Ama hangi dindarlık...
Küçücük bir çocuğu taciz edip sonra da olayın ört bas edilmesi için ailesine para teklif ettiği iddia edilen adam, “Saygıdeğer, hacı, beş vakit namazında niyazında tüm mahallece saygı duyulan bir insan” olarak bilinirmiş yakın çevresinde!
TBMM Genel Kurulu’nda ne güzel söyledi önceki gün CHP Grup Başkanvekili Akif Hamzaçebi:
“5 vakit namaz kılındığı zaman, oruç tutulduğu zaman İslam’ın şekil şartları yerine getirildiği zaman siz kendinizin Müslüman olduğunuzu mu zannediyorsunuz?”
***
Vicdansızlığın abideleştiği bir başka olayı hatırladım.
Konya’da kaçak yapılan Kur’an Kursu binasının çökmesi sonucu ölen 17 kız çocuğundan birinin babasıydı.
Bu “dindar baba” aynen şu ifadeyi kullanmıştı:
“Medya olayı abartıyor kızlarımız şehittir!”
***
Diyanet’in Sakal-ı Şerif’i emanet ettiği 55’lik imamın evinden bile “başrolünde kendisinin oynadığı seks kasetleri ile, porno cd” lerin çıktığı yerde, 35 yıllık imamın Saka-
lı Şerif’le aynı yerde muska bahanesiyle soyup fotoğraflarını çektiği kadınların çıplak resimlerini de sakladığı yerde değil abartmak, olanı yazsam yeter birinin hakkımda “zındıktır, katli vaciptir” fetvası yayımlamasına!
Bu da, “dindar” insanlarının arkasına geçip namaz kıldığı kişi işte!
Bu arada kadınlar “çarpılırız” korkusuyla şikayetçi olmadılar diye salıverildi kendisi “Cami’de fantezi” serisinin yeni bölümlerini çekmek üzere!
Bir de ailelerin minik minik çocuklarını “Allah yoluna... Peygamber hakkına...” emanet ettikleri şeyhlar, şıhlar, pirler var mesela...
Onlardan birinin (şimdi sanırım cezaevinde) cinsel organına ismi:
Nur çeşmesi!
Dergahına gelen kadınlar “cennete girmelerine şahitlik etsin” diye o çeşmeden...
Siz tahmin edin işte...
***
Yanlış anlaşılmasın insanları yoldan çıkaran, onları sapıttıran dindir demiyorum. Ama sapıklığı, sapkınlığı “örtbas etmenin” en pratik yolu dindir!
Kim zaten “teslimiyet hali”ndeki insandan daha kolay teslim alınabilir?
Kim “inanmaya hazır” birinden daha kolay ikna edilebilir, kandırılabilir?
Hangi tehdit “cehennem”den daha korkutucu olabilir ve “cennet” uğruna kula köleliği benimsetebilir?
Din alimi değilim ama o gökkubbelerin sapkın mahlukların sığınağı olsun diye inşa edilmediğini, o güzelim seccadelerin pisliklerin üzerini örtmek üzere serilmediğini bilmeye yetecek derecede “İslam
Kültürü”yle eğitilmiş biriyim.
Allah ile aldattıkları insanların rızıklarını çalan, kul hakkı yiyenlere Hz. Ömer adaletini uygulamak yerine, onları koruyup kollamayı seçen bir zihniyetin makbul “dindar”ı olmak yerine “vicdani retçi” olmayı yeğlerim!
İslamiyet’i Hz. Muhammed’sizleştiren, yani minareyi çalıp “kılıfı” na da dindarlık diyenlerin heveslerini kursaklarında bırakacağım ama:
Ben almayayım, onların nazarında kafir olmaya razıyım...
Vasiyetimdir;
Doğacak evlatlarımı da “deccal” deyip taşlayın velakin “bu tür dindar” yapmaya kalkmayın!
Cemaatler kapışıyor...
Kardı kıştı, bilgisayarın masaüstünde öylece kalakaldı asıl “kapışma”nın notları. Geçtiğimiz hafta Abdurrahman Dilipak’ın “Cemaat gruplarının iktidar ve para ilişkileri can sıkıcı dedikodulara sebep oluyor. Kadrolaşma, ardından rant paylaşımını gündeme getirir ve sonra kavga başlar. Sonunda her şey yolunda gidiyor gibi gözükürken bir anda işler altüst olabilir” satırlarıyla başlayan “memnuniyetsizlik” ifşaatına hafta başında Yeni Akit’in bir başka yazarı Serdar Arseven’den destek geldi. Milli Görüş Hareketi, İsmail Ağa Cemaati ve “diğer hayırlı oluşumlar”ın Türkiye’nin bugünlere(!) gelebilmesi için üzerlerine düşeni yaptığını vurgulayan Arseven’in, “Cemaat” Kendilerinden olmayanı dışlama “gibi bir tavır içindeyse vazgeçsin!” ikazı dikkat çekiciydi.
