Anne anlattıkça yüreğinin yangınını görmek mümkün
Pazar günü TÜYAP kitap fuarında okuyucular ile buluştum. Sohbet etme şansını yakaladım. Ziyarete gelen bir çiftin anlattıkları gerçekten yürek burkan cinstendi.
Oğlu askeri öğrenci… Yalova'da askeri kampa gidiyor. Tatbikat filan yaptırıyorlar. Sonrasında ansızın 15 Temmuz akşamı saldırı var hazırlanın deniyor ve emir karşısında hiçbir şeyden haberi olmadan otobüs biniyor. Olayın gerçeğinin ortaya çıkmasından sonra arkadaşları ile birlikte İstiklal Marşı'nı okuyup halkın desteği ile teslim oluyorlar.
Sonuç?
Müebbet hapis.
Kendisi ile aynı kampta bulunan ama otobüste olmadığı için taşınamayan, kampa geç katılan öğrencilere dava dahi açılmıyor. Anne anlattıkça yüreğinin yangınını görmemek mümkün değil anlatırken aklıma geçen günlerde tahliye edilen Ahmet Altan ve Nazlı Ilıcak geldi.
Ben de kumpas davası olan Ergenekon diye adlandırılan davanın sanığıydım. 11 yıl yargılandım. 23 Eylül 2008 tarihinden sonra hayatım kâbusa döndü. Her gün bir manşet vardı hakkımda. Bugün ve Taraf gazetelerinde "Ata Evlerine Ağırel Kondu" başlıkları atıldı, Samanyolu TV'de haftalarca ana haber bülteninde benden bahsettiler.
İşten çıkmak zorunda kaldım. Ailem her türlü baskı altına girdi. Anadolu'da sağlıklı yaşayan babam kriz geçirdi, yüksek tansiyon ve panik atak hastası oldu. Annem de onlarca hastalık…
Kötü günlerdi.
Biz o dönemlerde haksızlıklar ve iftiralarla boğuşmak zorunda kaldık. Hatta size ilk defa bir itirafta bulunayım. Davalar devam ederken mahkeme salonunda tutuklu ve tutuksuz sanıkların bulunduğu alanda önceleri engel yoktu. Sadece dizlerimize kadar bir engel vardı. Duruşma sırasında görüşebiliyor ve sohbet edebiliyorduk. Çok gizli örgüte ait olan biz elemanlar duruşmalarda tanışıyorduk. Bir duruşmada artık davaların unutulduğunu bizlerin unutulduğunu ve bir hukuk komedisinin yaşandığını tüm dünyaya nasıl duyururuz diye düşünüyorduk.
Bir dram yaşanıyordu.
Hukuk katlediliyordu duruşmalarda. Bir şey yapılmalıydı aklımıza her türlü düşünce geliyordu. Hatta abartıp su şişelerinin içerisine çakmaklara konulan benzinleri koyup kendimizi mahkemede yakmayı dahi düşündük.
Bu esnada PKK lideri bebek katili Apo'ya "Kürtlerin Mandelası" güzellemesini yapan, ensest ilişkiyi ve hayvanlar ile cinsel ilişkiye girmeyi normal gören Ahmet Altan Taraf gazetesinde çarşaf çarşaf PKK itirafçılarının ve hayali gizli tanıkların verdiği ifadelerle oluşan kumpas evraklarını yayınlıyordu. Üstelik hedef göstermeye bir taraftan da bir defa eleştirdiği FETÖ lideri Gülen'den özürler dilemeye çalışıyordu.
Nazlı Ilıcak ise davaların savcısı ile kartopu oynuyor, Fetullahçı Terör Örgütüne güzellemeler yapıyordu. Türkiye Cumhuriyeti Devletine "Katil Devlet" diyen Nagehan Alçı ile birlikte Ergenekon aşağıya Balyoz yukarıya her programda iftiralara devam ediyorlardı. Alçının kocası Rasim Ozan Kütahyalı ise Zekeriya Öz'ün heykelini dikmek ile meşguldü.
