Aradığınız yazar şu anda tele-sorguda

Kültür Bakanlığı’ndan aradı... Taraf yazarı olarak konuştu... Polis yöntemlerini kullandı...

Saat 13.00 -13.30 suları. Gün içinde en yoğun olduğum zaman dilimi. Bir nevi sancı anları. Telefon çaldı: “Kültür Bakanlığı (...) danışmanımız görüşmek ister...” Cümlenin en başına, Kültür Bakanlığı’na takılı kaldığım için ne danışmanı olduğuna yetişemedim. Bir şey yazdım mı bu yakınlarda?.. Yooo... Okulda 2010 Kültür Başkenti organizasyonu için proje hazırlamıştık. Onunla ilgili olabilir mi? Bir heyecan... Derken sekreterin final sözleri: Önder Aytaç Bey’i bağlıyorum!
İsim benzerliği olabilir mi? Daha dün, yazmayı planladığım polisiye romanın deneme metninde, ‘ilham kaynağımın ortağı’ olarak anmıştım kendisini. Tesadüfün böylesi mümkün mü? Tesadüf yok. Kültür Bakanlığı’ndan arayan Önder Aytaç ile Polis Akademisi’nde öğretim üyesi ve Taraf’ta yazar olan Önder Aytaç aynı kişi. Nezaket dolu bir başlangıç:
- Nasılsınız?
- Sağolun siz?
“Eee çoluk çocuk nasıl”a doğru meyleden sohbette, lafı sebebi aramalarına getirmek icap etti:
- Romanın sonu nasıl bitiyor?
- Onu siz söyleyeceksiniz....
- En çetrefilli dosyaları acemiler çözer dediğinize göre, biliyor olmalısınız...
Önder Aytaç’ın, emniyet amiri Emrullah Uslu ile Taraf’taki ‘Apolitika’ ortaklıklarının bittiği ve Uslu’nun bundan böyle devlete özde hizmet edeceğini duyurmasından birkaç gün sonra, Uslu’nun gazetede Açılım adıyla yazmaya başlamasından feyiz alarak bir roman denemesi yapmıştım. Meğer Uslu yazmayı hiç bırakmamış, Aytaç söz oyunları ile meraklanmamızı sağlamış. Bunu başarmaktan da memnunmuş.
Kimi zaman yazarken yarattığınız kahraman bağımsızlığını ilan edebiliyor. Olaylar öyle bir gelişiyor ki, teknik-taktik-kurgu çöküyor. Emre polisin hikayesinde de böyle oldu. Haliyle ben de sonunu Aytaç kadar merakla bekliyorum. Eee ‘kelimelerin gücü adına’ deyip, olaylar ve kahramanlar üzerinde Pınar Kür diktası yaratmak herkesin harcı olamıyor...
Popüler paranoyanın gereği olarak, güvenliğimizi düşünenler, yaptığımız tüm görüşmeleri nasıl olsa kaydediyordur, ağzımızdan çıkan her ses, ihtiyaç anında kullanılmak üzere uzay boşluğunun bir yerlerinde depolanıyordur diye kayıt-kuyut zahmetlerine girmeye gereksinim duymuyoruz. Belki gazeteci refleksi ile yapmak lazım, ne de olsa söz uçar, ‘tape’ kalır... Neyse, iş bu nedenle kelime kelime olamasa da, aramızdaki diyaloğun hafızama kaydolunduğu kadarını paylaşmak gerektiğini düşündüm.


