"Arınç muhatabım değil"
TBMM’de sınır ötesi harekat tezkeresi ile ilgili gizli oturum yapılmasına rağmen, malum gazetelerde 3.5 saatlik görüşmenin satır başlarıyla ilgili haber ve yorumlar var. 10 yıl boyunca açıklanması yasak olan tutanakların, tıpkı Silivri’de süren davanın soruşturma aşamasında basına sızdırılmasına benzer şekilde, yandaşlara servis edilmesine de bir süre sonra alışacağız galiba. Öyle ya Başbakan Erdoğan “Hazmedecekler, sindire sindire hazmedecekler” diye buyurmuştu ya. Gizli oturumların açık mahfillerde konuşulmasına, yandaş medyada yer almasına da alıştıracaklar. Bizim gibi alışamayanlar da kaşının altında gözün var bahanesiyle adliye koridorlarında ifade sırasına girecek.
22 ay içeride kalmasına alışamadığım, sevmekten, saygı duymaktan vazgeçemediğim Mustafa Özbek’i Meclis’te gizli oturum yapılırken ziyaret ettim. Adı üzerinde hapishane. Değil 22 ay, 22 saatte bile etkiler insanı. Vücut kimyasını, ruh halini bozar. Oysa Özbek kelimenin tam anlamıyla şaşırttı beni. Şeker, tansiyon gibi hastalıklarını bildiğim Türkmen Beyi inanın içeri girdiği günden daha sağlıklı, daha kararlı. Okuma ve ibadet eksiklerini gidermek için fırsat yakaladığını, gelişmekte olan olayları yorumlamak için fikir jimnastiği yaptığını belirtti. Sohbetimiz gazeteci, sendikacı ya da kanaat önderi değil de baba oğul şefkati ile devam ederken söz ister istemez, dönüp dolaşıp Bülent Arınç’ın tehditvari sözlerine takıldı. Yani, “Kabadayılık yapmasın, keyfini çıkartsın” lakırdısına. Kırıkkale’deki köyünden çıktığı günden bu yana halkın arasında, halkın ağız tadıyla, halkın dilinden konuşan Özbek, yüzünden eksik etmediği tebessümle “O benim muhatabım değil” diyerek Bülent Arınç’ın şantajvari sözlerinin kıymeti harbiyesi olmadığının altını çizdi.
Heybesindekileri paylaşacak
“Aslında aynı gün cevap vermiştim fakat sözlerimin tamamı basına yansımadı. Evet Bülent Arınç benim muhatabım değil. Benim muhatabım ancak Tayyip Erdoğan olabilir.”
Mustafa Özbek’e o içerideyken yayınlanan “Darbe ve İnfaz” adlı kitabımda yazdığım duruşma anını hatırlattım. Hani 12 Eylül mahkemelerinde ülkücülerin avukatlığını yapmakla övünen Arınç’tan bahsettim. Avukat Cemal Çakmak’ın askeri hakim ve savcılara sert çıkışı esnasında cüppesinin ucundan çekerek, “Ne yapıyorsun? Hepimizi içeri tıktıracaksın” diye tir tir titrediği anın fotoğrafını koydum. Özbek gülümsedi. “Bunların demokratlığı da, yiğitliği de işte bu kadardır” dedi.
Sohbetimiz esnasında telefonlar susmuyordu. Yurdun dört bir yanından geçmiş olsun dilekleri yağarken, siyasilerden görüşme ve randevu talepleri de vardı. CHP lideri Kılıçdaroğlu iki kez aramış. Deniz Baykal da öyle. Demokrat Parti Genel Başkanı Hüsamettin Cindoruk bizzat ziyarete gelmiş. MHP’li bazı milletvekilleri de telefonla geçmiş olsun dileklerini iletmiş. Özbek’ten edindiğim ilk intiba, geçen günkü yazımda belirttiğim gibi evine çekilip torunlarıyla vakit geçirmeyeceği yolunda. Her şeyden önce Silivri’deki pencereden Türkiye’nin perişan manzarasını çok iyi resimlemiş. Yakında Anadolu’yu gezip kucaklaşacak milletiyle. Heybesinde biriktirdiklerini paylaşacak. Hasbel kader ben de bu sütunlardan Özbek’i yazmaya devam edeceğim.