Analizi değil sentezi düşünün!
Ayasofya'ya cami statüsü kazandıran devlet töreniyle "ilk cuma"nın kılınması toplumun kahır ekseriyetini memnun eden bir gelişmedir. Ancak malum nedenler yüzünden Ayasofya'nın müzeden camiye dönüştürülmesinin bütün bir millet olarak hazzı doya doya yaşanamadı.
Açılış sürecinde Atatürk'ü ve Cumhuriyeti hedef alan cahil sözler ve imalar yüzünden toplumun bir kesimi Ayasofya'nın açılışının hazzını yaşarken diğer bir kesimi de bu vesileyle atılan iftiralar ve edilen sözlerin hüznünü yaşadı.
Doğrusu Atatürk'ün Kurtuluş Savaşı vererek kurduğu devletin kurumlarının başında bulunanların doğrudan ya da dolaylı olarak ettikleri iftiraları birileri affetse de tarih affetmeyecektir.
Diyanet İşleri Başkanı, Ayasofya'yla birlikte İstanbul'u ve bütün ülkeyi düşmandan kurtaran Atatürk'ü Türkiye'nin tapu senedi olan Lozan'ın yıl döneminde anmamıştır. Anmadığı gibi bir de Atatürk'ün kurduğu kurumun başında bulunan şahıs minberde elinde kılıçla "Vakfedenin şartı vazgeçilmezdir, çiğneyen lanete uğrar" cümlesini kurmuştur.
Bu cümlenin ne anlama geldiğinin de cümle âlem farkındadır.
Adeta Atatürk'le Fatih Sultan Mehmet karşı karşıya getirilmiştir.
Aynı başkan bir 10 Kasımın yıl dönümünde de Atatürk takıntısıyla maruf şahsı ziyarete gitmişti.
Türkiye'de en ağır başlı, soğukkanlı ve sağduyulu davranması gereken makam sahibi Diyanet İşleri Başkanlığı makamıdır. Hâlbuki Diyanet İşleri Başkanı bütün inananların başkanı gibi değil belli bir kesimin başkanı ve siyasetin dolaylı sözcüsü gibi davranıyor.
İşin ilginç yanı toplumu ortak paydada birleştirmekle görevli olan Diyanet İşleri Başkanının ayrıştırma ve ötekileştirme konusunda siyasetten bir çeşit rol çalmaktadır.
Bu durum ne temsil edilen makamla ne de tevhitle bir ilişkisi yoktur.
Ayasofya üzerinden ötekileştirmek!
Aslına bakarsanız Ayasofya'nın müzeden camiye dönüştürülmesine muhalefetin hiçbir itirazı olmadı. Ana muhalefet de "elinizde yetki var, konuşmayın, açın. Bizim itirazımız olmaz" dedi.
İktidar yetkililerinin buna karşın "Muhalefetin tüm engelleme çabalarına rağmen Ayasofya…" türünden açıklamalarının gerçeklikle ilgisi yoktu. Diğer yandan Ayasofya'nın ibadete açılması 24 Temmuz'da imzalanan Lozan Antlaşmasının 97 yıl dönümüne denk getirilmesi de ayrı bir talihsizlikti.
Ayasofya'nın ibadete açılışı milleti ortak bir paydada birleştirecek bir zamanlama ile yapılması gerekirken özellikle Lozan'ın yıl dönümüne denk getirilmesi aslında bir karşı karşıya getirme operasyonuydu.
Bu siyasi iktidarın öteden beri muhalefeti şeytanlaştırarak yandaşlarını konsolide etmek siyasetinden bir türlü vaz geçemediğini göstermektedir.
Gelinen bu aşamada bu tür bir yaklaşımın artık eskisi gibi toplumsal karşılığının olmadığı da bir vakıadır.
Siyasi iktidar gerçeğin, doğrunun, dinin, imanın ve hakkın tekelinin kendisinde olduğuna toplumu ikna etmek adına kutuplaşmayı ve hatta çatışmayı da göze almış gibidir.
Eğer böyle olmamış olsaydı karşıtlık, ötekileştiricilik, kamplaştırıcılık ve ayrıştırıcılık tohumları toplumun her yanına her Allah'ın günü pompalanmazdı!
Gelinen aşamada kesin inançlılık duygusu içinde uygulanan egemen siyaset adeta toplumu iki keskin kutuptan birini tercihe zorlamaktadır.
Ayasofya'nın camiye dönüştürülmesi sürecinde yaşananlar bunun bir kanıtıdır. Toplumu birleştirecek milli ve dini konu olan Ayasofya siyaseten bir ayrıştırma objesine dönüştürülmeye çalışılmıştır.
Milli ve dini konuları siyasetin aracı haline getirmenin bu ülkenin birliğine ve bütünlüğüne yapılmış en büyük kötülük olduğunu Ayasofya özelindeki ayrıştırıcı tutumlar bir kez daha ortaya koymuş olmaktadır.
Ortak davalar ve değerler etrafından birleşmek milletleri güçlü aksi davranışlarda güçsüz kılar.
Yaşanılan çağ analizler çağı değil sentezler çağıdır.
Siyasi iktidarın siyasi ömrü bitmeden bunu fark etmesi gereklidir.
Ayrıştırma ve kutuplaştırmanın rantından daha çok sentezin ve birleştirmenin getirisi var. Biraz da sentezi deneyin!