Altın Koza’nın perde önü(!)
Adana’da şalgamı kebabı götürürken, birçok filmi “Türkiye’de ilk kez” çoğu meslektaşından önce izleme ayrıcalığının hazzını yaşarken, ödülleri kucaklarken “Büyükşehir Belediyesi”nden iyisi yok; “Aslansın Başkanım... Kaplansın Başkanım... Seni iyi ki tanıdım...”
İstanbul’a dönünce “Festivale siyaset bulaştırdın!”
Yok böyle samimiyetsizlik!
Madem siyasiydi, madem o derece rahatsız etti, bir hafta boyunca parçası olmasaydın!
***
Festivalin son üç günü ben de Adana’daydım. Tek somut itiraza, isyana rastladım:
Yer beğenmeme!
Onun da yaşanmadığı organizasyon yoktur herhalde.
Ee 600-700 festival konuğunun büyük bölümü “kral”, “kraliçe”, “prens”, “prenses”, “efsane”, “yıldız” filan olunca -bunu eleştirel söylemiyorum, işin doğasında var- onca ego, öyle her yere sığmıyor, sığamıyor; normal. Oluyor ufak tefek nazlar; ki bu sene Altın Koza konukları bu anlamda çok da şanslıydılar. Karşılarında Hüseyin Sözlü gibi hak edeni nazlandırmaktan imtina etmeyen bir ev sahibi buldular.
***
“Perde arkası” bolca yazıldı, tartışıldı madem, ben de şu “Devlet Bahçeli Krizi”nin “perde önü”nü aktarayım:
Hadise, bu yılki Altın Koza Ödülleri’nin verileceği kapanış gecesi yaşandı.
Daha törenin ilk dakikaları, iki sunucudan biri Şebnem Dönmez ortadan kayboldu.
Televizyon kanallarıyla naklen yayın anlaşması yapılmış. “Pardon” demek, ara vermek söz konusu değil; uyulması gereken bir akış var ve dakika dakika, hatta saniye saniye belli. Sahnede tek başına kalan Mehmet Arslan yarı şok, ne yapacağını bilemez halde, kem-küm, gak-guk durumu idare etmeyi denedi. Elindeki akışta da olan -korsan bir müdahale değil yani- telgrafın okunmasına geçti. “Şimdi size bir mesaj okuyacağım” dediğinde sahnede dev bir Türk bayrağı belirdi; alkış kıyamet.
Kime ait olduğunu söylemeden mesajı okumaya başladı;
“Daha önceden belirlenmiş programımdan dolayı katılamıyorum...” vs. kısmından sonra, mesajda birkaç cümle ile de “sinema”nın önemine, “sanat”ın baskı ve dayatmalara maruz kalmaması gereken “bağımsız” bir alan olduğuna değinilmişti. Yani “siyaset karıştırmayı” amaçlamak bir yana “siyasetin karışmasını” kınayan bir metindi. Keza salon da beğendi, son cümleye kadar alkışladı.
Sonra...
Arslan’ın “Devlet Bahçeli, Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı” demesiyle salonun kimi bölgelerinde alkış misliyle artarken kimi yerlerde alkışın yerini sessizlik yahut homurdanma aldı.
Mesaj çok güzeldi ama MHP Genel Başkanı’nın yolladığını öğrenince yeniden düşündük, güzel değilmiş, alkışımızı geri alıyoruz...
Var mı “alerji” dışında izahı!
***
Sunucu hanım “partner”inin MHP İstanbul İl Yöneticisi de olan oyuncu Mehmet Arslan olmasından rahatsız olmuş. İyi de sahneye çıkana kadar bilmiyor muydun kiminle sunacağını? Bahçeli’nin mesajı okunurken sahnede olmak istememiş. İyi de organizasyonunu sunduğun belediyenin MHP’li olduğunu bilmiyor musun?
Ceyda Düvenci gibi baştan reddetseydi, hiç gelmeseydi saygı duyardım... İstemem yan cebime koy; sonra da “tavır” sahibi, “duruş” sahibi ol...
Adana Büyükşehir Belediyesi AKP’li olsaydı o gece o sahneye çıkarmadıkları milletvekili kalmazdı; Hüseyin Sözlü’nün böyle bir müdahalesi mi oldu; ödül verdirmek bahanesiyle sahneye bir tek “partili” çıkardı mı mesela? Hayır. Sahne baştan sona sinemacılarındı.
Jüriye “adam” mı yerleştirmeye kalkıştı?
“Şu film ideolojik, şu sanatçı ocu, bu sanatçı şucu” diye “ambargo” mu uyguladı?
Ödül alanlara kürsüde konuşma yasağı mı vardı?
Dileyen dilediği gibi paylaşmadı mı sinemaya verdiği emeğin karşılığında aldığı ödülün sevincini;
Ve her biri “saygı”yla karşılanmadı mı?
“Siyaset karışması” nı bir yana bırakın, tam tersine siyaset o kadar karışmadı ki MHP’li belediyenin ev sahipliği yaptığı festivalde Yılmaz Güney Söyleşisi de, “akil” Hülya Koçyiğit’in restore edilen ‘Gelin’ filminin Türkiye’deki ilk gösterimi de yapıldı!
Bugünlük “demokrasinin, fikir ve ifade hürriyetinin nirvanaya çıktığı(!)” Altın Koza’ya MHP gölgesi düştüğünü iddia etmenin büyük harflerle HAKSIZLIK olduğunu söyleyip, madalyonun diğer yüzünü yarına bırakalım.