar bir yaşam sürdürme olarak algılanıyor. Ya da öyle algılanmak isteniyor.
Hükümetin kararı ortada... TİSK’ten bir Yönetim Kurulu Üyesi de asgari ücretle ilgili olarak verdiği bir demeçte, “Rakam umduğumuzun üzerinde... Görüşümüz 2011 yılı enflasyon oranındaki artışın asgari ücret için uygulanacağı yönünde idi’’diyor.
Aslında, asgari ücret asgari yaşamın göstergesidir. Asgari yaşam ise asgari fiziki ihtiyaçların yanında, insanın asgari kültürel ihtiyaçlarını da içine alan bir yaşam seviyesidir. TİSK, yalnızca enflasyon kadar zam yapılmasının uygun olacağını söylerken, büyümeden neden pay verilmeyeceğini de açıklaması gerekir.
GSYH’da büyüme, yalnızca sermayenin veya müteşebbisin yarattığı katma değer değildir. Bu katma değerde emeğin daha büyük payı vardır. Büyümeden çalışana da pay verilmesi gerekir.
Aslında asgari ücretin yoksulluk sınırı altında kalmasından işveren de zarar görmektedir. Ekmek derdi olan bir işçiden verim bekleyemezsiniz. Kaldı ki “bir yer biri bakar, Kıyamet ondan kopar”.
Hükümet zaten bir yolla halkı yoksul bırakıp, poşet dağıtmayı ön plana çıkarmanın peşindedir.
TÜİK, ücret maliyet endeksi, ücret verimlilik endeksi yapıyor... Ancak çalışanlar için refah endeksi yapmıyor.
Çalışanın refahı bir hükümet politikası olmalıdır. Bu refah, bütçeden sosyal yardım, para yardımı dağıtmanın ve yoksulluğu sloganlaştırmanın ötesinde bir anlam ifade eder. Ne yazık ki, Başbakan bu konuda tartışma olmasın diye, gündemi değiştirmek için elinden gelen gayreti gösteriyor.
Gerçekte yapmamız gerekenler şunlar olmalıdır.
* Küreselleşme emeğin serbest dolaşımına izin vermiyor. Bunun için içe kapanmadan bu süreçte “Ulusal politikalar”ı öne çıkarmalıyız. Bu çerçevede sıcak para ve kur politikasını sil baştan değiştirmeliyiz. Türkiye’nin rekabet gücünü artırmalıyız.
* Finans sektörünün spekülasyon yapmasını ve diğer sektörler aleyhine haksız rekabet yaratmasını engellemeliyiz. Sektörel dengeyi sağlamalıyız.
* Türkiye’yi, ekonomik ve siyasi anlamda, yabancı lobilerin ve bu lobilerle işbirliği yapan siyasetçi, medya ve bürokrasi çemberinden kurtarmalıyız.
* Devleti yeniden yapılandırarak, merkezi devlet ve mahalli idareleri siyasetin maşası olmaktan çıkarıp, devletin ve toplumun ortak varlığı yapmalıyız.