Arap baharının maliyeti bizde, parası Avrupa’da...
Uluslararası bir danışmanlık şirketinin yaptığı araştırmaya göre Kuzey Afrika ve Orta Doğu’da patlak veren kargaşadan en fazla Türkiye zarar görmüş. 39 ülke itibariyle yapılan araştırmaya göre, Türk şirketlerinin yüzde 53’ü, Tunus, Fas, Cezayir, Ürdün, Yemen, Mısır, Libya ve Suriye’deki olaylardan etkilendiğini bildirmiş. İkinci sırada Kanada yüzde 32 ve üçüncü sırada ise Gürcistan yüzde 30 geliyor.
Orta Doğu’daki stratejik önemi ve siyasi girişimleri nedeniyle dünya Türkiye’ye övgü yağdırıyor. Ben inanıyorum ki, övgü yağdıranlar bıyık altından da gülüyor. Çünkü, Orta Doğu ve Kuzey Afrika ülkelerinde meydana gelen bu olayların siyasi maliyetlerine Türkiye katlanıyor... İsrail örneğinde olduğu gibi gerektiğinde kötü oluyor, fakat aynı ülkelerin ve Arapların ekonomik imkânlarını ABD ve Avrupa kullanıyor.
1970 - 1974 petrol krizlerinde, petrol fiyatlarının birdenbire yüksek oranda artışı ile petrol ihraç eden ülkelerin geliri artmıştı... Bu yolla krizden kurtulmuşlardı... Petrol ihraç eden ülkeler bu geliri, Avrupa ve ABD’de tuttukları için de, gelişmiş ülkeler krizden daha az etkilenmişti... Neticede bizim gibi ülkeler bu krizden daha çok etkilenmişti.
Bu gün İngiltere’nin refahı Londra’nın finans merkezi olmasından ileri geliyor. Sanayi devrimi İngiltere’de başladı, ne var ki bu gün finans sektörünün arkasında kaldı.
Siyasi ve ekonomik gelişmeler, dünyada finans merkezlerinin değişme talebini artırıyor. Örneğin, ABD dünyaya agresif müdahale ediyor. Siyasi gerekçelerle servetlere el koyuyor. Avrupa’da, para birliğinin getirdiği sorunlar ön plana çıkmaya başladı.
Bu konjonktürde Türkiye, İstanbul’un, “Güvenli Finans Merkezi” olmasını sağlayabilir. Her şeyden önce, madem Türkiye Orta Doğu ve Arap sorunlarının siyasi maliyetlerini çekiyor, aynı zamanda bu ülkelerin ekonomik imkânlarından da yararlanmalıdır. Yani “Orta Doğu ve Arap ülkelerinin siyasi maliyeti bize, ekonomik imkânları gelişmiş ülkelere” tuzağından çıkmak gerekir. Başka bir ifade ile hedefimiz, Türkiye’yi, ekonomik anlamda da stratejik önemi olan bir ülke haline getirmek olmalıdır. Türkiye’yi güvenli bir liman yapmalıyız. Bu nedenle de diğer ülkelerden daha farklı imkânlar ve daha fazla güvence sağlamalıyız.
Türkiye’nin fiziki, beşeri ve hukuki altyapı avantajları vardır. Örneğin, eğitilmiş uzman işgücü var. Hukuki altyapının bir kısmı var. 2012’de yürürlüğe girecek Türk Ticaret Kanunu uluslararası ekonomik ilişkiler için uygun bir kanundur.
Ayrıca şu adımları atmalıyız:
1) Psikolojik etki yaratması için, “İstanbul Güvenli Finans Merkezi” denilmelidir.
2) Sebep ne olursa olsun, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararları dışında, hükümetin ve idarenin, kimsenin, hiçbir hesabı bloke etme hakkı olmamalıdır. Güvenlik Konseyi kararları dışında, uluslararası bir gerekçe söz konusu olduğunda, kararı uluslararası yargı vermelidir.
3) Mevduat sahibinin beyanına göre, isim veya şifre ile hesap açmak imkânı olmalıdır. Ayrıca, adres mevduat sahibinin inisiyatifine bırakılmalı... Eğer mevduat sahibi adres yazılmasını isterse, dekontun gitmesini istediği adres kayıt edilmelidir... Mevduat adres yazılmasını istemeyebilir. Bu takdirde dekontun başvuru sırasında verilmesi esası benimsenmelidir.
4) Mevduattan stopaj kaldırılmalı. Faiz gelirleri nedeniyle oluşacak gelir vergisini yerleşik olanlar beyanla, olmayanlar kendi ülkelerinde beyanla vermelidir.
5) Bu bağlamda Anayasada değişiklik yapmak gerekir.
6) Arap ülkeleri, parasını kendisi de mülk sahibi olduğu ülkelerde, örneğin daha çok Londra’da tutuyor. Türkiye’de karşılık esası kaldırılmalıdır.
Örneğin, bu nedenle Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, Kazakistan gibi ülkeler Türkiye’den mülk satın alamıyor. Mülk satın alamayanlar, paralarını da getirmezler.