Amerika'da kim kaybedecek?..
Afgan- Rus savaşı 1979- 1989 arasında bir coğrafyayı kasıp kavururken, Amerika sahada olmasa da, savaşın bir başka önemli tarafıydı...
Çünkü Afganistan'da Amerika'nın uzaktan yönettiği gruplar, "mücahitler" üzerinden El Kaide gibi tarihin en büyük terör örgütünü de ortaya çıkarmıştı...
Ruslar savaşı kazanmasın diye desteklenen radikal dinciler, bir dönem bulunduğu coğrafyanın en modern ülkelerinden biri olan Afganistan'ı şeriatçı terör örgütlerinin cirit attığı bir cehenneme çevirmişti...
Bugün Afganistan'da; El Kaide'den IŞİD'e, Taliban'dan diğer dinci gruplara kadar, terörü dayatarak kazanım elde etme peşindeki ne kadar şeriatçı örgüt varsa, hepsinin ortaya çıkmasının en büyük gerekçesi işte o Afgan- Rus savaşının gerisinde, ABD ile Rusya arasındaki hakimiyet kavgasıydı...
Ancak Afganistan'da Rusya'yı etkisiz hale getirmek için beslenen taşeronlar, kanlı bir bumerangın vurucu gücü olarak büyütülünce, nihayetinde 11 Aralık 2001'de Amerika'yı da bağrından vurmuş, uçaklarla İkiz Kuleler'e yönelik saldırılarda 3 binden fazla insan yaşamını yitirmişti...
Ve Amerika, New York'un göbeğinde katliam yapan bir örgütü Afganistan ve çevresinde bertaraf etmek için 10 yıl mücadele etmiş, Usama Bin Ladin hücresinde öldürülmesine rağmen El Kaide tamamen yok edilemediği gibi, ortaya bir de onun gibi Selefiliği şiddete dönüştüren IŞİD çıkmıştı...
O IŞİD ve El Kaide; sadece Afganistan'da bitmeyen kargaşanın değil, ABD'nin başrollerde olduğu Irak işgali ve Körfez Savaşı'yla Bağdat çevresini kan gölüne çeviren iç savaşın da taşeronu olarak tarihe yazıldı...
Evet; gün gelecek, "bir litre su bir litre benzinden çok daha pahalı olacağı" için, Orta Doğu'nun en büyük ve en temiz su kaynaklarını oluşturan Fırat ve Dicle nehirleri için de yürütülen "Arap Baharı" kışkırtmalarının sebebi herkesin malumu...
Ancak dinci aşiretleri kışkırtarak Orta Doğu yönetimlerini devirme planında, Amerika ve onun destekçisi emperyalistlerin yarattıkları canavarın ABD'den Avrupa'nın ortasına, hatta Türkiye içine kadar yaratığı terörün kaosu bitmedi, Fransa ve İngiltere'deki son bıçaklı katliamlar da gösterdi ki, kısa dönemde bitmeyecek...
Başkan değişse ne olacak?..
Bugünlerde Amerika'daki seçim tartışmaları tüm dünyada olduğu gibi, doların 8.5 liraya dayandığı Türkiye'yi de bayağı meşgul ederken, herkesin odaklandığı "kim kazanacak" sorusunun perde gerisinde, asıl düşünülmesi gereken sıkıntıların bir bölümüydü yazının başından itibaren sıralanan satırlar...
"Arap Baharı" teranesiyle; sözde, diktatörleri devirmek için Orta Doğu'da ajanlaştırılmış taşeronların sokak eylemleri ile başlayan gerginlikler birçok ülkede iç savaşı tetiklerken, Irak'tan sonra Libya da cehennemden kurtulamıyor...
Devletin yeraltı zenginliklerinin en az yüzde 70'ini halka dağıttığı ve sosyal devlet uygulamalarının en üst düzeyde kullanıldığı Libya'da, El Kaide ve IŞİD taşeronları rejim muhaliflerinin de desteğiyle ülkeyi kanlı bir iç savaşa sürüklerken, Kaddafi ne yazık ki linç edilerek ölüme sürüklendi...