Dedim ya kötü günlerdi…
O kötü günlerde hayatını kız çocuklarının okumasına adayan Türkan Saylan, Cumhuriyet aydını İlhan Selçuk gözaltına alınmaya çalışılıyordu. Sonrasında kederden ikisi de hayatını kaybetti. Ergenekon'un kasası denen Kuddisi Okkır cezaevinde kanser oldu ve sonrasında can verdi, Muzaffer Tekin kanser olmuş, tedavi görmeye çalışıyordu, Abdülkerim Kırca hayatına son verdi, Ali Tatar iftiraları gururuna yediremedi ve hayatına son verdi, Cem Çakmak kanser oldu hasta yatağında dahi meydan okudu hayatını kaybetti, Olgun Ural hayatına son verdi, Kaşif Kozinoğlu cezaevinde öldü, Murat Özenalp, Berk Erden, Doğan İlhan, Emcet Olcaytu, Soner Polat, Engin Aydın ve daha birçok kişi bu dava yüzünden can verdi.
Bu davada yargılanan hiç kimse rövanş veyahut öç almak istemiyor. Bütün herkes sadece ama sadece adalet istiyor.
Altan ve Ilıcak adlı kişilerin ellerinde kan vardır. Bu kişiler gazeteci değil terör örgütünün birer tetikçisidirler. Hesabını da adilce ve hak ettikleri gibi yargılanacakları mahkemelerde vermek zorundadırlar.
Yok öyle kişileri hedef gösterip yavruları babasız bırakıp gerine gerine gezmek. Ceza evinden çıktıktan sonra akrabaları ve arkadaşları ne güzel sarıldılar değil mi?
Ancak ölümlerine sebep oldukları onlarca kişinin eşi, evladı kocasına, sevdiğine, babasına, abisine sarılamadı. Sadece yapabildikleri toprağına sarılmak ve adalet istemek…
Yok öyle cezaevinden çıktıktan sonra halen kumpas davalarını savunup FETÖ'ye selam gönderip terör örgütü liderinin yeğenine güzellemeler yapmak.
Sadece onlar değil.
Bu kumpas davalarının hazırlayıcı Fetullahçı Terör Örgütü ile birlikte iş tutan, besleyen, büyüten, destekçisi olan her kim var ise adalet önünde hesap vermelidirler.
Amacım bildiklerinizi tekrar hatırlatmak değil. Ne içeri girdiklerine sevinirim, ne de çıktıklarına üzülürüm. Ben hukukun hiçe sayıldığına, adaletin eşit olmadığına üzülüyorum. Hukukun bir kişinin iki dudağının arasında olmasına üzülüyorum. Yüzlerce kişiyi öldüren bu terör örgütü mensupları ile etkin mücadele edilmesi gerekirken yeniden umutlandırılmasına üzülüyorum.
Cezaevinden çıkarken suçsuz dediğiniz kişilerin yargılandığı hukuk sistemini yine sizler yarattınız, sizler destek verdiniz.
Fetullahçı Terör Örgütünün şu anda yaptığı propaganda masumlar suçsuz yere cezaevlerindeler propagandasıdır. Ne yazık ki bu propaganda da doğrudur. Nazlı Ilıcak ve Ahmet Altan gibi kalemleri kanlı kişiler tahliye olurken Bank Asya'ya kirasını yatırdığı için cezaevinde olan, emirleri uygulayan askeri okullarda okuyan çocukların müebbet ceza almasını kime nasıl açıklarsınız?
Dedim ya kötü günlerdi.
Bu kötü günleri hazırlayan, tertipleyen kişilerin utanmadan, sıkılmadan halen konuşması ve pişmanlık olmaksızın terör örgütü sözcülüğüne devam etmeleri daha kötü günlerin gelmesinin habercisidir.
Umarım bu düzen değişir.