Ankara günlüğü...
Kaldığımız yerden devam -okur mektuplarından dolayı bir günlüğüne ara verdiğimiz- Ankara notlarına:
Bir:
Öyle “başkent”mi olur Allah aşkına!
Ülke dışından, hadi ondan da vazgeçtim il dışından gelen biri Ankara’nın “başkent” olduğunu nasıl anlayacak; söyleyebilir mi bunu biri?
Hayır ben gezdim, dolaştım, baktım ama hiçbir ipucuna rastlayamadım da!
Hani nerede “cumhuriyet”in sembolleri?
Manasız demir ve beton yığınlarıyla donatılmış halde Ankara’nın ana/ara kullanılabilir bütün arterleri!
“Ankara’nın bağları da; büklüm büklüm yolları...” diye güle oyna koştuğunuz yerde; “ODTÜ’den yol geçireceğim”, “Çukurambar’a rezidans dikeceğim”, “Kanal bahanesiyle şehrin tekleyen biricik ciğerini de ranta açacağım” kafasının katliamına uğrayan “yeşil”e El-Fatiha!
Ankara’nın bağlarının yerini Ankara’nın -25 milyon TL’nin üzerine beton dökmek suretiyle inşa edildiği söylenen- kapıları almış bile; bir de öyle zevksiz, bir de öyle estetik yoksunu “şey(!)”ler ki, yaptıran CHP’li yahut MHP’li belediye olsa Başbakan çoktan hükmünü vermişti:
Yıkın ucubeyi!
Milyonlarca liranın neden böyle manasız, lüzumsuz, işlevsiz ve de hakikaten “çirkin” şeylere harcandığı tartışması bir yana; “Ankara’nın giriş kapıları”, şehrin neredeyse göbeğine yerleştirilince, Ankaralıların çoğu otomatikman “kapı dışarı” edilmiş iyi mi!
***
“Kapılar”la da bitmiyor Ankaralının çilesi; bir de “kuleler” var; maliyeti 10 milyon TL’yi aşan saat kuleleri!
Dünyanın dört bir yanındaki “şaheser”, “başyapıt” en azından “eser” sınıfındaki, tarihi rolü olan, hikayesi olan -o yapılara hakaret gibi olacak ama- emsallerinden sonra ünlü ressamların tablolarının, üst geçitlerde satılan “printerdan çıkma” kopyalarını andırıyor Melih Gökçek’in diktirdikleri.
***
Gökçek’in “deniz getiremedim ama boğaz getireceğim” dediği projenin hedefindeki İmrahor Vadisi’ni gezdik MHP Ankara Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Mevlüt Karakaya ile. “Şu tepenin ardı benim köyüm” dedi. Sonra biraz daha aşağıyı Ankara’nın göbeğinde, Çankaya sınırlarındaki o güzelim vadinin göbeğinde kurulu Mühye köyünü gösterdi:
“İşte Gökçek’in yeni hedefi!”
Görseniz nasıl bakir; rantçıların eline düşerse ki Karakaya’nın iddiasına göre bu Gökçek’in “Boğaz vaadinin” kaçınılmaz neticesi; sonuçlarını düşünmek bile içimi cız ettirdi.
İl Bilge Hatun...
Devlet Bahçeli’nin ifadesiyle “Bilge Kağan ve Kül Tigin’in beşiğini sallayan, ninnisini söyleyen, yedirip içiren, giydirip kuşandıran annemiz” İl Bilge Hatun. Pazar günü, onun adını verdiği ve öncelikli olarak ülkücü şehit -gazilerin yakınlarının yaşayacağı “Erinçevi” nin açılışını yaptı Bahçeli.
“Huzurevi” yerine aynı anlama gelen, acıdan, üzüntüden uzak, rahat olmanın öz Türkçe karşılığı olan “Erinçevi”ni kullanmak MHP liderinin özel tercihi. Etimesgut, Bağlıca’daki arsanın tahsisinden, 4 bin 320 metrekarelik kapalı alanı bulunan binanın mimarisine kadar projenin gizli mimarı da kendisi. Ve fakat işin yürütmesini üstlenen Yağmur Damlası Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği Başkanı Hüseyin Akgül’ün açılışta vurguladığı gibi yardımlarını “gösterişten uzak şah damarından yakın” tutmak istediğinden, hiç andırmıyor, anlattırmıyor emeklerini.
Seğmenli, kurbanlı, dualı açılıştan sonra oda oda gezdik, hanidir tamamlanması heyecanla beklenen “erinçevi”ni;
Selçuklu tarzı abidevi bir taç kapıdan giriyorsunuz içeri; sonra kocaman, ferah, aydınlık bir salon. Bodrum, zemin ve artı iki kat olarak tasarlanmış binanın içinde, sakinlerinin ihtiyaç duyabileceği her şey var gibi; mutfak, yemekhane, çamaşırhane, soğuk hava deposu, ibadet odaları, doktor, hemşire, fizik tedavi ünitesi, yatak odaları, TV odası... Her birim yaşı ilerlemiş “ev sahiplerinin” konforu esas alınarak hazırlanmış; merdiven yükseklikleri, asansörlerin yerleri... Ve bir de bahçesi var ki; insanın ömrüne ömür katar vallahi! Ki öncelik Türk Milliyetçiliği’ne evlat feda etmiş ailelerin olmasa, biz bile talip olacaktık ömrümüzün geri kalanını İl Bilge Hatun’un kucağında, onun şefkatine teslim halde yaşamaya!
Şaka değil ha; şurada tavla oynarız, burada domates-biber ekeriz diye epey plan yaptık gazeteci arkadaşlarla aramızda!
Havuzlar, şelaleler, çiçekler, ağaçlar, kameriyeler, soğuk günlerde de dışarıda oturabilecekleri manzaraya hakim bir cam ev... Beni en çok cezbedeni de bolca “işlenecek toprak” var bahçede; ülkücü şehit ve gazi aileleri kendileri ekip, kendileri biçecek, kendileri yiyecekler... Organik hayat...
Bu saydıklarım da önemli tabii ama hepsi bir yana, maksat hasıl olduysa, zamansız göçüp giden oğulların, kızların ruhunun huzur bulmasına zerre katkısı olduysa ne mutlu parasıyla, duasıyla emeği olanlara!..