Amerikan Köpekleri
Milletimiz artık Amerika’nın ne olduğunu anlamıştır
Nihat Genç’in en sevdiğim kitabıdır... Bu memlekette yoldan geçeni çevirsen Amerikan hükümetine karşı hissiyatı bellidir. O kitapta da bu hissiyat ince ince çok güzel anlatılır. Irak’ta bir milyon kişiyi öldüren ve Irak’ı paramparça eden... Afganistan’da Pakistan istihbaratı ile Taliban’ı destekleyen, El Kaide’yi kurduran sonra bu ülkeyi de işgal eden; son birkaç yılda yüz binlerce Müslümanı öldüren eli kanlı bir ülkedir Amerika.
Amerika’nın Türkiye’yi bölmek isteyip istemediğini; bu vatan için açık bir tehdit olup olmadığını sorun yoldan geçen herhangi birine alacağınız yanıt bellidir. Amerika açık bir düşmandır. Bırakın siz iktidarın (sadece AK Parti’yi kastetmiyorum elbette!) “stratejik müttefik” laflarına...
Biri darbe yapmak için icazet alır. Diğeri ekonomiyi yönetmek için... 1950’den beri bu böyledir. Milletimiz artık Amerika’nın ne olduğunu anlamıştır. Ancak milletimizin vekilleri, elbette, bunu görmezden, anlamazdan gelmektedirler. Amerikan Büyükelçisi Ross Wilson üzerinden fırtına kopartılıyor. Efendim Büyükelçiliğe nasıl milletvekillerini davet edermiş? Eder. Adamın işi bu... Giden şahsiyetsizlere bakın siz... İkram edilen çorbaya kaşık sallayan bu adamlar ne iş yapar? Kimdirler? Neye ve kime hizmet ederler? Meclisimizin kulislerinde Türkçe’yi anadili gibi konuşan onlarca İngiliz ve Amerikan diplomat milletvekillerimizle saatlerce sohbet etmektedir. İngiliz ve Amerikan diplomatları... Ve son haftalarda bu trafik artmıştır.
Ev ziyaretlerine giden gazeteciler, emekli diplomatlar, eski vekiller, yeni vekiller...
Konuşulan mesele ne? Yanılmadınız... Güneydoğu... Azınlıklar... Ermeni meselesi... AB... Amerika Amerikalığını, İngiliz İngilizliğini yapacak... Hem de tam şimdi... Oylarınızla o Meclis’e taşıdığınız siyasiler de bunların ayaklarına gidip ikram ettikleri çorbalara kaşık sallayacaklar... Bu adamlara, hâlâ bölüşecek bir tas çorbamız olduğunu anlatmamız gerek... Gelin bir tas çorbaya beraber kaşık sallayalım ve mesele neyse konuşup halledelim. Siz ne yapıyorsunuz? Utanmadan Irak’ta Müslüman kardeşlerinizin; din kardeşlerinizin boğazını onar onar kesip Dicle’ye atan bu adamların ayağına gidip sundukları bir tas çorbaya kaşık sallayıp “mesele” konuşuyorsunuz...
* Serdar Akinan / Akşam
+++++
Sabah
Umur Talu
Sen ne yaptın baba!
Elbette bu gazeteyi alan grup “ilk gün taahhüt ettiği” editoryal bağımsızlığı öldürebilir de, süründürebilir de. Başkalarının başka yerlerde yaptığı gibi. Ama buradaki onca gazetecinin hepsi peşin peşin köle ruhlu mu? Başka yerlerde herkesin de öyle olmadığı gibi.
Yaşı, donanımı, adı, maddi güvenceleri, bilgisi, demokrasi kültürü ve cesaretiyle o günlerde “öncülük” edip “değişik” bir şey yapsaydı, Hasan Cemal’in “Gazetenin satılması ve editoryal bağımsızlık” üstüne dün yazdıklarını, bugün yazacaklarını öpüp başıma koyardım:
1. Bir gün gidene kadar, “Nadir Bey ve İlhan Abi” nin editoryal müdahaleleri karşısında;
2. Sabah’ta yazarken, “Çiller ile kanka” gazetede aşırı otosansür ve manipülasyon yapılmasında;
3. 28 Şubat döneminde, bu kez Çiller ile Erbakan’a bindiren Sabah’ta asker zoruyla gazetecilerin hain ilan edilmesinde, kovulmasında;
4. Milliyet’te yazarken, rahmetli Duygu Asena, Turhan Selçuk, Bedri Koraman, Zeynep Oral, Doğan Heper, Yalçın Doğan, Şahin Alpay, Nilgün Cerrahoğlu ve (kendimi eklemesem de olur) başkalarının bir günde atılmasında;
5. Ecevit koalisyonunda, medya siparişi RTÜK yasasıyla birlikte, gazeteci hapsi öngören Basın Kanunu paketlenirken, gazetede tek kelime eleştirinin dahi yasaklanmasında;
6. Bu yasağa tam iki yıl uyulması sırasında;
7. Mesut Yılmaz Sadettin Tantan’ı azlettirdiğinde, birkaç yazarla birlikte yazdığınız eleştiren yazıların gazeteden atılmasında ve başka yazı istenmesinde;
8. Emin Çölaşan’ın kovulmasında ve kitabında koyu sansürden, çöpe giden haberler, biçilen yazılardan bahsetmesi karşısında;
9. Daha dün sendikalı, sendikasız onca gazeteci temel bir hakkın budanmaması için yürüdüğünde bir kelimeyle olsun onları görmek varken;
Sen ne yaptın Hasan Cemal Baba? Ne yaptın da biz duymadık, görmedik, kıymetini bilmedik? Ne yaptın da, sen editoryal bağımsızlık içinde yüzerken, biz böyle zincirli, kara kuru köle kaldık?