Ankara Valisi Jandarma Genel Müdürü mü olacak?
Aralık 2013’te yazmıştım, “AKP Hükümeti Jandarma Genel Komutanlığı’nı Jandarma Genel Müdürlüğü’ne dönüştürmek için çalışmalarını sürdürüyor” diye. Bu açıklamama dolaylı bir açıklama ile böyle bir çalışmanın olmadığına dair bir cevap geldi. Ancak İçişleri Bakanlığı’ndan gelen haberler durumun hiç de öyle olmadığını ve AKP’nin artık Jandarma Genel Komutanlığı’na bir sivil genel müdür aradığını gösteriyor. Hatta böyle bir isim bulunmuş. En azından geçiş döneminde yandaş bir vali ile tepki uyandırmamak için güvenlik bürokrasisinden saygın bir isim ve devletin valisi olarak tanınan Ankara Valisi’nin ilk Jandarma Genel Müdürü yapılacağı haberleri dolaşıyor. Hatta, Hükümetin hazırladığı beşinci yargı paketinin içine Jandarma Genel Komutanlığı’nın sivilleştirilmesi adı altında AKP’lileştirilmesi sürecini yasalaştırmak için çalışmalar yapılacağı söyleniyor.
Türkiye, Başbakan Erdoğan’ın ifadesi ile bir Fetret Dönemi’nden geçmektedir. Fetret Dönemi kavramı Osmanlı tarihinden anılan bir kavramdır. 1402’de Ankara Savaşı’nda Yıldırım Beyazıt, Timur’a yenilince Osmanlı Devletinin iktidarı Yıldırım Beyazıt’ın oğulları Emir Süleyman, İsa Çelebi, Musa Çelebi ve Çelebi Mehmet arasında dağılmıştır. Her birisi ülkenin bir yanına hakim olan şehzadeler, ülkenin diğer bölgelerini de ele geçirmek için birbirleri ile savaşmışlardır. 1413’te I. Mehmet Han iktidarını sağlamlaştırmış ve Fetret Devri sona ermiştir.
Başbakan Erdoğan’ın, kendi iktidarını Fetret Devri olarak nitelendirmesinin nedeni, ülkemizde de aynı anda çoklu iktidar yapısının oluşmasıdır; AKP devleti, Hizmet Cemaati devleti ve KCK devleti. Bütün bunların yanında köşeye itilmiş Türkiye Cumhuriyeti devleti. Bu devletler arasındaki çatışmadan dolayı, MİT’in Türkiye içinde örtülü operasyon yapma yeteneği ortadan kalkmış, Suriye’de muhalefete giden TIR’lar yakalanmaya başlanmıştır. Bu TIR’ların yasal olmadığı iddiası doğrudur ancak yasal olmadıkları için değil, devletler çatışmasından dolayı durdurulmaktadır. AKP “devleti” şimdi Adalet Bakanlığı ve poliste kendi hakimiyetini sağlamak için kapsamlı operasyonlar gerçekleştirmektedir.
Jandarma Genel Komutanlığı’nın da genel müdürlüğe dönüştürülmesi çalışması bu politikanın sonucudur. AKP Hükümeti’nin ne yazık ki, düşman ordulardan daha çok Türk Silahlı Kuvvetleri’nden korktuğu görülmektedir. AKP Hükümeti’nin TSK’ya karşı adını doğru koyalım düşmanlığı ve derinden duyduğu korku o derecede seyretmiştir ki, yıllarca kurulan kumpaslara ortaklık etmek konusunda en ufak bir tereddüdü olmamıştır. Bu kumpasların Türkiye’nin ve Türk Milletinin güvenliğini ağır bir tehdit altına atması dahi AKP Hükümeti’ni harekete geçirmemiş, bütün otoriter parti yönetimlerinde olduğu gibi AKP iktidarının güvenliği Türkiye’nin güvenliğinin önüne konulmuştur.
2007’den bu yana yürütülen operasyonlardan dolayı TSK’nın moral ve motivasyonu çok ağır darbeler almıştır. Orduda silah arkadaşlığı kavramı zayıflamıştır. Astsubayların ve uzmanların haklı ve Genelkurmay Başkanlığı tarafından gündeme taşınan talepleri karşılanmayarak, subay-astsubay geriliminin artırılması arzu edilmiştir. Deniz Kuvvetlerimize karşı sürdürülen operasyonlar neticesinde Doğu Akdeniz’in jeopolitik önemi büyük ölçüde artar, Suriye, Akdeniz’deki Afganistan’a döndüğü için daha güçlü bir donanma acil ihtiyaç haline gelirken, artık gemileri olan ancak amiral sınıfı tasfiye edilmiş bir deniz kuvvetlerimiz vardır.
Pilotların zorunlu hizmet süresinin 15 yıldan 10 yıla düşürülmesinin ülke güvenliğine zarar vereceği, bu satırların yazarı dahil bir çok kurum ve kişi tarafından dile getirilmesine rağmen, burada yazılması gerekli olmayan bir neden ile AKP Hükümeti’nin ısrarı ile 10 yıla indirilmiştir. TSK’nın ağır baskı ve psikolojik operasyona maruz kalmasından dolayı pilotların, 10 yılı doldurunca kitleler halinde istifa etmeleri üzerine ortaya milli güvenlik tehdidi çıkınca AKP Hükümeti zorunlu hizmet süresini 14.5 yıla çıkarma kararı almıştır.
