"Alo Başkan" hattıyla güzel günlere!..
Göbels'e rahmet okuttular!...
"Arama konferansları" ile başkanlık sistemini soracaklarmış...
İçeride terörün azdığı, kendi vatandaşlarının beyaz bayrakla dolaştığı ve artık hiçbir kriter tanımayan hukukun ve ifade özgürlüğünün yerle bir olduğu bir ülkede...
İlan edilen kırmızı çizgilerin pembe dantelli kenar süsü haline geldiği bir ülkede...
Üstüne üstlük hırsızlık ve yolsuzlukların Kemal Sunal filmleri gibi kahkahalarla bir daha bir daha, olmadı 70'nci kere izlenip reyting rekorları kırdığı büyük alış aldığı bir ülkede...
Gereği yok!.. Hem zamanınıza hem de telefon paranıza yazık!.. Zahmet buyurmayın!.. Verin, dayayın gitsin... Öyle çıtayı da düşürmeyin. Hap gibi yutar bu millet nasıl olsa!..
İçeride ve dışarıda lime lime dağılan bir yönetim anlayışı ile beraber yürüdük biz bu yollarda!..
Gel gelelim!.. Yürek el vermiyor.
Nefesimizin yettiği yere kadar anlatmaya devam edeceğiz...
Stratejik çukura biraz daha yakından bakalım;
Türk dış politikasının her iktidar ve siyasi anlayış döneminde ve hatta ara dönemlerde bile değişmeyen üç sacayağı mesabesinde ilişkiler ağı vardır.
1) Transatlantik İlişkiler (NATO ve ABD ile ilişkiler) 2) AB ile ilişkiler 3) Komşularla ve mücavir yakın bölgelerle (Balkanlar, Orta Asya, Kafkasya ve Orta Doğu gibi) ilişkiler.
NATO'yu eleştirip durduk. "Patriotlar geç geldi" vs. dedik. Esad, kimyasal silah kullanınca da NATO'ya başvurduk. "Libya'da 'ne işi var NATO'nun orada" dedik sonra bu lafımızı yedik. İş zora binince güvenliğin ne kadar birincil olduğunu gördük. Şanghay Beşlisi'ne üye olacağız dedik. Bu amaçla Rusya'ya ve Çin'e sırtımızı dayar gibi yaptık. Kendi füze savunma sistemimizi geliştirmek yerine Çin'den füze almaya kalktık. Sonra ansızın ondan da caydık!.. Rusya ile kriz patladıktan sonra süreci yönetemedik. Her kafadan bir ses çıktı. Yaramaz çocukların annesinin eteğinin arkasına ya da abi, baba, dayı arkasına sığınır gibi aceleyle NATO'ya koştuk. Verdiler elimize boyumuzun ölçüsünü. Sonra koştuk İsrail'in şefkatli kucağına!..
'Kasımpaşalı' tavrı maalesef bizi tehlikeli bir süreç ve çıkmaz sokağa soktu...
AB konusunda yalancı bahar yaşıyoruz. Alman'ı da, Fransız'ı da Suriye'de Esad sonrası masada olmak ve Paris sonrası IŞİD'e ders vermek için İncirlik'e mahkûmken ve 200 bin Suriyeli göçmen akını ile apışıp kalmışken kopardığımız bir fasıl açma, 3 milyar Euro ve seneye Ekim'den itibaren başlaması (ama hangi koşullar ve kısıtlamalarla belli değil) öngörülen vize muafiyeti ile neredeyse tam üye olduk zannediyoruz kendimizi. Yazık bilmiyoruz ki 'ayrıcalıklı ortaklık'a fit oluyoruz. Kimse ciddi değil. Üyesi olmak istediğimiz bu 'kulübün' hangi evrensel değerine bugün tam uyuyoruz bir sorun ve aynaya bakın bakalım!..
"Komşularla sıfır sorun" diye bir ilke kaldı mı?.. Önce sıfır komşuya sonra da komşularla sırf soruna savruluverdik. "Başbakan" Davutoğlu, danışmanlığı ve Bakanlığının ekseri bölümünde bu ilkeyi hayata geçirir gibi göründü ama hiçbir zaman retorikle gerçek arasındaki uçurumu tam idrak edemedi. Suriye, zurnanın 'zırt' dediği yer oldu ya da 'turnusol kağıdı'. "Arap Baharı", kışa dönüverdi. Suriye'de muhaliflere -kim oldukları belirsiz- akşamdan sabaha saf ve ilke değiştiren gruplara, Suudi ve Katarlılarla ortaklık kurarak ve onların isteklerini de dikkate alarak 'millî çıkarı' da terk ederek taşeron olduk. Ve en temel dış politika kuralını çiğneyerek komşunun iç savaşında taraf olduk. Yine bir stratejik ortak tezgahıyla kendimizi içinde bulabileceğimiz 'teröre destek veren ülke' statüsünü kim kabullenebilir?..
Libya, Mısır, Rusya, Rusya krizini fırsat gören ve gönüllü olarak da Rusların gazına teslim olan İran ve Irak'ı da katarsak nerede bir başarı görüyoruz dış politikada? Başika krizini gördük. Ne Şii liderler; Sistani ne Sadr, ne Başbakan İbadi ne eski Başbakan Maliki'si kaldı. Hepsi açtı ağzını yumdu gözünü. Bu mu kriz yönetimi ya da yatıştırma?..
Peki millî dava Kıbrıs'ta durum ne?
"Müzakereleri iyi gidiyor" deniyor ama kime ve neye göre? KKTC'ye büyük miktarlarda yapılan maddi katkı ve en son boru hattından denize akıtılan su!.. Ortada bize neredeyse posta koyan bir KKTC yönetimi var. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ise bizimle sorunu olan kim varsa hepsine yaklaşıyor. Mesela; Mısır'a, İsrail'e... En son Rusların üs istediği de ortaya çıktı. BM Güvenlik Konseyi'nde yer alan ve adada garantörlüğü yanı sıra iki üssü bulunan İngiltere ve kara parasını Kıbrıs'ta saklayan Rusya'nın bu müzakerelerde KKTC hayrına bir iyileştirmeye katkı vermesi mümkün mü?..
Türk dünyası diye bir derdimiz kaldı mı?
AKP zaten çok mesafeli durduğu, Türk dünyasına ciddi bir proje ve açılımı hatırlayan var mı? Rusya ile gaz krizi kapıya dayanınca Türkmenistan aklımıza geldi ve koştuk gittik. Mavi Akım ile Türk Akımı geliştirilir büyütülürken Akkuyu nükleer santrali Ruslara (ne karşılığı) verilirken aklımız neredeydi?..
Siz, yine de bunları duymamış olun!..
Aman ha!.. "Alo Başkan" hattından aranınca bağlılıklarınızı bildirin!..
Cevapsız çağrıya da düşeyim demeyin. Paralele bağlarlar adamı!..