İşte, bugünlerde tüm dünya ülkelerinin "kim kazanacak" diyerek başkanlık seçimlerine odaklandığı Amerika'nın Irak'tan sonraki kanlı müdahalelerinden biri olarak tarihe geçti Libya'da bitmeyen kaos...
Evet; Yemen'den Tunus'a kadar "Arap Baharı" adı altında Amerika ve destekçilerinin yeraltı kaynaklarına müdahale için iç savaşa sürüklemediği ülke kalmadı...
Bir çok ülkede krallar ve emirler teslim olup kenara çekilirken, bir bölümü de Amerika ve dostlarının emirlerine uymayı kabul ederek, kukla birer yönetici olmak şartıyla tahtlarında oturmayı tercih ettiler...
Ancak Bush'tan Obama'ya kadar her seçimde "kim kazanacak" tartışmalarının dünya kamuoyunu her zaman meşgul ettiği Amerika'da, yönetime kim gelirse gelsin, özellikle Afrika ve Orta Doğu ülkelerinin kaderi açısından hiçbir şey değişmedi, hiç de değişmeyecek...
İşte Obama döneminde büyüyen Orta Doğu'daki iç savaş kışkırtıcılığı Trump döneminde özellikle Suriye üzerinde yoğunlaştı ve bir çok kaynağa göre en az 500 bin kişinin öldüğü Şam ve çevresinde, Amerika sonunda sert kayaya tosladı...
Emperyalistlerin tüm desteğine rağmen, İran ve özellikle de Rusya'nın siper olması nedeniyle "Arap Baharı" tuzağı Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad'ı alt edemedi...
Bugünlerde IŞİD ve PKK tarafından topraklarının bir bölümü işgal edilen Suriye'de, Esad yönetimi yıkılan kentler, canlarını yitiren yüzbinlerce insanın acısı ve ülkelerinden kaçan en az 6 milyon insanın yarattığı sosyo ekonomik sorunlara rağmen iktidarını korurken, "Arap Baharı"nın kanlı çarkı da ilk kez dağıtılmış oldu...
Gelen gideni aratır...
Tüm bunları niçin anımsattığımızı dikkatli okurlar algılamıştır... Türkiye; ABD ve destekçilerinin her türlü oyunu sergilediği bir coğrafyanın yanı başında, laikliği korumaya çalışan ender ülkelerden biri olarak, bir yandan Irak, Libya ve Suriye'deki iç savaşların sosyo ekonomik sıkıntılarını yaşıyor, diğer yandan da kendi içindeki sorunlarla boğuşuyor...
ABD'nin, Avrupa ve Rusya dışında neredeyse el atmadığı ülke kalmamışken ve okyanus ötesinde, "seçimleri Biden mi kazanacak yoksa Trump mı" sorularının yaşadığımız coğrafyanın geleceği ile ilgili yaptırımları her halükarda olumsuz geçecekken, söyler misiniz başkanlık koltuğuna kimin oturacağının ne önemi olacak?..
Amerika kendi derin devleti içerisinde, kendi emperyalist çıkarlarını her koşulda dayatan, dünyanın jandarması olmak için her şeyi göze alan, mutlak hakimiyet uğruna her şeyi yapabilecek bir donatıya sahipken ve başkanlık koltuğunda oturan figürlerin tüm bu donatıların dışına çıkmayacağı ortadayken; başta Türkiye olmak üzere Orta Doğu ülkeleri için, "ABD'de kim kazanacak" sorusu abesle iştigal olmaz mı?..
Velhasıl; ABD'nin Afgan-Rus savaşından bu yana Afrika, Asya ve Orta Doğu'da yaptıkları ortadayken ve benzerlerini yapmaktan kaçınmayacağı da biliniyorken, kuşatılmış ülkeler için asıl soru kimin kazanacağı değil, Amerika seçimlerinin ardından kimin kaybedeceğidir...
Çünkü konu emperyalizmin çıkarları ise; geri kalmış coğrafyalar, yeraltı zenginlikleriyle ayakta duran ülkeler ve mazlum milletler için gelen gideni aratmaya devam edecek...