Arınç’ın ses kasedi!

ABD’nin Ankara eski Büyükelçisi Pearson’un 2003’te Washington’a gönderdiği bir kriptoda ABD ve AKP yanlısı güçlü bir medya istendiği bir WikiLeaks belgesinde mevcutmuş; dün Sözcü’de Mercan Yanardağ’ın bir kitabından Emin Çölaşan açıkladı.
TMSF kullanılarak Vakıfbank ve Halkbank imkânları ile hem böyle bir medya oluşturuldu; hem henüz yandaşlaşmamış medyaya bizzat Erdoğan’ın ağzından, “Parasını verdiğin yazarına sahip çık” azarı ile “ayar” çekildi. Artık muhalefetin iğne ucu kadar kusuru deve yapılabiliyor, devenin bile yanında pire kaldığı AKP hataları ise maharetli yayın yönetmenleri ve kalemler tarafından halının altına süpürülüveriyor.


Yeni bir ayar çekildi
Bunun çarpıcı bir örneğini 23 Nisan günü Sayıştay üyesinin başörtülü olduğu için Meclis’ten atılması ile bir kez daha gördük. Böyle bir davranış AKP dışında bir başka siyasi partinin hâkimiyeti altındaki bir mecliste yaşansaydı artık çok iyi biliyoruz ki o haber yandaş gazetelerde sür manşet, yandaş televizyonlarda birinci haberdi. Tabii ki, bunların hiç biri olmadı. Haber iç sayfalara saklandı. Hatta “Aslında başörtülü Sayıştay üyesine bir şey söylenmedi, doktor olan eşine davetiye soruldu, Başörtülü üye de buna kızdı, kendisi çıktı” ayarı çekilerek, “AKP hiç böyle bir şey yapar mı!” demeye bile getirildi.
Velhasıl AKP, devlet imkânları ile oluşturduğu yandaş medyanın meyvelerini toplamayı sürdürüyor.
Bu konuda o kadar çok örnek var ki..
Meselâ AKP’li dışında bir başka siyasi parti mensubu bir gazeteciyi sırf gazetecilik yaptığı için ben sana dünyanın kaç bucak olduğunu gösteririm anlamında tehdit etse yandaş medya o siyasinin burnundan fitil fitil getirmez mi? El cevap: Getirir!
Ama aynı şeyi bir AKP’li yaparsa ne olur?
Ne olacak cümlesi “üç maymun” olur çıkar.


Yasa dışı takip itirafı
Bülent Arınç örneğinde olduğu gibi.
Kısa bir süre önce ABD’ye şöyle bir uğrayan Bülent Arınç’a Washington’da gazeteci Yılmaz Polat tuttu, “Fethullah Gülen ile görüşüp görüşmediğini” sordu. Sordu da ne oldu, onu önce Cumhuriyet’ten Işık Kansu’nun kaleminden öğrendik. Normal bir soru. Bunda kızacak, köpürecek, küplere binecek hiç bir şey yok ama Arınç’ın şekeri yükseliyor, öfkesi kabarıyor, “Ben size bugün ne yaptığınızı, hangi sokaktan geçtiğinizi veya kiminle görüşüp çayını içtiğinizi soruyor muyum? Sormuyorum. Böyle bir ihtiyaç duymuyorum çünkü” diye gazeteci Kansu’yu önce bir güzel paylıyor.
Sonra bakınız nasıl tehdit ediyor:
“-Sen Türkiye’ye gel de ben sana nerelere uğrayıp uğramadığını soracağım. İzlettirip senin bütün açıklarını ortaya çıkaracağım!”
Allah Allah..
Bu bir “dinleme” bu bir “yasa dışı takip” itirafı değil midir ve Türkiye yıllardır bunun tedirginliği ile yaşamıyor mu? O gün okuduğumda gözlerime inanamamıştım. Meğer harfi harfine doğru imiş, üstelik Arınç’ın bu tehdidi ses kasetinde kayıtlı imiş. Onu da 12 Nisan günü Savaş Süzal’ın Yeniçağ’daki köşesindeki şu satırlardan öğrendik:
“Basın toplantısının sonunda TRT kameraları ve gazetecilerin kayıt yapan teypleri önünde Arınç, Yılmaz Polat’a, ’Sen Türkiye’ye gel de ben sana nerelere uğrayıp uğramadığını soracağım. Senin bütün açıklarını ortaya çıkaracağım.’Arınç’ın teypteki sözleri aynen böyle.” Yani Süzal, Arınç’ın tehdidini bir de teypten dinlemiş.
Gelin görün ki yandaş medyada tık yok!
Oysa Türkiye iktidarın hazzetmediklerinin açıklarını ortaya çıkarma performansı yüzünden insanların telefonda rahatça konuşamadıkları, hukuk dışı elde edilen aile mahremiyeti ile ilgili bilgilerin bile ilgisiz davalara iliştirilip oradan yandaş medyaya sızdırılarak özel hayatın altüst edildiği, intiharların yaşandığı bir “Kâbus ülke” haline getirildi.
İşte övünülen ülke bu ülke.
Zihinler devlet kredileri ile işte böyle preste!

Yazarın Diğer Yazıları