Cemaatlerin Türkiye’nin bugününe katkısını bilemem ama gerçekten böyle bir “muhasebe”ye, “iç hesaplaşma”ya giriştilerse, yarınına katkısı olumlu olacaktır düşüncesindeyim.
Onlar AKP’siz yetişti
Hiçbirinin (hükümet üyelerinin) “gençliği”nde AKP iktidarı yoktu... Birkaçı CHP iktidardayken doğdu, kalanı Demokrat Parti, Adalet Partisi ya da ANAP, DYP iktidarlarında... Ama hepsi dindar... En azından aralarında ateist olduğunu söyleyen bir kişi bile yok! Demek ki; dini siyasete AKP kadar karıştırmayan partilerin iktidarlarında da “dindar bir gençlik” yetişip, sonraki yıllarda iktidar koltuklarına oturabiliyormuş...
Mustafa Mutlu / Vatan
Özkök’ün evini işaretleyen Koru mu!
Nazlı Ilıcak’ın Hrant Dink’i hedef göstermekle suçladığı Ertuğrul Özkök, “gazete yazıları üzerinden
iddianameler hazırlayan medya savcıları” na dönük eleştirilerini sürdürüyor. Özkök’ün “İleri demokrasilerde
gazetecilerin meslektaş evi işaretlemesi, gammazcı olması normalmiş” yazdığı gün evi işaretlendi...
Gazetecilik faaliyeti neymiş öğrendik. Askerlerin süngüsü indirilip, kışlalarına geri sokulunca, geriye kalan rejimin adı ille de “demokrasi” olmayabiliyormuş.
Referandum yapıp, yargıya çekidüzen verme girişimi, ille de hukuk devletine çıkmayabiliyormuş. “Devlet Güvenlik Mahkemeleri” baskıcı rejimi simgeliyormuş; meğer aynı işi aynı fecilikte yapan “Özel Yetkili Mahkemeler” ileri demokrasinin simgesiymiş.
Bir zamanlar baskılardan zarar gören siyasiler, kendileri iktidara gelince, “Sıra bizde” deyip kendileri daha baskıcı olabiliyormuş.
“Demokrasisi arızalı ülkelerde ekonomi de iyi gitmez” tezi meğer bir hurafeymiş.
“İleri demokrasilerde” gazetecilerin muhbirlik yapması, meslektaş evi işaretlemesi, gammazcı olması normal bir gazetecilik faaliyetiymiş.
“Otoriter demokrasilerin” adı, “ileri demokrasi” olarak da tescil edilebilirmiş.
Gazeteciler meğer üçe ayrılıyormuş: “İçerde yatanlar”, “Dışarıda yatanlar” ve “Serbest meslek sahipleri”.
- Cezaevinde şike yapan bir tek futbolcu bulunmadığı halde, maçlarda pekala şike yapılabiliyormuş.
“Atatürkçü nesil” yetiştirmek diktatörlük, “Dindar nesil” yetiştirmek demokratlıkmış.
Kurtuluş Savaşı’ndan sonra kurulan sisteme geçiş süresi tanımak diktatörlük; “Arap Baharı”ndan sonra hâlâ aynı telden çalan rejimlere 20 yıl geçiş süresi tanımak demokratlıkmış.
Anlayacağınız “Çıkmışız açık alınla, 4 yılda her ileri demokrasi dersinden” ...
Ertuğrul Özkök / Hürriyet
Manşetleri öldürücü ok gibiydi
Yaşanan süreçte, biri (Ahmet Kaya) kalbi daha fazla dayanamadığı, diğeri (Hrant Dink) iyi saatte olsunların insafına terk edildiği için hayatlarını kaybetti.
Her iki olayda ’linç’ girişimini başlatan gazetenin okur temsilcisi bile sorumluluklarının bulunmadığını iddia edemiyor. Nasıl edebilir ki? Atılan manşetler, gazetenin köşelerinden hedef seçilmiş kişilere fırlatılan öldürücü oklar saklanabilecek gibi değil. Ahmet Kaya ve Hrant Dink gazete tarafından ’demonize’ edildi; başlarına gelen mukadder bir sondu.
