Ankara’da hâlâ hakimler var mı!

Birkaç gün önce yayınlanan yazısında, Odatv davası sanıkları için “İlk dokunanlar onlar değildi. Sadece sesi en fazla duyulanlardı” diyen Avukat Hüseyin Ersöz, eski Hava Kuvvetleri Başsavcısı, Hakim Albay Ahmet Zeki Üçok’la ilgili yargı sürecine dikkat çeken bir mesaj gönderdi.
Ersöz’e göre Üçok, Yeni Türkiye’nin “dokunduğu için yanan” ilk ismiydi.

***

Önceki gün Mustafa Mutlu Vatan’daki köşesinde yazdı hikayesini. Kolay değil; “hayatını yazsam roman olurdu” ayarında ama bir kere de ben özetlemeyi deneyeyim “yandığı duymazdan, görmezden gelinen” Üçok’un başından geçenleri.

***

Her şey, Zekeriya Öz tarafından yürütülen ve Hava Kurmay Albay Cengiz Köylü’nün tutuklanmasıyla Hava Kuvvetleri Savcılığı’nın da gündemine gelen ’Karargah Evleri Soruşturması’yla başladı. Hava Kuvvetleri Başsavcısı olarak dosyaya Üçok bakacaktı. “İddiaların dayanaksız olduğu” sonucuna vardı. “Takipsizlik” kararı verecekti ki, bir anda kendisini “sanık” sandalyesinde buldu. “Sahte çürük çetesi” ne üye olmakla suçlanıyordu.
Yetmedi; suçlarına “Ergenekon Terör Örgütü Üye” liği eklendi. Sorgusu, daha önce yürüttüğü soruşturmayı “dayanaksız” bulduğu için karşı karşıya geldiği Zekeriya Öz tarafından yapıldı!
Bir yıl sonra “Balyoz” soruşturmasına dahil edildiğinde hakkında oluşturulmuş imaj şuydu:
Hem sahteci, hem terörist, hem darbeci!

***

Üçok, 26 Eylül 2009’da, “Sahte Çürük Çetesi üyeliğinden”, 30 Mart 2010’da da “Ergenekon Terör Örgütü üyeliğinden”, 1 Haziran 2011’de de “Balyoz darbecisi olmaktan” tutuklandı.

***

Bu kadar sanmayın; Milli Savunma Bakanlığı’nın hakkında açtığı soruşturmalar bir yana “tutuksuz” yargılandığı iki dosyası daha var; onlar Askeri Yargıtay’da!
Hukukçuların Üçok’un yargılanma sürecine itirazları da tam bu noktada:
“Görev suçu” işlediği ileri sürülen bir Hakim Albay, “Kayseri Dosyası” nda neden diğer örneklerde olduğu gibi Askeri Yargıtay’da yargılanmıyor acaba?

***

“Kayseri Dosyası” malum “hipnoz” davası!
Hani Kayseri’de Hava Kuvvetleri bilişim sistemine sahte belge yükledikleri iddiasıyla gözaltına alınan üç astsubay, suçlarını “abilerinin isteğiyle işledikleri bilgisini vererek” itiraf etmişti de, bu bilginin deşifre olması üzerine zuhur eden avukatları astsubayların ifadelerinin “hipnoz” la alındığını ileri sürmüştü!
Velhasıl; iddia olunan “hipnozcu” yargılanmış, cezaya çarptırılmış ancak Yargıtay şüphelilerin itiraflarını geçersiz kılmak için bu suçlamaya başvurduğu, suçun unsurlarının oluşmadığı, yeterli delil bulunmadığı gerekçeleriyle kararı bozmuştu.
Üçok’un dördüncü tutukluluğu, Yargıtay’ın doktor raporlarına da dayanarak “hipnoz yok” kararı verdiği bu davadan! Garip olan söz konusu kişi şu an “hükmen tutuklu” durumdaki Üçok olunca Yargıtay’da oluşan “görüş değişikliği” . Ersöz gelinen aşamayı, “Daha önce suçun şartlarının oluşmadığını söyleyen Yargıtay Başsavcılığı, dosyaya aleyhte tek bir delil girmemişken bu kez kararın onanmasını istiyor. Yüksek Yargıda kadrolaşma iddialarının gündemde olduğu bir süreçte, bu görüş değişikliği daha bir anlamlı” diye özetliyor ve soruyor:
- Bakalım karar bize “Ankara’da hâlâ hakimler var” dedirttirecek mi?