Orta Doğu 2014 senesinde de büyük çatışmaların yaşanması muhtemel bir bölge. ABD’nin önde gelen düşünce kuruluşlarından Council on Foreign Relations tarafından yayınlanan çalışmada 2014’te Orta Doğu ile ilgili önemli çatışma beklentileri şöyle sıralanmış; Etkisi Yüksek, OlasılıkOrta şekilde Suriye’ye dış müdahale, Etkisi Orta, Olasılık Yüksek şekilde Afganistan’da istikrarsızlık ve şiddetin artması, Pakistan’de şiddet ve istikrarsızlığın artması, Yemen’de El Kaide’nin güçlenmesi, Irak’ta Sünni-Şii iç savaşının başlaması, Suriye’deki iç savaşın Ürdün’e sıçraması, Etki Orta, Olasılık Orta Mısır’da politik istikrarsızlığın artması, Lübnan’da mezhep çatışmalarının artması, Etki Düşük, Olasılık Orta Türkiye’de PKK terörünün başlaması.
Burada sayılan etkilerin tamamı ABD için ortaya çıkaracağı yüksek, orta ve düşük etkilerdir.
Oysa bunların Türkiye üzerindeki etkilerinin daha fazla olacağı ortadadır. Türkiye istikrarsızlığın arttığı bir şiddet sarmalının ortasında bulunmaktadır. Üstelik bu sadece 2014 ile sınırlı bir durum da değildir. Gelecek 20 yılda Orta Doğu’da yeni devletler kurulurken bir çok devlet parçalanacak veya yok olacak. Amerikalı uzmanlar bu sayının 14’e kadar çıkacağını öngörüyor ve/veya arzu ediyorlar. Bu süreçte Orta Doğu’da melez savaşlar denilen konvansiyonel savaşlar ile gerilla savaşlarının karışımı savaşlar gerçekleşecektir.
Halen Suriye’de yaşanan iç savaş yukarıda kastedilen anlamda bir melez savaşın prototiplerinden birisidir. Orta Doğu’nun Balkanlaşması adını verdiğim bu sürecin Türkiye üzerinde büyük bir basınç oluşturacağı ortadadır.
Türkiye’ye yönelik tehditler sadece dışarıdan kaynaklanmamaktadır. PKK tarihinin en güçlü seviyesine ulaştırılmıştır. KCK, devleti müzakere sürecini çok doğru adımlar ile değerlendirmiş, meşrulaşma sürecinde önemli adımlar atmış, Güneydoğu Anadolu’da devlet mekanizmasına paralel KCK “devlet” mekanizmasını kurmuştur. PKK’lı çeteler kırsal alanda kurtarılmış bölgeler oluşturmuşlardır.
30 Mart seçimlerinde örgüt, Güneydoğu illerinde 2011 seçimlerinde % 51 olan oy ortalamasını % 80’e çıkarmayı hedeflemektedir. PKK için seçimler seçim değil, demokratik özerklik için referandumdur. PKK, seçim sonrasında bir şehir ayaklanmasını göz önünde tutmaktadır. Bütün bu bölgesel karışıklıklar ve PKK terörünün beklenmesi gereken eylemleri karşısında Türkiye’nin elindeki en önemli güç, TSK-Jandarma-polis ve MİT’ten oluşan güvenlik sistematiğidir.
Polisin halen istihbarat ve terörle mücadele gibi kadroları tamamen dağıtılmış ve bir kısmı bu konularda deneyimsiz kadroların yerleştirilmesi ile kritik bir döneme girmiştir. İstanbul kenti gibi 14 milyonluk dev bir şehrin güvenliğinin başında hayatında bir gün polislik yapmamış bir vali bulunmaktadır. MİT, Türkiye içinde örtülü operasyon yapamayacak şekilde esir alınmış durumdadır. 200 subayı 1992-1994 süreci ile ilgili yargılanan ve yüzlerce subayı da yargılanmayı bekleyen TSK, Uludere’de Ocak 2014’ün üçüncü haftasında açılan PKK ateşine karşılık vermekten sakınmakta, ancak Ocak 2014’ün dördüncü haftasında Suriye’den ateş eden El Kaide’ye elindeki bütün mevcut silahlar ile ateş ederek cevap vermektedir. Bu siyasi baskı altına alınmış bir ordunun fotoğrafıdır.
Bölgesel ve ulusal nitelikli bu şartlar karşısında Jandarma Genel Komutanlığı, gerilla savaşı ve melez savaş konusunda Türkiye’nin elindeki yetişmiş en iyi, deneyimli ve mobil birliklere sahip olan gücüdür. E. Genelkurmay Başkanı Org. Işık Koşaner, Kara Kuvvetleri’ni eleştirirken, jandarma için “onlar kendi işlerini iyi yapıyorlar” tespitini yapmaktadır.
Özetle; Türkiye ve Orta Doğu bölgesi önümüzdeki 20 yılda büyük bir jeopolitik kırılma ve sosyal kaosa sürüklenirken, PKK ile ne yaşanacağı belirsizliğini muhafaza ederken, aklı evvel bazı danışmanlara uyarak Jandarma Genel Komutanlığı’nı kısa vadeli parti çıkarları uğruna feda etmek ve Jandarma Genel Müdürlüğü’ne dönüştürmek, büyük bir yanlıştır. AKP Hükümeti son 12 yılda Emniyet Genel Müdürlüğü’nü getirdiği noktayı şimdi görmekte ve kendince düzeltmeye çalışırken düşünmelidir: “Poliste yaptığım iyi mi ki jandarma da yapacağım iyi olsun.”
Tekrar edelim: Jandarma Genel Komutanlığı’nda yapılacak iki şey, Genel Komutanın Jandarma içinden çıkmasını sağlamak ve 1980 öncesinde olduğu gibi sicil açısından valilere bağlamak ile sınırlı olmalıdır. Bunların dışında yapılacak her şey gereksiz, yanlış ve milli güvenliğimize yönelmiş bir tehdittir.