Anafartalar’da Mustafa Kemal, Hurafeler, Diriliş ve Turgut Özakman
Geçen yıl Mayıs ayı sonlarıydı. Yerdeşim, ülküdaşım, sınıf arkadaşım Deli Halit’in (Yıldız) ölüm haberini aldım. Çanakkale’ye doğru yola çıktım hemen, orada defnedilecekti. Delilerimizin birisini yitirmiştik ama diğer delilerin (Tanrım hepsine uzun ömür versin) hepsi oradaydı. Deli Tahir, Deli Necmi, Deli Hüsnü...
Cenaze öğle namazından sonra kalkacak, Kepez semtinde sahilde bir çay bahçesine oturduk. Boğazın öte yakasında Kilitbahir. Eski Tarım Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp (Deli Hüsnü yani), çay bahçesinin sahiplerine “Bir rehber bulun da, Çanakkale harbini şöyle yerinde uygulamalı olarak anlatsın bize” dedi. Biraz sonra bir rehber geldi. Dinci taifeden olanları, ben, tavır ve konuşmalarından hemen anlarım. Bu rehber de öyle idi. Başladı hurafelere:
“Cevat Paşa denize bakar, denizin üstü nura gark olmuştur. O nurun içinde kef ve vav harflerini görür. Anlamını çözemez, oysa kef ve vav harfleri ebcet hesabında 26’ya tekabül eder. Çözemeyince yine rüyada Yüce Allah seslenir kendisine: ’Ey Cevat, depolarındaki 26 mayını denize döşe’, o da döşer” . Nusrat Mayın gemisiyle boğaza döşenip müttefik gemilerinin canına okuyan mayınlar bunlarmış işte.
Birbirimizin yüzüne bakıyoruz, sonra araya laflar sokuşturup konuyu değiştiriyoruz, Rehber Efendi’nin saçmalıklarını dinlemekten kurtuluyoruz.
Daha sonra Hüsnü Hoca’ya “Yahu bu işkence bize yapılır mı? Turgut Özakman’ın Diriliş’inin üstüne bunlar dinlenir mi?” dedim.
Turgut Özakman’ın Dirilişi... Çanakkale, bu kitaptan okunur...
Bugün 10 Ağustos, Anafartalar Zaferi’nin 95. yıl dönümü. Şimdi size Özakman Usta’nın Diriliş kitabından (Bilgi Yayınevi) o günleri anlatan bir bölümü sunacağım: “Doğu ufku aydınlanıyordu. Uzakta okunan bir ezan dalgalanarak yansımaya başladı. Mustafa Kemal yüksekçe bir yere yürüdü. Durdu. Askerlerine baktı. Soluk şafak ışığında binlerce çelik süngü ve demir yüz parlıyordu. Subaylar ve askerler de alacakaranlık içinde hayal gibi görünen komutana bakıyorlardı.
Mustafa Kemal, kırbacını havaya kaldırdı, bir süre öyle tuttu, bütün birlikler görmüş olmalıydı, hızla indirdi. Subaylar yüreklerini koparırcasına haykırdılar:
-Haydiiiii!
Askerlik tarihinde bir daha eşine rastlanmayacak olan büyük bir süngü hücumu başladı. Binlerce subay ve asker, tek bir beden gibi hızla ileri atıldı. Lav gibi aktı. Yer gök subayların ve Mehmetçiklerin savaş çığlıkları ile sarsılmaktaydı:
-Allah Allah Allah Allah Allah
Kısa zamanda Conkbayırı’nda tek bir canlı düşman kalmadı. Lav yayıldı, ilerledi. Yarlar, uçurumlar, vadilerle dolu vahşi arazide amansız boğuşma sürüp gitti. Kaçan askerleri yakalamak için çılgın Türkler yarların tepesinden aşağı atlıyorlardı. Dirilir gibi toprağın altından çıktıkları gibi şimdi de kuş gibi uçuyorlardı.
Uçan Türkler bir Çanakkale efsanesi olarak kitaplara geçecekti.”
İşte bu... Mucize de arıyorsan bu, keramet de arıyorsan bu, evliya da arıyorsan bu uçan Türkler işte. Bu yetmezse, Diriliş’in 442. sayfasına bakınız. Orada ilk kez muharebeye katılan subay adayı İrfan’ın notlarında var yürek mucizesinin şifreleri.
Diriliş kitabı tam 685 sayfa, kitaba bir de harita ekli, anlatılanları oradan da izlemek ayrı bir ufuk açıyor insana.