Allah Tayyip’ine bağışladı
Ortada ne bir tutuklama, ne de savcılık tarafından açılmış dava var. Arınç’a suikast iddiası “safsata” çıktığına göre Kozmik Oda’dan çuval çuval taşınan “en gizli” belgeler nerede; hala kimlerin ellerinde
Geçen yıl aralık ayı idi... Türkiye’de kıyamet koparılıyordu. Başbakan Yardımcısı Bülent’e yönelik bir suikast girişimi ortaya çıkarılmış, suikast (!) son anda önlenmişti. Suikastçılar suçüstü yakalanmışlardı. Doğrudan Genelkurmay’a bağlı olan Özel Harp Dairesi’nde görevli subaylardı bunlar! Bülent’in evinin yakınlarında enselendiklerinde, ellerinde bir kağıt parçası vardı. Bu kağıtta devlet büyüğümüzün ev adresi yazılıydı.
Vay canına, bunlar nasıl geri zekalı Özel Harp subayları idi! Bunlar özel eğitimden geçen, yıllarca en zor koşullar altında eğitilip özenle yetiştirilen komando subaylardı. Nasıl olur da öldürecekleri (!) adamın kağıtta yazılı ev adresini üzerlerinde taşırlardı!
Adres yazılı kağıdı çiğneyip yuttukları, ya da çiğnemeden yuttukları kamuoyuna yansıtıldı. Madem yutmuşlardı, o kağıtta ne yazdığı nereden biliniyordu!
Fakat gelin görün ki, suikastçı subayların üzerlerinde silah yoktu. O zaman akıllara bir kuşku düştü: Acaba bunlar Bülent’i yumrukla, ya da tükürükle falan mı öldürecekti!
Kampanyayı TRT yürüttü
AKP’nin yandaş ve yalaka medyasıyla birlikte TRT devreye girmiş, olayın üzerine hep birlikte gidiyorlardı. “Suikastçı subaylar yakalandı... Bu ne rezalettir... İfade veriyorlar... Bunun hesabı sorulur... Ey Genelkurmay, sen bu işe nasıl girişirsin... Analar bir daha Sayın Bülent Arınç gibisini doğurmaz... Bu suikastın hesabı sorulacak...”
Hep birlikte Bülent’le yatıyor, Bülent’le kalkıyorduk! Suikastçı subaylar yakalandı.
Sivil savcılık tarafından sorgulandı, serbest bırakıldı.
Genelkurmay’a iade edildi mi
Yandaş, yalaka iktidar medyasının feryatları, çığlıkları ve tantanası devam ediyordu. Nitekim bunlar bir mahkeme kararı almayı başardılar: Ankara’da bulunan, bu suikastçı subayların görev yapmakta olduğu Özel Harp Dairesi basılıp aranacaktı.
Özel Harp Dairesi polis tarafından kuşatma altına alındı. Devletin en gizli bilgi ve belgelerinin korunmakta olduğu, adına Kozmik Oda denilen bölümlerde mahkeme kararıyla arama yapıldı.
Hakim tarafından yapılan aramalarda çuvallar dolusu gizli belge çıkarıldı, bir yerlere götürüldü. Şimdi ben hem gazeteci, hem de vatandaş kimliğimle “Merak etme hakkımı” kullanıyor ve buradan soruyorum:
“Ey Genelkurmay, sen kozmik odalarının basılmasına, aranmasına, üstelik devletin en gizli bilgi ve belgelerinin oradan çıkarılıp başka yerlere götürülmesine nasıl izin verdin?”
Bir sorum daha olacak:
“O bilgi ve belgeler şimdi nerede? Onlar kimin, kimlerin elinde?”
Evet sevgili okuyucularım, bu suikast masalının üzerinden kocaman bir yıl geçti. Tutuklanan kimse yok... Savcılık tarafından açılmış bir dava da yok...
Bu durumda bir soru daha sormak zorundayım:
“Kozmik odalardan çıkarılıp bilinmeyen bir yere götürülen o gizli bilgi ve belgeler, acaba Genelkurmay’a iade edildi mi, yoksa gitti gider mi?”
Şahin Mengü haklıymış
Bu soruların hiçbirine yanıt vermeyeceklerini, vermelerinin mümkün olmadığını biliyorum.
Peki ben bunları niçin yazdım?..
Çünkü bu düzmece suikast, tam bir tezgahtı. Tamamen yalanlardan oluşmuştu. Askeri yıpratma, Türk Ordusu’nun burnunu sürtme operasyonunun bir parçasıydı. Tutarsa tutar, tutmazsa askerleri biraz daha gagalarız, kucağa düşürürüz düşüncesiyle başlatılmıştı.
Bir yıl önce bu günleri anımsayın. Suikast feryatları, ağlaşmalar, sızlaşmalar, acındırmalar gırla gidiyordu... CHP Manisa Milletvekili Şahin Mengü, bu olaya teşhisini daha ilk gün koymuştu:
“Safsata.” Ve haklı çıktı.
