Arif Nihat Asya'nın kartalı gene göklerimizde
Arif Nihat Asya deyince yâdıma hep Malazgirt düşer: “Ve yine o gece/Yansıları bizi başka âlemlere götüren/O gümrah ateşin çevresinde/Üstüne basa basa/’Mucize mucize’diyordu bayrak şairi Arif Nihat Asya/Alparslan, Romen Diyojen, bir de Malazgirt/1071 ediyormuş ebcet hesabıyla.
26 Ağustos 1971 gecesi/Arif Nihat Üstad’ın o ebcet mucizesi/Hikmet pazarında alınadursun/Sultan Alparslan’ın yiğit ordusu/Biz dokuz gönüldaşla vedalaşarak/At sürüyordu sonsuzluklara”
Bu dizelerim, “Malazgirt 1971” adlı şiirimden. Erzurum’dan Malazgirt’e, zaferin 900. yıldönümü dolayısıyla yayan gitmişti o dokuz gönüldaş (dokuzun biri bendim) ve Arif Nihat üstat bunları o ulu ateşin başında dediğinde, orada idiler onlar da.
Arif Nihat Asya’nın 1962 yılında yazdığı “Kartal” adlı yazısını -ne yazık ki- sislemiş yorgun belleğim, kardeşim Macit kaldırdı o sisi, ne de iyi
etti.
Arif Nihat Asya’nın kartal mucizesi, ebcet mucizesi kadar güzel!
Evet, işte o yazı (özetleyerek alıyorum). Okuyun ve düşünün... O kartal ufuk turunda yine, bakın kendi gökkubbemize göreceksiniz!
“Bu kartal, söylendiği gibi 700 değil, belki 7000 yaşındadır... Asırların üzerinden uçarak geldi ve konacağı yeri bildi... Mekânın değil, zamanın üzerinden uçan kartallardandır.
Türk kilimlerinde çok uzaklardan ve çok derinlerden gelme “zooformik” denilen motifler, bu kartalın gölgesidir.
Vaktiyle kutsallıklı, totemdi.
Kelimesinin başlarında yaşlılık, olgunluk ve bir nevi ezelilik ifade eden kök, bugünkü dilimizde de buna yakın manalarla kullanılmaktadır. “Kartal” kelimesinin içinde “tarih” mânâsı var demektir.
(...) Gagası ve pençeleriyle tehdit, cesaret; uçuşuyla meydan okuma, hâkimiyet; kanat gölgesiyle koruma ve şefkattir. Hilkatin gökten yere inmesi de sayılabilecek kadar eskidir. Bugün başımızda göklerin emniyeti oldu.
Bileklerinde bilekçe gibi duran palazlanmış, yumuşak tüyler, pençelerine takılmış ve uçuşlarda yumaklanmış bulut parçalarıdır ki, bize çok eski rahmet bulutlarından geliyor.
Bu kartal, tarihlerde, müzelerde, unutkanlıklarda dinlendikten sonra yeniden havalandı.
Aslına iki başlıydı: Türk, iki bacak, iki pençe, iki kanat simetrisine uyarak ona iki baş vermişti... Bugün daha tabiileştirip bir başlı olarak aldık. Esas şekliyle iki başı: her yanı kollamanın, görüş alanını genişletmenin; bir taraftan geçmişe, bir taraftan geleceğe bakmanın dile gelmesiydi ve şimdiki izahıyla da, bir araya getirildiğinin, ancak başlarla farkına varılan iki kartaldı.
Şekil, muhteşem kuşun yerden göğe doğru bakıldığı zamanki görünüşüdür. Bize bakışlarımızı yüksekte tutmayı öğretir ve bakışlarımızı kendisinde birleştirerek ülküleştirir.
Yedi yüz yıl önce Selçukluların başında devlet kuşuydu... Bugün bizim devlet kuşumuz olmuştur. Vaktiyle uçmak dileğinin dile gelmesiydi; bugün uçmanın ta kendisidir.
Mavilikler üzerine düşmüş karaltısı hem göklerimde tuğram, hem gökyüzü gergefine Türk kızının elleriyle işlenmiş armamdır.
(...) Bu kartal, daracık anlamıyla filan büyüğün, falan küçüğün değil, bir milletin fedaisi olduğunu şimdiye kadar unutmadı. Şimdiden sonra da unutmayacaktır. Kartallığın bir rütbe olduğunu, küçük işlerle küçültülemeyeceğini daima göz önünde
tutacaktır.
Bugün şurada, burada görülen kiralık eller; ırkçılık, gericilik, Turancılık, daha bilmem necilik diye kurt’a atıp ulaştıramadıkları taşı kartala atmayı denemediler: Akıllarına gelmediği için değil, attıkları takdirde başlarına düşeceğini bildikleri için.”