Amirallerin ''er''lik sınavı

İlk Türk amirali kabul edilen Çaka Bey, kudretli bir Türk devletinin, kudretli bir sultanı tarafından öldürülmüştü.

*

Uzun ve iktidarlarca devam eden "Ne istedilerse verme" sürecinden sonra "FETÖ" olduğuna kanaat getirilen yapının…

"Milli ordu"ya kumpas üzerine kumpas kurduğu günlerde…

"Devlet kendisine bağlılık yemini eden pırıl pırıl subaylarının etini, canlı canlı yamyam gibi yiyor" diyerek…

Ve geleceğin Deniz Kuvvetleri Komutanı olması "cepte" olduğu halde…

Deniz Kuvvetleri Kurmay Başkanlığı görevinden;

Ufkunda parlayan gölgeli rütbelerin cazibesine kapılmadan…

Üzerine hiçbir gölge düşürmediği parlak bir sicille istifa eden Atilla Kezek''i, "Günümüzün Çaka Bey"i ilan eden meslek büyüklerimiz, bu "takdir yaftası"nın, sadece Kezek değil, onun gibi "sadece onursuzluktan korkan" nice amiralin, oramiral için "benzer akıbetin davetiyesi"ne dönüşeceğini akıllarından geçirmişler midir bilmiyorum…

Hani "kötüyü çağırma" derler ya; övgüyle yapılan o benzetmenin bir "kader birliği"ni çağırabileceğine ihtimal vermişler midir?

*

Teşbihti…

Hata olmazmış sahi…

Gerçek oldu!

*

Silah arkadaşlarına kurulan kumpasa, en açık, net ve yüksek tonda tepki gösteren, "yarı", "öğüt", "nasihat", "tavsiye" kılıklı cümle baskıya karşı haksızlık ve hukuksuzluğa itiraz etmekten, mahkeme salonlarında, meydanlarda, Anaya Mahkemesi''nin önünde "görünmek"ten geri durmayan Atilla Kezek ve kimi o günde, o kumpaslar uyarınca da yargılanan, hapis yatan, kimi o gün de TSK''nın düşürüldüğü durumu sindiremeyen diğer 102 amiral, tarihi tekerrür ettirmekten yorulmak da, ibret almak da bilmeyen bir zihniyetin hedefi olarak bir kere daha hakim karşısına çıktılar;

Geçtiğimiz hafta.

*

"Türkiye''yi denizden gelebilecek her türlü saldırıya karşı korumakla görevli" olan Deniz Kuvvetleri''nden emekli denizciler olarak, bilgi, birikim, tecrübeleri uyarınca, Türkiye''yi, Montrö''nün tartışmaya açılması halinde denizden gelebilecek tehlikelere karşı uyardıkları için…

Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde "paralel bir ordu yapılanması"na göz yummanın, "vatan/millet/devlet" dışında bir otoriteye hizmet eden hiziplere seyirci kalınmasının sonuçlarını hem Silivri''de, Sincan''da, Mamak''ta, Şirinyer''de, Maltepe''de, hem de 15 Temmuz gecesi bütün ülkeyle birlikte memleketin her metrekaresinde idrak etmiş bir köklü kurumun mensupları olarak "aynı hataların tekrarlandığı" zannına yol açan görüntüler karşısındaki üzüntülerini paylaştıkları için…

"Devletin güvenliğine ve anayasal düzene karşı suç için anlaşmış" sayıldılar…

*

Suça karşılık gelen hapis cezalarının yanı sıra, "rütbelerinin sökülmesi" talebi de sunuldu hükmü verecek hukuk insanlarına.

*

Rütbe ne?

Bu amirallerin "paye"lerini ne belirliyor?

Kim/ne, neye göre karar veriyor mertebelerine?

Apoletlerindeki yıldızlar mı "rütbe"leri Türk askerlerinin?

Şeritleri mi?

Sırmaları mı?

Göğüslerindeki nişanlar, madalyalar mı?

*

Bunu bile anlayamıyorlar.

Bu insanlar için en yüksek rütbenin, onurla yaşamak olduğunu göremiyorlar.

Türk ordusundaki en rütbesiz asker "er".

"Kahraman. Yiğit. İşini iyi bilen. Nefer."

*

En zor zamanlarda, en yıldızlı, sırmalı, şeritli, taltifli, takdirli makamları ellerinin tersiyle itebilmiş, en namert metodlar karşısında "vatanın bütünlüğü, milletin bağımsızlığı" uğruna elzem saydığı duruşu bozmamış bu insanlara, biri çıksa da sorsa keşke:

- Hangisini üstün tutarlar?

- Hangisi olarak "seda" bırakmak isterler tarihe?

Gördüklerini görmezden, duyduklarını duymazdan, bildiklerini bilmezden gelmiş amiraller, generaller olarak mı?

Bütün bedellerini göze alarak, gördüklerini görmeyenlere de göstermeye, duyduklarını duymayanlara da duyurmaya, bildiklerini bilmeyenlere de bildirmeye çalışmış neferleri olarak mı Ata''nın?

*

Türk''ün kurtuluş mücadelesini "rütbeleri sökülmüş bir komutan" olarak başlatan Mustafa Kemal Atatürk''ün askerleri, rütbelerinin sökülmesi korkusuyla dilsizleşir mi?

*

Coğrafi konumu, tarihi, demografisi ve daha bir dolu etken dolayısıyla, Türkiye Cumhuriyeti''nin "hayrına" olanın "ordu" ile "millet"i ayırmak, ayrıştırmak, yarıştırmak, birbirinden uzaklaştırmak değil de kaynaştırmak, anlaştırmak olduğu gerçeğini, en azından reddetmeyecek bir "ortak aklımız" olabilecek mi bir gün acaba?

Yazarın Diğer Yazıları