Bedel ödüyormuş
Aytaç, kendisinden çok Uslu hakkında yazılanlardan rahatsızdı. Bu rahatsızlığı niye Uslu’nun yerine Aytaç’ın hissettiğine anlam veremedim, sağolsun hemen aydınlattı: Ben düşündüklerimi paylaşırım. Emre rahatsızlığını dava açarak gösterir...
Şimdi ben; bu seviyeli konuşmanın arasına sıkıştırılan “Oray Eğin’e bilmem kaç dava açtı” bilgisini örtülü tehdit sayıp, liberallerin hoşgörüsüne, zaten bit kadar olan güvenimimi kaybedeyim? Ne diyeyim? Adaletin önünde önünde boynumuz kıldan ince. Nasip, kısmet, Allah yazdıysa olur!
Malum konu Uslu’nun devlet memuru olmasına rağmen siyasibir gazetede rahatça yazı yazıyor, fikir beyan ediyor olması...
- Ne var bunda? diyor Önder Bey...
- Yasal mı?
- Yasal olmasa, böyle rahat rahat yazdırırlar mı?
- Biz de bunu soruyoruz işte?
Kabul edilemez saydığınız bir olay, muhatabınızca bu denli normalleştirilince, iletişim kanallarında parazitlenmeler oluyor. Anlaşmak daha bir zorlaşıyor. Hele karşınızdaki bir polis eğitmeni ise ve diyaloğunuz sorularla gelişiyorsa, sohbetten ziyade sorgu ortamında hissediyorsunuz kendinizi... “Bunu niye böyle yazdın?.. Burda ne demek istedin?” arada bir “Pişmanlık yasasından faydalanmak için zemin hazırlayıcı takdirler...”
Aytaç, Uslu’nun köşe yazmasının eleştiri değil teşvik ve tebriği hakettiğini düşünüyor. Bu duruma itiraz etmek, oradan bakınca “haksızlık” sayılıyor. Çünkü ona göre Uslu “Memurların ifade hürriyetini bedel ödemek pahasına temsil ediyor.” Hem de TCK’nın 301. maddesinden yargılanma ihtimali gibi bir bedel.

Teröriste terörist deme
Hukuk alanında aramızdaki yorum farkının diğer belirgin örneği “ETÖ” yaklaşımı. 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin “Böyle bir terör örgütü henüz tespit edilmedi” biçimindeki kararına rağmen, “Ergenekon Terör Örgütü” ifadesini kullanmayı sürdürenlerden biriydi Aytaç “Artık kullanmıyoruz” diyor.
-Ne zamandan beri?..
-Emniyet Genel Müdürlüğü, Polis Akademisi Öğretim üyelerine “İddianamede yer alan şekliyle diye belirtmeden “ETÖ” demeyeceklerine dair” belge imzalattığından beri...
- Emniyet Genel Müdürlüğü’nün kurum içi yazışmaları mahkeme kararlarından daha mı etkin?
- Mahkeme o kararı zaten ETÖ var olduğu için verdi.
- Mahkemeden karar çıkmadı, nerden biliyorsunuz?..
- Ama karar aşamasında...
- Henüz hüküm yok ki...
Önder Aytaç, uzlaşmamızın mümkün görünmediği bu faslı “buyrun cenaze namazına” dedirtecek türden bir örneğe bağladı:
- Siz Abdullah Öcalan’a teröristbaşı demiyor musunuz? Bunu her kullandığınızda suç işliyorsunuz?
-?..
- Öyle...
- AİHM’de süren davayı mı örnek gösteriyorsunuz? Bağımsız Türk mahkemelerinin kararı var...
- AİHM’de dava devam ediyor... Terörist başı diyemezsiniz...
Aytaç’ın benzer bir itirazı da Hasan Cemal ile ilgili.
- Siz Hasan Cemal’e de itirafçı diyorsunuz. Ne demek itirafçı?
- İtirafta bulunan demek...
- Google’a girin kime itirafçı dendiğini görürsünüz, siz de iyi biliyorsunuz, Cemal’e itirafçı demeniz doğru mu?...
- Sıhhiye Orduevi’ne atılan bomba eylemini planladığını itiraf eden birine ne diyeyim başka. Elbette itirafçı... İtiraf kitapları yazıyor.


