Artık kalkınamıyoruz

İkinci Dünya Savaşı''ndan sonra, dünya refahı için o zamanki adıyla az gelişmiş ülkelerin kalkınması ön plana çıkmıştı. Bu süreç 1980''li yıllara kadar devam etti. Sonrasında küreselleşme ile Keynesgil politikaların yerini alan neo klasik iktisat, kalkınma yerine tek başına büyümeyi öne çıkardı.

Küreselleşme ile birçok gelişmekte olan ülke cari açık verdi, borçlandı ve yoksullaştı. Bu nedenle bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde kalkınma sorunu yeniden gündeme geldi.

Ekonomik kalkınma, büyümeyi de içine alan daha geniş bir kavramdır. Ekonomik büyüme yanında, eğitim ve kültür düzeyinin ve yaşam standartlarının yükselmesi, kişi başına düşen doktor sayısı, çocuk ölüm oranı, kişi başına düşen gazete, okuma oranı, öğretmen sayısı gibi ölçütlerle çevre şartlarının iyileşmesi ve gelir dağılımının sosyal dengeyi sağlayacak şekilde düzeltilmesi de kalkınmanın birer göstergesidir.

Demokrasi de kalkınmayı ve toplumsal refahı destekleyen önemli bir unsurdur. Gelir artışı yüksek ve fakat yaşam kalitesi düşük, katılımcı demokrasiye sahip olmayan bir toplum gelişmesini tamamlamış bir toplum değildir.

Söz gelimi Suudi Arabistan''da fert başına ortalama gelir yüksektir ve fakat bu ülke gelişmiş ülke değildir.

Türkiye, 2012 yılına kadar kalkınmayı sürdürdü. Ama o yıldan sonra kalkınma süreci durdu ve hatta tersine döndü.

Türkiye, orta gelir tuzağına düştü, ideolojik eğitim tırmandı, devlet parti devleti oldu, siyasi İslam hâkimiyeti arttı ve devlet içinde çıkar kavgası yaşandı. Kadın haklarını düzenleyen İstanbul Sözleşmesi kaldırıldı. Demokrasi ve hukukta dramatik düşüşler yaşandı. (Freedom House ve WJP) Gelir dağılımı bozuldu.

Bundan sonra kalkınma umudu kalmadı. Tek umut yeni bir ekonomi yönetimi ve yeni bir anlayıştır.

Gelişmekte olan ülkelerin kalkınma teorilerinde genel olarak; tarımdan sanayiye ucuz iş gücü aktarımı, devletin piyasayı ve yatırımları düzenlemesi, planlama ve eğitim etkili araçlar olarak görülür.

Günümüzde tarımdan sanayiye ucuz iş gücü aktarımı bitmiştir. Son örnek Çin''dir. Zira artık dünyada şehirleşme hızlanmıştır. Türkiye''de kırsal nüfus şehirlerde işsiz mahalleler oluşturmuştur.

Düzenleyici ve denetleyici kurumsal devlet; planlama ve eğitimle vasıflı iş gücü imkânları halen var ve bunlar geçmişte de Japonya, Güney Kore ve Tayvan gibi ülkelerin kalkınmasında etkili olmuştur.

Güney Kore''nin kalkınması planlama içinde olmuştur. Güney Kore''de ihracata dayalı büyüme modelinde, devlet sermaye piyasasına müdahale ederek piyasaya istikrar getirmiş; aktif döviz kuru politikası uygulamış, devlet desteği sağlamıştır.

Tayvan''da devlet yatırım ortamı yaratmış, özel sektörün tereddüt ettiği ve girmediği sektörlere bizzat yatırım yaparak öncülük etmiştir.

AKP iktidarı ise devleti dışladı, kamu tekellerini özelleştirdi. Planlamayı kaldırdı.

Bütün bu sorunların üstüne bir de zamanında olan ekonomi yönetimi tamamen dağıtıldı. Neden dağıtıldığını o dönemde ekonomi yönetiminin başında olanlar şimdi anlatıyor

Dahası Merkez Bankası''nın elinde para ve faiz politikası da kalmadı. Hepsi, siyasi İslam ve seçim popülizmi doğrultusunda kullanılıyor.

Oysa ki ABD''de Nobel alan iktisatçılar genellikle aynı zamanda başkanlara danışmanlık yapmıştır. Stiglitz bunlardan biridir.

Özet olarak bu gidişat, hayatın normal akışına aykırıdır. Yeniden kalkınma için önce; Devlet için kurumsal, şeffaf ve liyakat esasına dayalı laik devlet reformu yapılmalı; poşet dağıtan devlet anlayışı kalkmalı ve iş dağıtan devlet anlayışı yerleşmelidir. Ekonomide planlama yapılmalıdır. Eğitim ideolojik tuzaktan kurtulmalıdır.

Yazarın Diğer Yazıları