Analım, anlayalım, kutlayalım

3 Mayııııııs!

Türkçünün, turancının bayramı!

Orhun’un kutlu yolunda, ilerleyen milletin bayramı!

***

Yarın yazım yok; “zafer” sandıkları “son”a giden yolda, karşılarına çıkan her fırsatta, önce “bayram”larımızı; Türk kimliğinin yapı taşı varsayılan değerlerin, esinlerin simgesi olan özel günleri örseleyenlerin iktidarında, bir gün önceden kutlamak istedim 3 Mayıs’ı.

***

Girişe bakıp da, “bayram” adlandırmasına aldanıp da,

Nihal Atsız gibi vatan-millet aşığı bir “öğretmen”in, devlet nezdinde neredeyse bir terör örgütü lideri gibi konumlandırıldığı…

Ona destek olmak üzere yürüyenlerin kafalarının gözlerinin yarıldığı, kaburgalarının kırıldığı…

Reha Oğuz Türkkan’ın, 40 cm genişliğinde, 50 cm uzunluğunda, 2.5 m. yüksekliğindeki “tabutluk”ta, 500 mumluk ampul altında gördüğü işkencede bir gözünü kaybettiği…

Mehmet Külahlıoğlu’nun, ağzından kan fışkırana kadar ölesiye dövüldüğü, tüberkülozun pençesine düştüğü…

Orhan Şaik Gökyay’ın, sonradan “ 20 yy. Türkiyesini değil 14 asır evvelinde kızgın çöllere sokulan mazlum insanları gördüm” diye tarif ettiği gibi, diri diri fırınlandığı(!)

Zeki Velidi Togan gibi bir alimin “özel emirle” günlerce aç susuz bırakıldığı,

Alparslan Türkeş’in tırnaklarının sökülmeye girişildiği…

Her biri ayrı kıymetteki aydın insanların, askerlerin, askeri öğrencilerin, edebiyatçıların, doktorların, akademisyenlerin hakim önüne çıkarılmadan aylarca hücrelerde tutulduğu…

Eşlerinden gelen “sıhhatini bildir” telgraflarının dahi suç delili sayıldığı…

Savcının pişkin pişkin “Bunları yüksek mahkemenin huzuruna Cumhurbaşkanı adayları olarak değil hükümeti devirmeye kalkışan caniler, vatan hainleri olarak çıkarmış bulunuyoruz. Kendilerini saraylarda yatıracak değiliz. Elbette işkence yaptık” diye övünebildiği…

Nihayetinde, “Türk Milleti içinde yetişen seçkin şahsiyetleri itibardan düşürme”ye çalışma sürecinin simgesi olmuş bir günü, öyle hoplaya zıplaya, neşeyle dola dola “kutladığım”da gelmesin akla!

***

“Kutlama” dediysem, sayısız şehit verdiğimiz kurtuluş savaşımızının başlangıcını kutladığımız gibi düşünün, sonra onca acının üzerine bina edilmiş zaferi kutladığımız gibi… Esareti yırtarak ilan edilmiş Cumhuriyet’i kutladığımız gibi…

Hatta, biraz ileri gideyim, Atatürk yaşıyor olsaydı, -hoş yaşıyor olsaydı bir Türk ülkesinde Türklük zinhar böylesine horlanamazdı ya- “Milli bayram” ilan etmekte bir an imtina etmeyebilirdi “Türkçülüğün”, “kaderlerini yabancıların öğütlerine” bağlayanları halt edişini işaret eden günü!

***

Gerçi içten içe düşünmüyor da değilim;

Tekrar tekrar aynısına yeltenilebildiğine göre, “taşeron” iktidarların her dönemdeki istisnasız ilk hedefi “Türklük” hissini, duygusunu, kimliğini törpülemek, dönüştürmek hatta toptan silip süpürmek olduğuna göre Türk Milliyetçileri, Atatürk’ün ölümünden sonraki her dönemde, kendi ülkelerinde “garip” kaldığına göre, çok da ikna edemedik mi acaba muhataplarımızı Türklüğü tasfiye hülyalarının beyhudeliğine?

“Bu defa olacak galiba” dedirten, “bir kere daha” denemeye cüret ettiren zaaflarımız, zayıflıklarımız mı var acaba?

1944’te beklenen ancak gönün Türkçülerinin göstermediği “rıza”yı gösterir olduğumuzdan, sindirilmeyi tam da o günlerde istendiği gibi “milli bir sükut” diye yutturur olduğumuzdan, “beka” deyip, açlığı, sefaleti bile, işsizliği bile, zalimliği bile, hukuksuzluğu, adaletsizliği bile “millileştirdiğimiz” için hatta neredeyse “Yaşasın milli açlık” naralarıyla destekler olduğumuz için mi bir grup azgın toku; bu cesareti kendilerinde bulabiliyorlar tekraren acaba?

***

Kutlamak değil de, 3 Mayıs’ı biz yine “anmak” hatta “anlamak”la geçirsek daha isabetli olacak galiba…

+++++++++++

SORU-YORUM

———

Artık “yandaş” diye homojen bir yapıdan da söz edemediğimiz, içlerinde envai çeşit hizip, klik başgösterdiği için bir ek tanım gerekiyor artık yandaş bir yazarın takdimi esnasında. Yandaşların “PKK’dan devşirme eski terörist” olanı, dün, “Saray rejimi nereden çıktı?” Diye soruyordu. İstemsiz bir gülme tuttu. Hanidir, biz de tam olarak bunu soruyoruz ya işte; Gül gibi parlamenter sistem varken, gül gibi demokrasi varken, gül gibi kuvvetler ayrılığı varken, gül gibi hukukun üstünlüğü varken, hepsini sıfırlayan bu “saray rejimi” nereden çıktı?

+++++++

“Halkın hesap soracağı lider” kim?

———

Yandaşların, “Eski başbakan yardımcısı ve çözüm sürecinde HDP müzakerecisi” olanı, “Eğer bir lider sorumsuz ve ciddiyetsiz söylemlerle sorunu hafife alıyor, adeta dalga geçiyorsa, “tedbir almak, gerekli adımları atmak, bilim insanlarını dinlemek, altyapıyı hazır hale getirmek, toplumsal bilinç oluşturmak” gibi noktalarda yapması gerekenleri yapmıyorsa, samimiyet ve fedakârlıkla hareket etmiyorsa vatandaş işte bunu nazara alır ve seçimde hesabını sorar derken, acaba hangi lideri kast etmiş olabilir?

İsteseler de tedbir, altyapı hazırlama gibi mekanizmaları yönetme şansı bulunmayan, bu nevi bir “sorumluluk” makamında oturmayan muhalefet liderlerinden birini olamaz herhalde değil mi!

dfs-004-001-011-001-001-007.jpg

Yazarın Diğer Yazıları