Ar damarın nerende! 2. Perde

Engin Ardıç sen devletin dolayısı ile milletin parasını aldın. Yüzde 42’nin cebinden aldığın paralar ile yüzde 42’yi temsil eden veya onların haklarını savunan kişilere hangi hakla sövüyorsun?

Engin Ardıç 11 Kasım 2010 tarihli ve “Hadi Gelin Bakalım” başlıklı yazısında kendini savunma adına şunları yazdı:
“İlk taşı, eşini AKP’den milletvekili adayı yapmak isteyip bu reddedilince birdenbire iktidara düşman kesilen çok eski bir arkadaşım attı (eşi de sınıf arkadaşımdır)...”
Ardından Gazeteciler.com’da Adnan Berk Okan, Engin Ardıç’ın 11 Kasım tarihli yazısını yerden yere vururken şu görüşlere yer verdi:
“Adını vermediği birinci düşmanının karısı sınıf arkadaşıymış? Yani?
” Çok konuşma, karının lise yıllarındaki halini anlatırım haaaa! “ diye parmak sallıyor o düşmanına(!)? Yani tehdit!.. Yani şantaj!..”
Ben açıklıyorum. Engin Ardıç’ın “çok eski arkadaşı” benim!
Küfretmeyi hüner zanneder
Engin Ardıç sürekli küfretmeyi hüner zanneden bir yazar. Yukarıda bahsi geçen yazıda benim üzerimden bir de yalan söyleyince bu yazıyı yazmak elzem oldu.
Zaten, Engin Ardıç seviyeyi o kadar düşürmüş ki aynı yazıda başka bir yazar için şunları da yazabildi:
“Bu arkadaşa cinsel tercihleri nedeniyle Ergenekon çetesi tarafından şantaj yapıldığı, böylelikle kendi yanlarına çekildiği, hatta ellerinde bu konuyla ilgili gizli bir kaset de bulunduğu piyasada dedikodu şeklinde dolaşıyor.”
“Arkadaş” kendisine hak ettiği cevabı verdi ve haddini bildirdi.
Şimdi sıra bende:
1) Eşim 1995’ten beri yabancı kökenli ve çokuluslu bir şirkette çalışıyor. 2006’da bu şirketin en tepe noktalarından birisine getirildi. O tarihten beri yurtdışında yaşıyor.
2) Siyaseti hiç sevmez, benden hiçbir zaman böyle bir talebi olmamıştır. Onun ezelden beri gönlünde yatan aslanın iş hayatına yönelik olduğunu Engin Ardıç hariç tüm arkadaşları bilir.
3) Ben AKP’yi eleştirmeye AB önünde şov yaptıklarına ikna olduktan sonra 2004 yılının sonunda başladım. AKP’nin katıldığı ilk seçim 2002’de yapıldığına göre “Eşini AKP’den milletvekili adayı yapmak isteyip bu reddedilince birdenbire iktidara düşman kesilen” ben geri zekâlıyım ki durumu kavrayıp, iktidara düşman kesilmem için 2 sene geçmesi gerekti.
4) Yok, eğer 2007 seçimlerinde reddedildiysem 2004’ten 2007’ye dek AKP’ye ağır eleştiriler getiren ben yine geri zekâlı olmalıyım ki, eleştirdiğim bir partinin kapısına gideyim. AKP’li dostlar da geri zekâlı olmalı ki, bugüne dek beni teşhir etmediler.
5) Engin Ardıç’ın “İlk taşı attı” dediği yazımda (17 Ekim 2010) ben tüm Hürriyet yazarlarına bir yazısında “puşt” dediği için kendisine haddini bildirmiştim. Engin Ardıç’ın tek benci beynine göre o istediğine sövecek ama kimse ona cevap vermeyecek.
Yalancılığı da ekledi
6) Engin Ardıç hâlâ cevap ver(e)medi ama aynı yazımda şunları da yazmıştım.
“Engin Ardıç Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’na (TMSF) ait iken bu gazetede (Sabah) çalışmaya, kamunun kaynakları kullanılarak kendisine ödenen transfer parası ile başladı. Engin Ardıç Hazine’den geçinen liberal gazeteci!’dir. (” Fonun malları devlet malı hükmündedir “- tmsf.org.tr)”
7) Engin Ardıç sen devletin dolayısı ile milletin parasını aldın. Kaç para millet parası götürdün?
8) % 42’nin cebinden aldığın paralar ile sürekli % 42’yi temsil eden veya onların haklarını savunan kişilere hangi hakla sövüyorsun?
Senin ar damarın nerende?
Engin Ardıç sen ahlaki değerleri zayıf kişiliğine şimdi yalancılığı da ekledin!
* Cüneyt Ülsever / Hürriyet