Bir yayın yönetmeni için
ne büyük talihsizlik

“Muhteşem Yüzyıl” adlı dizi kendi gazetesinin de bağlı olduğu grubun televizyonundayken çarşaf çarşaf methiye yayınlayan gazetenin yayın yönetmeni, biraz en büyük rating silahlarından birini rakip kanala kaptırmanın haseti, biraz da Başbakan’a yeni bir takla fırsatı yakalamanın coşkusuyla olsa gerek, “popüler = kalitesiz” konseptli bir yazı yayınlamış.
Keşke “Muhteşem Yüzyıl yayınlandığı her hafta en çok izlenen program listesinde birinci. Popüler olan, kitlesel olan, ticari değeri olan niteliksizdir. Bu dizi de kesinlikle kötü dizi, kesinlikle kalitesiz” dediği gün, kendi yönettiği gazeteyi sürmanşetten “ikoncan bacağı” yla pazarlıyor olmasaydı!
Bir genel yayın yönetmeni için ne büyük talihsizlik!

Erdoğan ile Öcalan’ın
“kader birliği”

Aşağıdaki satırlar Yeni Şafak Ankara Temsilcisi Abdülkadir Selvi’nin dünkü
yazısından:
“Silvan ve Oslo sızıntısı Kürt derin devletinin Öcalan’ı tasfiye girişimiydi. Oslo ve Uludere’nin hedefi tartışmasız şekilde Recep Tayyip Erdoğan’dı.
Öcalan bunu, ‘Kürt derin devleti ile Türk derin devleti’nin işbirliği olarak nitelendiriyor.”
Bu satırlardan ben, “Erdoğan ile Öcalan’ın aynı kaderi paylaştığı” sonucuna varıyorum! Selvi’nin ifadeleri, maksadı o mudur değil midir bilemem ama, bir Başbakan ile bir caninin, terör örgütü başının “aynı safta” olduğu algısını yaratıyor okuyanda.
Başbakan’ın böyle dostları varken hiç boşu boşuna sanal düşmanlara kılıç sallamasına gerek yok aslında!


Ben mi, muhalefet mi,
ne münasebet...

Güler misin, ağlar mısın!
BirGün gazetesinin Tayyip Erdoğan’ı “çooook kızdırmayı” göze alarak hazırladığı çarpıcı ilanla okuruna tanıttığı “yeni muhalif yazar kadrosu” ilk günden çark etti. Hale bakın... Adını Erdoğan’ın gözüne çekilmiş siyah bantın üzerinde gören “cesur, korkusuz” yazarlar, neredeyse “ne muhalefeti, hiç işimiz olmaz” nidaları atarak arkasına bakmadan kaçacak!
Delikanlı devrimci kız ayaklarındaki Ece Temelkuran “hiç hoş bulmamış” BirGün’ün ilanını; “Yazmak kimsenin gözüne bant çekmek değildir” buyurmuş.
Nuray Mert, gazetenin ilanı “kendisine danışmadan” hazırladığını öne sürerek “Bu anlayışta olan gazete ve ekiple devam etmek istemediğini” bildirmiş.
Her tarafı muhalefet olsa en fazla “ııı, eee, aaaıııı” efektleri çıkaracağı için zaten başına bir iş gelme ihtimali bulunmayan Banu Güven ise “BirGün’ün ilanından yeni haberdar oldum. Bizim işimiz gözleri açmak. Gazeteci olarak derdimiz, sadece Başbakana muhalefet değildir. Olmadı... BirGün’de adımın geçtiği ilandan bugün haberdar olmam da kabul edilemez” diye veryansın etmiş.
İyi kötü okumuş yazmış insanlar;
O siyah banta bakıp da iktidarın “basın, düşünce ve ifade özgürlüklerine” karşı işlediği suçları görmek yerine, adlarının o banta yazılmasını “baskı” dolayısıyla işlerinden edilmiş olmalarına, hapse konmalarına, sürgüne uğramalarına bağlamak, kendilerine birer “kahramanlık” payesi çıkarmak yerine gerçekten de “gözbağı yerine konuyoruz” diye düşünmüş olabilirler mi?
Yoksa bu aşırı tepki “yan çizme” girişimi mi?
Her hangisi ise;
Ne yalan söyleyeyim BirGün adına çok sevindim!
“Başbakan’ın gözündeki siyah bant” ın adı olmak ile “göz bağlamak” arasındaki farkı dahi idrak edemeyenler mi, kimin eli kimin cebinde belli olmayan bir ülkenin gündemini tahlil edip, ufuk açacaktı yani!

Yazarın Diğer Yazıları