Servis mi yapılıyor?
Önder Aytaç, kendisiyle ilgili de “TSK’yı karalamakla suçlanan” ifademe itiraz etti. Bu iddialarla ilgili soruşturma geçirdiğini ve yazılarının ‘akademik’ nitelikte bulunduğunu söyledi. Ben de ortada ‘soruşturma’ olduğuna göre, suçlamayok denemeyeceğini hatırlattım.
Aytaç’ın kendisi hakkında yazılanlarla ilgili bir de ‘kaynak sıkıntısı’ var. Ona göre odatv.com ve Oray Eğin dışında kendisi ile ilgili iddiada bulunan kimse yok. Hatta ben de yalnız onlardan beslenen bir yazarım. ( Sabahın köründe kucak kucak taşıdığım gazetelerin sayfaları arasında kaybolduğum saatlere şahit masamın dili olsa da konuşsa. )
Kendisi hakkında, parantez içinde kullandığım cümle kalıplarının bana ait olmadığını, Medya Polemik’in yapısına uygun olarak, kaynak göstererek alıntıladığıma dikkat çekecek oldum ki... Anında hüküm... Kimse iddia ettiği kadar demokrat, iddia ettiği kadar tahammüllü olamıyor demek ki...
- Ben de bunu söylüyrum. Bu cümleler Selcan Taşçı’ya ait değil. Size servis ediliyor, siz de yayınlıyorsunuz...
- Allaha şükür bize kimsenin servis yaptığı yok, o konuda Taraf’ın eline su dökemeyiz...
Aytaç kafasında şöyle bir örgüt şeması oluşturmuş: Odatv bize, biz (Oray Eğin ve ben) de kamuoyuna servis yapıyoruz.
Tanışmışlığım, konuşmuşluğum, yazışmışlığım olmayan, ki olsa da kime ne, kişi ve kurumların yönlendirdiği ‘maşa’ imasını akıl ve irademe haksızlık saydım.
Niyet okuması yapmak istemem ama sonraki cümle de, bana tehditvari geldi: Ya ben de sizinle ilgili internet sitelerindeki iddiaları alıp Taraf’ta yayınlarsam, rahatsız olmaz mısınız?
İddia olduğu belirtildiği ve yargısız infaz yapılmadığı sürece rahatsız olmayacağımı ifade ettim.
Başladığımız noktaya dönecek olursak: Dakikalar, dakikalar ve dakikalarca süren bu konuşma için neden Kültür Bakanlığı’ndan arandığımı halen anlamış değilim. Gazeteci kimliğini bağlayan konuları konuşmak için arayan Önder Aytaç niye Bakanlığın telefonunu kullandı?
Taraf gazetesinde yazılıp çizilenlerin izah faturasını devlet, dolayısıyla biz vatandaşlar ödemek zorunda mıyız?
Yoksa Kültür Bakanlığı, Taraf’ın iletişim sponsorluğunu mu üstlendi?

NOT: İstemeden de olsa ‘yalan ifade’ vermiş olmaktan kaynaklanan bir suçluluk duygusu içindeyim. İtiraf ediyorum (itirafçı diyebilirsiniz) Önemli birkaç bilgiyi gizledim. Evet bize servis yapılıyor. Hem de makbuz karşılığı. AA, İHA ve ANKA ile haber ve fotoğraf anlaşmamız var. Hiç beklemezdiniz biliyorum ama, yurtdışı bağlantısı bile kurduk. Sınırötesi görüntü sızdırma işini AP sayesinde kotarıyoruz. Ve biz bunu hergün yapıyoruz.

++++++


Gelince mayıs ayları, gevşer tutarlılık yayları
Cengiz Çandar PKK ile diyalog konusunda cesaretini sınadığı, Karabağ işgaline dikkat çekti diye Ergenekoncu ilan ettiği Erdoğan’ın “faşizan devlet” yakıştırmasına şapka çıkardı