++++++

Hürriyet’te birşeyler oluyor
Yalçın Doğan, TRT’nin Ağca’yı konuk etmesini yazmış. Cüneyt Ülsever de TRT’den maaş alan gazetecileri...
İki yazıyı da okuyamadık.
Parçalı yazan Yalçın Doğan’ın köşesinde ana yazı çıkmış, sadece iki kutu girmiş. Cüneyt Ülsever’in yerinde ise ’Yazısı elimize ulaşmamıştır’ diye bir açıklama...
Sanırım Ülsever yazısını güvercine bağlayıp yolluyor ve zavallı kuş yolunu şaşırdı.
Bu son olay, Hürriyet içinde bir süredir giderek güçlenen sansür mekanizmasının son ürünü. Böyle giderse Türk basınının amiral gemisi giderek yayımlanan değil, yayımlanmayan yazılarla konuşulacak medyada...
* Oray Eğin / Akşam

++++++

Yedikleri param haram olsun
TRT; hazineden aldığı para ile çoğu işe yaramaz adamlara programlar yaptırıp onlara akıl almaz ücretler ödüyor. TRT’nın dağıttığı bu paranın içinde; devletin benden doğrudan ve dolaylı vergilerle aldığı para da bulunuyor.
İşte benim paramı yiyen bu yandaş ve yalaka takımına paramı helal etmiyorum. Onlara zehir zıkkım olsun.
(...)
Her halde bir gün gelir bu milletin parasının yalakalara aktarılmasının hesabı İbrahim Şahin isimli yandaş müdürden sorulur.
(Haydi Bay Şahin; bu yazıyı da mahkemeye ver...)
* Rıza Zelyut / Güneş

++++++

Maaşın gizliliği ilkesi
TRT’ye program yapan AKP yanlısı gazetecilerin maaşlarını TRT iki yıllık ısrarlı talepler sonucu ancak yayımladı. ABD’den yazan okurumuz diyor ki:
“Buradaki sisteme göre eyalete bağlı herhangi bir kuruluşta çalışan insanın maaşını öğrenmek için girebileceğiniz bir internet sitesi var. İsmini yazıyorsunuz, maaşını öğreniyorsunuz. İnsanların eyaletin vergilerle topladığı paralarının nerelere, kimlere ve ne kadar ödendiğini öğrenmesi için geliştirilmiş bir sistem bu. Kişisel bilgi içerdiği için öğrenci ödev sonuçlarının duvarlara asılmasının bile yasak olduğu bir ülkede yapılıyor bu. Devlette istihdam olmuş insanların maaşları kişisel bilgi değil, şeffaflık adına aksine herkesin öğrenebileceği bir bilgidir burdaki anlayışa göre...”
* Melih Aşık / Milliyet


++++++

Biraz demokratsan korkanla değil korkutanla uğraş
Ahmet Altan dünkü yazısında demiş ki:
“Ne zaman televizyonları açsam, ne zaman gazeteleri okusam mutlaka birisi ’çok korktuğunu’ söylüyor. Söyleyenler kim? Bu ülkenin köşe yazarları. Kimden korkuyorlar? Başbakan’dan. Lafın sonunda söyleyeceğimi başından söyleyeyim: Kardeşim, Başbakan’dan korkacak kadar ödleksen köşe yazarlığını bırakır kendine başka iş bulursun”.
Kendi adıma konuşacak olursam:
Ben Başbakan’dan korkmuyorum.
Ödleklik falan da yapmıyorum.
Doğru bildiklerimi çekinmeden
yazıyorum.
Ama benim böyle olmam, bir “baskı ortamı”nın varlığından söz etmeme engel değil.

