Ankara’da TÜRK-İŞ var mı?
Türkiye’de sendikacılığın kara günlerini yaşadığı dönemde TÜRK-İŞ kongresi yapıldı. Beklenildiği gibi oyların çoğunluğunu alan Mustafa Kumlu bir dönem daha koltuğunu korumuş görünüyor. TÜRK-İŞ’in efsane başkanı Seyfi Demirsoy’un “Ankara’da TÜRK-İŞ var!” sözü sendika binalarının duvarlarında halen asılı olsa da memlekette sendikacılığın ruhuna Fatiha okutan zihniyet solun ideolojik saplantılarıdır. Şimdi bu satırlara başta marjinal sol gruplar olmak üzere geçimlerini sendikacılıktan sağlayan profesyonel yöneticilerle nostalji tünelinden çıkamayan duygusal devrimciler karşı çıkacaktır. Ama gerçek acıdır... Patronların masalarında meze olmaktan öteye gitmeyen eski tüfek sosyalistler Türkiye’deki sendikacılığın katilleridir...
Darbe dönemlerinde askıya alınan sendika faaliyetleri sanıldığı gibi solun iktidarında işçiye haklar kazandırmaktansa siyasete müdahale edip medya ile flört etmekten öteye gidememiştir. Sosyalist düşünceyi hayat tarzı haline getirdiklerini iddia etmelerine rağmen lümpen burjuvazinin ötesine geçemeyenler, sendikaların Bülent Ecevit’in Çalışma Bakanlığı sırasında nefes alıp, yeşerdiğinde ısrarla devam edecek kadar gericidirler de... Kim ne derse desin, güneş balçıkla sıvanamaz. Süleyman Demirel’in başı sendikalarla hep belada olmuşsa da işçilerin hakları Demirel döneminde korunduğu gibi, sendika yöneticilerine padişah yetkileri verilmiştir.
Bana göre ülkenin bugünkü kaosa sürüklenmesinde vebali bulunan Turgut Özal, iktidarının en güçlü döneminde dahi işçi direnişleri karşısında geri adım atmıştır. Her ne kadar Özal ile beraber sendikalı işçi sayısında hızla erime yaşanmış olsa da memurlar-bürokratlar, işçi ücretlerine gıpta etmişledir.
Ömrüm boyunca sağcı olmadığım gibi sağ iktidarlarla aram hiç iyi olmadı. Sağ ile kavgamızı merhum Türkeş’in deyimi ile ertelemiştik. Lakin hakkını teslim etmek lazım. Koyu bir sağ iktidar olan Refah-Yol hükümeti döneminde merhum Erbakan ve Tansu Çiller döneminde işçi ve memura o zamlar verilmeseydi, her an şiddetli bir sosyal patlama endişesi bugün yangına dönüşmüş olurdu.
Gelelim memleketi değiştirmek-dönüştürmek için her türlü faşizan yöntemi sergileyen AKP’nin on yıllık iktidarındaki sendikacılığa. Vahşi kapitalizmin en ruhsuz yöntemleriyle, emperyalizmin acımasız taktikleri ile “böl-parçala-yönet” i uygulamaya koyan AKP, başta memur sendikaları olmak üzere işçi ve memurun üzerine karabasan gibi çöktü. Recep Tayyip Erdoğan’ın “Bi taraf olan bertaraf olur” şeklindeki şantajvari söylevine patronlarla beraber sendikacılar da boyun eğmek zorunda kaldı. Aksi halde sabaha karşı basılan ev ve işyerlerinde gözaltına alınan insanlar için yargısız itibar infazları uygulanacaktı. Nitekim bazılarına uygulandığı için seslerini çıkaramaz oldular.
Sanıldığı gibi sendikaların başarısı, işçilerin meydanları doldurup seslerini yükseltmesi, yöneticilerinin basiretli duruşu ve pazarlık masasındaki dirayetleri değildir. Bunlar olsa olsa faktörlerden bazılarıdır. Ana konu, kamuoyunun infiali ve basının desteğidir. En son işçi direnişi olan TEKEL eylemlerinde bu iki faktör olmasa sonuç almak imkansızdı. Zira AKP hükümeti TEKEL direnişçilerini “bölücü terörist” bile ilan etmiş, polis insan haklarına aykırı güç kullanmıştı. İşin aslı ve tartışılmaz gerçeği varlığını kamuoyu desteği ve basının duyarlı tutumuna borçlu olan TÜRK-İŞ, Ankara’da var olmasına rağmen yandaş medyanın sapkınlığı, yargının bağımsızlığını yitirmek üzere oluşu yüzünden eli kolu bağlıdır.
AKP psikolojik harp yöntemleriyle beraber olağanüstü propaganda bombardımanı ile işçi ve memura yeni haklar vereceğini vaat edip yüzde 60 evet oyu almış ama beklenen hakların üzerine yatmıştır. Buna rağmen aynı işçi ve memur seçimlerde yüzde 50 oranında oy vererek AKP’ye yol vermiştir. Bu tablo karşısında sendikaların hükümete karşı üyelerinin desteğini alıp direnmesi mümkün olamamıştır. Acı ama gerçek budur. Bu konuda en büyük vebal şüphesiz muhalefet partilerinin liderlerindedir. Kendi güdümleri dışına çıkmayacak, her dediklerine eyvallah edecek işçi ve memur sendikalarının yöneticilerini belirlemek, seçimlerde siyasi baskı kurmak yanlışını onlar başlatmışlardır. Nitekim Türkiye’nin en büyük memur sendikası KAMU-SEN milyonlarca üye ile masanın başında otururken, bugün çoğu işyerinde temsilci hüviyetini kaybetmiş, üye sayısı yerlerde sürünmektedir. Siyasi ve şahsi çekişmeler yüzünden küskünlük, kırgınlıklar yeni adreslerin açılmasına istifaların artmasına yol açmıştır. Bugün fikir kulübü, hemşeri derneği, emekliler lokali haline gelen, isimleri dahi bilinmeyen yüze yakın sendika vardır. Bu zayıf kuruluşların güçlü bütün ile birleşerek işçi ve memurun hakları için bir araya gelmeleri şarttır.
Sonuç olarak; Ankara’da TÜRK-İŞ’in varlığı ve yokluğunu tartışmaktansa sendikaları gerçek anlamda güçlü birlikteliğe zorlamak kamuoyunun vazifesidir.