Apaydınlar, Atsız, Türkeş, Okuyan ve öbürleri...
Yassıada ve 12 Eylül mahkemelerinin celadet ve cesaret timsali avukatı Buhran Apaydın ve kardeşi Orhan Apaydın. Nice davaların adalet savaşçısı olmuşlar, adaleti tecelli ettirmişler söke söke.
Şimdilerde Silivri’de adalet aramakta olan bir usta ve mağdur gazeteci Doğan Yurdakul, F.Cengiz Erdinç’le birlikte, röportajlar yapmışlar Burhan Apaydın’la, bu söyleşileri “Adalet Savaşçısı” adıyla kitaplaştırmışlar (Kırmızı Kedi Yayınları). Ne de iyi olmuş, Türk adalet tarihine en gerekli sayfalar eklenmiş. “Tarih varsa, yarın da vardır” der Doğu Perinçek, Burhan Apaydın’ın yaşadıkları ve yaptıkları bilinmeden, yargımızın bugünü ve yarını doğru okunamaz, değerlendirilemezdi.
Bu kitabı; iddia, hüküm, savunma makamlarında ve sanık sandalyesinde oturan herkes okumalı, çünkü Demirel’in dediği gibi “Hukuk bir gün herkese lazım olur.”
Burhan Apaydın’ın bazı anlattıklarını görünce çok şaşırdım, meğer neler olmuş neler ve neler varmış. Neler mi? Söz gelimi siz Apaydınlar’ın Atsız ve Türkeş’e olan yakınlıklarını bilir miydiniz? Sanmam. Gelin okuyalım kitabın o bölümünü:
“Bizim Nihal Atsız dolayısıyla Türkeş’e bir yakınlığımız vardı. Nihal Atsız milliyetçiliğinden dolayı İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nde tabutluk denen işkence hücresine alınmıştı. Arkasından Alparslan Türkeş’in de adı karışmış, biz Orhan Apaydın’la çok üzülmüştük. Nihal Atsız, Çınaraltı ve bazı dergilerde milliyetçilik üzerine yazılar yazıyordu. Alparslan Türkeş’i de milliyetçi olarak biliyorduk. Biz Orhan Apaydın ile beraber, milliyetçilik anlayışı içinde yetişmiş insanlardık, ancak sosyal yapımız vardı, insanların eşit olarak refah içinde yaşamaları gerektiğine inanmıştık. Sosyal yapımız yanlış anlaşıldı ve bizi komünistlikle suçladılar. Özellikle de Orhan Apaydın’a bu suçlama yapıldı. 12 Eylül’den sonra Yaşar Okuyan’ın davasını aldık. Kendisi gelmişti. Türkeş ona ‘Apaydınlara git’ demiş, davayı aldık. Cumhurbaşkanına hakaretten 15 yılla yargılanıyordu. Türkeş davayı aldığımızı duyunca Yaşar Okuyan’a ‘Artık üzülme rahat ol, Apaydınlar davanı aldı’ diyor. Fakat sonra, Türkeş cezaevindeyken bunalım geçiriyor, biz o zaman bunu duyduk ve Alparslan Türkeş’in davasını savunma bakımından almaya karar verdik. Çünkü 12 Eylül karşısında savunmasız kalmıştı, bunu da bildirdik. Orhan Bey’le beraber samimi olarak karar verdik. Sanıyorum davasını bizim alacağımız duyulunca Türkeş’i tahliye ettiler.”
İyi mi? Güzel mi? Doğru mu? Mertçe mi? Elbette iyi, güzel, doğru ve sapına kadar mertçe. Peki bütün bunlar olurken, Ergun Göze’nin Orhan Apaydın aleyhinde yazdığı yüzlerce kışkırtıcı yazıdan etkilenen bazı mahpus ülkücüler ne yapıyorlarmış? Duyunca çok üzüleceksiniz, o arkadaşlar da üzülüp utanacaklar.
Orhan Apaydın, Barış Derneği Davası’ndan tutukludur 12 Eylül döneminde. Maltepe’de güneş görmeyen bir yere tıkmışlardır, içeriye 20 kadar da fare atmışlardır, fare kemirmiştir kulağını. Derken bazı ülkücüler gece kahve yapıp içine fare zehiri koyuyorlar, bir tanıdık “Orhan Bey kahve içme” diyor, öyle kurtuluyor. Sonra Bayrampaşa’ya naklediliyor. Koğuşta “fanatik ülkücüler” vardır, bunlardan birisi “Burnuma kan kokusu geliyor” diye tehdit ediyor, Burhan Apaydın’ın bir müvekkili sahip çıkmasa, belki de kan çıkacak gerçekten.
Evet, Apaydın bir ayna tuttum, baksın herkes yüreklice, yargılasın kendini.