* * *

Her türlü baskı ortamında...
Korkaklar da olur kahramanlar da, ödlekler de olur cengâverler de, idealistler de olur oportünistler de...
Ama kendine “demokrat” diyen bir adamın...
“Korkuyorum” diyen köşe yazarlarına, “Sizi gidi ödlekler sizi! Gidin kendinize başka iş bulun” demek yerine...
“Bu nasıl özgür ülke? Bu nasıl demokrasi? Demokratik bir ülkede köşe yazarları, Başbakan eleştirisi yapmak için bedel ödemeyi göze almak zorunda kalır mı?” diye feryat etmesi gerekir.
Bedel ödemekten korkan adama, “Niye bedel ödemekten korkuyorsun?” denmez, bedel ödetmeye kalkışan adama, “Niye bedel ödetiyorsun?” denir.
Baskı gördüğünü düşünen yazarlara, “Kahraman ol” denmez, “Bu baskı niye var” denir.

* * *

Kısacası...
Bir memlekette “Korkuyorum” diye ağlaşan köşe yazarlarının olması, o memlekette “korku ortamı” olduğu gerçeğini önümüze koyar.
Bu durumda...
Bir “demokrat yazar”a düşen görev, korkup ağlaşanlara laf etmekten çok korku ortamını yaratanlara laf etmektir.
* Ahmet Hakan / Hürriyet


++++++

Kılıçdaroğlu, AP Raportörü Ruijten’e söz vermiş:
“Sizi şaşırtacağım.”
Başarır...
Zira bazı konularda bizleri bile şaşırtıyor...
* Haldun Ertem

++++++

Gazetecinin görevi espiyonaj değildir
Rasim’in kalkıp “Reha Muhtar program sonrası beni döveceğini söylüyordu... Bu saldırgan bir tavırdır...” demesi ne kadar gerçeği yansıtıyorsa, program sonrası adrenalin fazlasıyla insanların attığı tuttuğu şeyler o kadar gerçektir...
Rasim’e tavsiyelerim şunlar:
“İnsanlar söyleyeceklerini ekrana çıktıklarında söylüyorlar...
Ekran sonrası, kendi aralarındaki muhabbetleri, off the record ve mahrem ortamlardaki cüretkar ironileri, ” kayıt altına alıp, aktarmaya ve bundan manalar çıkarmaya kalkarsan... “ bir kere suç işlemiş olursun...
Bir insanın mahreme güvenerek ettiği laflarından, o insanla ilgili on the record, yani ” kayıtta söylenmişcesine değerlendirmeler yapmak “ bir gazetecinin değil, olsa olsa ortam dinleyen kulakların espiyonaj faaliyetine girer...

* * *

Ben görevlendirilmiş sivil polis değilim, insanların özel muhabbetlerinde, aile arası ilişkilerinde, eşiyle, dostuyla, sevgilisiyle konuştuklarında ne var ne yok diye bakacak ve onları aktaracak...
Program bitmiş, millet geyik yapıyor...
Orası bir televizyon programının, ekran önü değil, mahremidir...
O mahremde, gizli kamera kaydı yapmak da dahil her şey yasaktır...
Uluorta konuşmalardan, cımbızla laf seçip, o kişiyi belden aşağı pozisyonlamak, bir gazetecinin görevi hiç olmadı...
Ümit Kocasakal ” Stalin’i de anlamak lazım... “ diye konuşmuş olabilir...
Stalin’e kadar gitmeye gerek yok...
Ben ” biraz daha böyle bağırmaya tirad atmaya devam edersen seni döveceğim Rasim... “ diyordum habire o program sonrası sohbetlerde...
Bu durumda bendeniz ” fiziksel saldırıya meyletmekten ve Rasim’e darbeye teşebbüsten “ yargılanabilirim...
* Reha Muhtar / Vatan

++++++

MİNİ YORUM
Katiller yarışıyor
Sizden gelen “birikmiş” mesajlara eni konu bakma fırsatım oldu dün. Sıkça sorduğunuz iki soru çarptı gözüme:
“Ogün Samast’ı mı savunuyorsunuz? M.Ali Ağca’yı mı savunuyorsunuz?”
Cevapların en özeti, “Ne alakası var!” demek olur herhalde... Mümkün mü böyle bir şey! Hatta Dink suikastinden sonra ’suçlular’ın cezalandırılması konusunda en net tavırlı gazete bizdik herhalde... Nitekim, yukarıdakileri savunmayan kişilerin diğer bütün katilleri de savunmaması gerektiğini vurguluyoruz sıklıkla; “benim katilim iyi” diyenlerin olduğu bir ülkede adaletin tesisi mümkün değil çünkü...

Yazarın Diğer Yazıları