Ankara'nın göbeğindeki "darbe!.."
"Gardrop Atatürkçülüğü" deyimi var ya; işte Gazi'nin ideallerini, hedeflerini ve mirasını yalnızca erozyona uğratmayan, aynı zamanda talan da eden o uydurma zihniyetin "darbe" vurmadığı bir yer kalmış mı acaba?..
Ne kadar şaşırtıcı değil mi; solu ezmek için "ılımlı İslam" adı altında memlekete "yeşil kuşak" çekme projesinin sadece solcuları değil, sağcıları da ezdiği bir dönemde, "gardrop Atatürkçülüğü" memleketin rejimini bağnaz zihniyetlerin çarkına teslim etmekle kalmadı...
Darbe; Fethullah Gülenlerin yanısıra, 12 Eylül sonrasında "anarşizm"le mücadele adı altında, bağnazlığın dayatıldığı, tarikat ve cemaatlerin önünün açıldığı ve gericiliğin hortladığı bir dönemi de karşımıza çıkardı...
12 Eylül yönetiminin siyasi ve sosyolojik "panzehir" adı altında kullandığı çarpık sistemler nasıl "sol"u ezmeye çalışan gericiliği ortaya çıkardıysa; daha sonraları PKK'yı yok etmek iddiasıyla dinciliğin silahlanmasına yol açan Hizbullah ve İslami Hareket gibi terör unsurlarının önünü de açtı!..
Ve Türkiye, "düşmanımın düşmanı dostumdur" hastalığının kangrenleşerek bir salgın gibi toplumu esaret altına aldığı 12 Eylül sonrası dönemden itibaren, en çok da "terör"den çekti... Dinci terör, ayrılıkçı terör vs.
Gardropçuluğun erozyonları!..
Tuhaf değil mi; bir günde "anarşizm"i durdurmakla övünen 12 Eylül zihniyetinin siyaseti bağnazlıkla ezme stratejisinin meyveleri ileriki dönemlerde, "ihtilal" öncesinden çok daha kanlı ve kaotik bir dönemi toplumun önüne getirdi...
Ve Türkiye, darbenin üzerinden 38 yıl geçmesine rağmen bir türlü huzur bulamadı...
Rastlantı mı şimdi; Türkiye'ye 40 yıldır kan kusturan PKK'nın 12 Eylül sonrası palazlanması, sınır ötesinde, hatta Orta Doğu'da bile etkili olabilmesi?..
Dincilerin "PKK ile mücadele" adı altında silahlandırılmasının sonucu olarak ortaya çıkan Hizbullah'ın bir dönem 20 bin kişilik askeri güce ulaşması, Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okan'ın öldürülmesi sürecine kadar yüzlerce kişinin canını alması ve Güneydoğu'yu bir korku cehennemine çevirmesi?..
Rastlantı mı şimdi, Hizbullah'tan kopan kitlelerin önce El Kaide ve sonra IŞİD'e katılarak, Suriye- Kuzey Irak ve Türkiye içerisinde kanlı eylemlere imza atabilmesi?..
Tesadüf mü şimdi, 12 Eylül öncesinde birkaç siyasi parti içerisinde Nurcuların- Nakşilerin desteği ile büyüyen tarikatlarla cemaatlerin ve molla-mürit-medrese sisteminin 12 Eylül'ün ardından ülkenin neredeyse tamamını işgal edercesine "hücre"ler oluşturması?..
Evet; daha sonraları PKK'nın HDP'yi piyasaya sürmesi ve Hizbullah'ın ise Hüda-Par adı altında parti kurması, 12 Eylül sonrası stratejinin palazlandırdığı unsurların legal siyasette de at koşturması gibi bir çelişki yaratsa da, sonuçta "terör" bu iki unsurun uzantıları olarak durmadı ve durmayacak gibi görünüyor...
İşte herşey ortada; Kuzey Irak'tan sonra Suriye'de de at koşturan PKK ve içinde eski Hizbullahçıların da cirit attığı IŞİD ve El Kaide'nin halen etkin olabilmesi!..