15 Mayıs 2009 / Berbat diplomasi:
“Başbakan Tayyip Erdoğan,Türkiye diplomasisini Kafkaslar’da batağa sapladı. Berbat bir diplomasi örneği sergiledi. Türkiye’nin boyutları ve anlamı coğrafyasının çok ötesine geçen Kafkasya diplomasisini ‘İlham Aliyev ipoteği’ne bağladı. Bu sözleri ’Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’na kim söyletiyor? Zira, Karabağ sorunu ve Türkiye-Ermenistan sınır kapısının kapatılmasıyla ilgili kronolojiyi bilen hiç kimse, Tayyip Erdoğan’a bu sözleri böyle söyletemez. Acaba kendi kafasına göre mi takılıyor?”
19 Mayıs 2009 / Görüş ayrılığımız’: “Erdoğan ile Putin, son beş yılda sekizinci, 2009 içinde ise üçüncü kez bir araya geldiler. Rusya’ya açılma yanlısı Ergenekoncular Türkiye’ye hükmetseler, en üst düzeyde bu kadar yoğun beraberlik ancak mümkün olabilirdi. Erdoğan “Medyadaki bazı yazarlarımız farklı yorumluyorlarsa da sınırın kapalı kalmasıKarabağ ile alâkalı. Sebep-netice ilişkisidir” diyor. Görüşüm de Başbakan’ın bu açıklamasıyla değişmedi. Sadece Başbakan ile ‘görüş ayrılığı’mızı tespit etmiş oldum.”
26 Mayıs 2009 / Tayyip Erdoğan’a alkış: “Tayyip Erdoğan, Suriye sınırındaki mayınların temizlenmesine ilişkin olarak geniş arazilerin ‘İsrail’e ve Yahudilere peşkeş çekileceği’ ithamlarına müthiş evet, müthiş- bir tepki verdi. Söylenecek bir şey yok. Şapka çıkarıp kutlamaktan gayrı. Turgut Özal’ın benim kulağıma söylediğini 21 yıl sonra şimdiki Başbakan Tayyip Erdoğan, gümbür gümbür kamuoyu önünde söyledi.”
Demek ki Çandar’a göre, çizdiği yol haritasından sapmayan Başbakan, alkışı hak eden başbakandır.


++++++

Kayıp bağlantı
Tam bilim dünyasındaki son gelişmeyi anlatan ve insan ile maymun arasındaki kayıp bağlantının nihayet bulunduğu haberini veren yazıyı okuyordum...
İnsan ile maymun arasındaki kayıp bağlantının hemen her yıl keşfedildiği haberi gelir ama arayış bir türlü bitirilemez nedense. Arayanlar bulduklarından bir türlü tatmin olmazlar.
Bunun nedeni üzerinde düşünürken yazısından bölümler okunan Mehmet Altan’ın fotoğrafı geldi ekrana.
Birden anladım meseleyi, kayıp bağlantı arayışının bir türlü neden sonuçlandırılamadığını kavrayıverdim...
Kayıp bağlantıyı araştıranlar bir süreliğine Türkiye’ye gelseler ve Mehmet Altan ile Eser Karakaş’ı bir görseler mutlaka kayıp bağlantıyı arayış çabalarını sonuçlandırmanın mutluluğuyla ülkelerine dönerlerdi.
* Serdat Turgut / Akşam


++++++


DEMAGOJİ
Davos’un özrü mü?
Başbakan da İsrail’i korumaya aldı... Tam bir demagoji... İhalenin İsrail’e verilmesinden kaygı duymakla geçmişte azınlıklara uygulanan muamelenin ne ilgisi varsa... Kaldı ki mayınları bizim gibi yap işlet devret modeliyle temizleten ve topraklarını böyle 44 yıllığına başkasına kiralayan bir ülke de yok. İsrail firmasına vermekteki bu ısrar niye... MHP sözcüsü Oktay Vural’ın dediği gibi, Davos’un özrü mü bu?..
Yoksa Davos. İsrail’le yakın ilişkileri gizlemeye yönelik bir kayıkçı kavgası mıydı? AKP içinde bu sakat tasarrufa karşı çıkacak kimse yok mu?
* Melih Aşık / Milliyet

++++++


MİNİ YORUM
Rant heveskârlığı

Mustafa Mutlu, Vatan’daki köşesinde AKP kongrelerinde havada uçuşmaya başlayan yumruklara değinmiş. Bunu “Eriyen partilerin kaderi” olarak yorumluyor ve önümüzdeki günlerde benzer görüntülerin tekrarlanabileceği konusunda uyarıyor. Haklı olabilir. Ama bana kalırsa şunu da gözden kaçırılmamamız gerekiyor: Bir ihtimal daha var, o da rant heveskarlığı mı dersin?..

Yazarın Diğer Yazıları