Ölümle sonuçlanan sürece attıkları manşetler ve yazdıkları yazılarla katkıda bulunanlar ne derece sorumludur? Kendini savunma derdindeki başsorumlu, geçmiş darbelere zemin hazırlamak için işlenmiş siyasi cinayetler öncesindeki kalem kavgalarını hatırlatarak düze çıkma çabasında; pek başarılı olduğu söylenemez...
Kalemin kılıç kadar etkili olabildiği, insan hayatına kastedip can alabildiği iki örnek olay Ahmet Kaya ile Hrant Dink’in başına gelen...
Fehmi Koru / Star
Cumhurbaşkanı “diplomasız” Müslüman!
İmam hatip mevzuu alevlendi, “dindar gençlik yetiştirmek istiyoruz” filan deniyor.
Halbuki...
“Dindar cumhurbaşkanı” denilen Cumhurbaşkanımız, bildiğin düz lise’den yetişti.
Cemil Çiçek.
Bülent Arınç.
Düz lise.
Dindar değiller mi?
Ali Babacan... Kolej mezunu. Ateist mi?
Patrik mesela, dindar... Uyuyor mu kritere?
Gençlik Bakanımız... 19 Mayıs Lisesi mezunu!
Mevcut kabinemiz neredeyse komple düz lise’den yetişti. Dinsiz mi yetişmişler?
“Maliye Bakanımız mı, yoksa sakallı Enerji Bakanımız mı imam hatipli?” diye sorsak...
Eminim, Enerji Bakanımız ağır basar. Gel gör ki, Mehmet Şimşek imam hatipli, Taner Yıldız düz liseden...
Öbür sakallı bakanımız Nihat Ergün ise, endüstri meslek lisesi, torna tesviye.
AKP’den önceki sol’cu Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk, hacı’ydı...
Diploma mı lazım?
Rahmetli Erbakan’ın, hiç imam hatip’e gitmeyip, Cumhuriyet İlkokulu’nun ardından, İstanbul Erkek Lisesi mezunu olmasını nasıl tarif edeceğiz?
“Biz onların devamıyız” denilen, rahmetli Turgut Özal’ın düz lise’den, rahmetli Adnan Menderes’in Amerikan Koleji’nden yetişmesini?
İmam hatip şartsa... İmam hatip eğitimli Profesör Yaşar Nuri Öztürk’ün sözlerine niye ağız burun kıvırıyorsunuz?
Yılmaz Özdil / Hürriyet
Türkiye’de gençlerin dinlerini öğrenmeleri önünde engel yok... Onların dindarlığını ön plana almak, tartışma ve ayrıştırma konusu yapmak laik ve demokrat bir ülkeye yakışmaz.
Melih Aşık / Milliyet
Çengelköy zerzevatına çevrilen yazar
“Balıkçı” Orhan Alkaya Engin Ardıç’ı fena benzetti
Öyle Bir Geçer Zaman Ki dizisindeki “Balıkçı” rolüyle tiyatrodan sonra televizyonda da sivrilen Orhan Alkaya Şehir Tiyatroları’nda sahneye koyduğu Rosenbergler Ölmemeli oyununu hedef alan Engin Ardıç’ı, deyim yerindeyse yerin dibine sokan bir cevap kaleme aldı. Alkaya t24 internet sitesinde yayımlanan cevabında, Ardıç’ı “muhbir vatandaş” olarak tanımladı.
Ardıç, Alkaya’yla ilgili olarak “Amaç, güya mazlumu savunup Amerika’nın “McCarthy” dönemine, “cadı avına” vurmaktır... Gerçek amaç da durduk yerde bir Rosenberg gündemi açıp “Tayyip Erdoğan tıpkı Senatör McCarthy gibi davranıyor, zavallı masumları içeri tıkıyor” mesajını vermek, aklı sıra muhalefet etmek.” yazmıştı.
Sen varken McCarthy aramam
Alkaya’nın verdiği karşılıktan bazı satır başları:
“Fi tarihinde solculuk eylediği zamanlardan kalma birkaç bilgi kırıntısıyla karşımıza çıkması, üstelik bunu ilk Rosenbergler sataşmasının cevaplanmamasından güç alıp, latifeyle başlayıp Çengelköy zerzevatına evrilerek yapması tipik bir Engin Ardıç durumu aslında...
Bu oyunu neden seçtiğimi, Ocak ayı gazete ve televizyonlarını tarayanlar (fazla zahmet gerektirmiyor artık) okuyup dinleyebilirler. 1950’ler Amerikan siyaseti, benim ülkemin, insanlarımın zehirlenmesinin de müsebbibidir...
Bir McCarthy anolojisi kurmaya kalkışmış olsaydım, fazla uzağa gitmeme gerek kalmazdı Engin, senden bahsetmem yeterli olurdu.”