Evet; tüm bunlar "gardrop Atatürkçülüğü" olarak tanımlanan ve Atatürk'ün her alanda suistimal edilmesinin yanısıra, aynı zamanda bağnazlığın önünün açılmasının sonuçları olarak da karşımızda duruyor...
Ancak asıl konumuz "darbe" sonrası yaşanan sosyo-politik erozyonun, üstelik "gaflet-dalalet ve ihanet"in yalnızca siyasete etkileri değil...
Şaşıracaksınız ama konumuz 12 Eylül üzerinden "doğa", çevre ve yağma aslında...
Gazi'nin çitfliğindeki yağma...
Bugünlerde çevre ve doğa duyarlılığı zirvede... Çünkü Burdur'daki Salda Gölü'nden Çanakkale'deki Kazdağları'na kadar katliam var, vahşet var, dehşet var, barbarlık var!!!
Tertemiz göller, "park" adı altında yok edilmeye çalışılıyor, Kazdağları'nda doğa vahşeti "siyanür"le birlikte aynı zamanda ekosistemi vuruyor, çevreyi katlediyor, insanlığı tehdit ediyor...
Asıl meseleye gelelim; Ankara'nın göbeğinde yıllardır durmayan doğa katliamına ne demeli?..
Nedir bu; Büyük Önder'in Türk Ulusu'na armağan ettiği Atatürk Orman Çiftliği'ndeki utanç verici yağma?..
Gazi'nin binbir emekle- yoktan var ettiği o muhteşem çiftlik neden sürekli hedefte?..
Mahkemelerin "iade" kararlarına rağmen çiftlik nasıl olur da talan ediliyor, ona buna peşkeş çekiliyor ve giderek beton yığınlarına teslim ediliyor?..
Diyeceksiniz ki, bunun "gardrop Atatürkçülüğü ile ne ilgisi var?.."
İlgisi çok, çünkü buradaki talan da "darbe"nin tam ardından askeri dönemin egemenliğini sürdürdüğü 1983'ten itibaren başlamış...
Yani bizim anlı- şanlı darbeci generaller, bırakın laik rejimi korumayı ve cumhuriyetin "ilelebet payidar" kalmasına destek vermeyi, Ata'nın başkentin göbeğindeki çiftliğine bile sahip çıkamadılar...
Çünkü 24 Mayıs 1983'te çıkarılan 2823 sayılı "Atatürk Orman Çiftliği Mülkiyetindeki Bir Kısım Arazinin Devredilmesine İzin verilmesi Hakkında Kanun" ile AOÇ arazilerinden bir bölümünün Gazi Üniversitesi'ne devredilmesinin ardından, Gazi'nin emaneti üzerindeki talan durmadı...
Özellikle AKP döneminde, çiftliğin neredeyse üçte ikisi adeta yağmalandı ve oradaki ihanet bir türlü durmuyor...
Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı Tezcan Karakuş Candan demiş ki;
"Mimarlar Odası Ankara Şubesi'nin, AOÇ topraklarının bütünlüğü ve Mustafa Kemal Atatürk'ün şartlı bağışına uygun kullanımında vazgeçmeyeceklerini bilmeleri gerekir. Satışa çıkartılan alanlar AOÇ arazisidir, derhal iade edilmelidir..."
Peki; o çiftliğin korunması- kurtarılması için neredeyse tek başına mücadele eden Mimarlar Odası neden yalnız bırakılıyor, çevreciler ve doğaseverler neden destek vermiyor, özellikle CHP ve İYİ Parti buradaki rezaleti neden izlemekle yetiniyor?..
Diyecek ki kimileri; "bu ülkede 12 Eylül'den sonra Gazi'nin hangi eserine sahip çıkıldı ki, çiftliğine de sahip çıkılsın?.."
O zaman tüm gaflet odaklarına yazıklar olsun...