Bütün bu komedi-rezalet-kara mizah-tezgah sürecinde bir tek tesellimiz oldu: Büyük devlet adamı Bülent hayatta kalmayı başardı! Onu suikastçıların elinden Allah kurtardı, vatana millete ve Tayyipciğine bağışladı! Vay beee!
* Emin Çölaşan / Sözcü
+++
KISA... KISA...
Sabah yazarı Nazlı Ilıcak ve Ömer Çavuşoğlu’nun annesi İhsan Çavuşoğlu vefat etti. Çavuşoğlu’nun cenazesi, bugün Bebek Camisi’nde öğle vakti kılınacak cenaze namazının ardından Zincirlikuyu Mezarlığı’nda toprağa verilecek.
Habertürk Gazetesi Genel Yayın Yönetmen Yardımcısı Doğan Satmış Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Yönetim Kurulu Üyeliğinden istifa etti. TGC, Satmış’ın “başörtülü muhabiri üye yapmak istemediler” iddiasını yalanlayarak, üyeliğin “eksik evrak nedeniyle” bekletildiğini açıkladı.
Tayyip Erdoğan’ın “Sahiller neden AKP’yi desteklemiyor?” sorusuna Vatan’dan Güngör Mengi cevap verdi: “Okumuş, bilinçleri ile beraber onurları da gelişmiş insanlar oylarını satmadıkları için!”
+++
Gazeteci namlı müfteriler
Ancak yüksek casusluk teknikleri ile elde edilebilecek bilgiler, birileri tarafından buraya sızdırıldı; bunlar da o gizli örgütün yayın organı gibi çalıştılar. Burada çalıştırılan yazar kisveli kimi adamlar da ortalıkta hükümetin kabadayısı gibi dolaştırıldılar. Bu ağzı kalabalık ama cahil; ihtirası bildiklerinin yüz karış önündeki tiplerden birisi de Rasim Ozan Kütahyalı nam müfteri...
Geçen akşam bu cahil kabadayıyı CNN Türk’teki 5 N 1 K programında izlerken şaşırdım. Cüneyt Özdemir; gülücüklerle izlese de bu müfterinin söyledikleri yenilir yutulur gibi değildi. Bu herif; neredeyse, Mustafa Kemal Atatürk’ü Yahudilere soykırım uygulamakla suçluyordu.
Adamın konuşmalarına bakınca; sanki Trakya’da Yahudiler gaz odalarında yakıldı da bunu da Atatürk istedi gibi bir hava çıkarıyorsunuz.
... bu cahil medya kabadayısına şunu öğreteyim:
Avrupa’da Yahudilere karşı genel bir düşmanlık başladığında; Mustafa Kemal; Almanya’daki Yahudi sanatçılara, bilim adamlarına kucak açmıştı.
Bununla ilgili sayısız kaynak ortadadır.
* Rıza Zelyut / Güneş
+++
Ahmet Altan’dan mı öğrendin
Taraf’ın “Sivilay Abla”sı, siyasette adı “nezaket”le özdeşleşen MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin kürsüdeki sert tavrını, “janti bir adamın parkta yürüyen kadına şapkası ile reverans yaparken küfretmesi” ne benzetmiş...
Satırların yazarı “abla”, çalıştığı gazetenin genel yayın yönetmeni de
“yaşlı kadınlara düşkün” olunca mazur görmeli...
Kimbilir böyle kaç reverans yaptı -birlikte çalışmaya başlayana kadar “beyaz kalemli prens” sandığı- Ahmet Altan önünde!
Altan’ın dokunaklı aşk romanlarında pamuklara sardığı kadınlardan olmayı beklerken, “karı” diye sınıflandırılıp küfre uğrayan her kadında olur böyle travmatik saldırılar...
Dedim ya mazur görün;
Kolay değil, hatta zor zanaat o
“taraf”ta kadın olmak!
Ensesti dahi savunacak kadar gözü dönen, her kadında “fahişelik potansiyeli” varsayan bir adamın altında çalışmak!
+++
Öcalan asılmasın diye MİT’le işbirliği yapmışlar
Akşam gazetesine verdiği röportajda Özlem Akarsu Çelik’in “WikiLeaks’le gündeme gelen ajan gazeteciler konusu var, nasıl istihdam edilirler?” sorusunu cevaplarken, Hürriyet’i yönettiği 20 yıl boyunca MİT ile 3 kez görüştüğünü söylemiş Ertuğrul Özkök. Dediğine göre bu görüşmelerden biri 1999 yılında, Öcalan getirildiğinde olmuş. “Devlet tüm gazetecilerden yardım istedi asılmasın diye” diyor. Yani medya ile “devlet” (hani şu Erdoğan’ın İmralı’ya gittiğini söylediği “devlet” olmalı) işbirliği yapmış Öcalan asılmasın diye!
Özkök’ün aynı yıl yazdığı yazılara baktım. Birinde mesela “Bir tek MİT yetkilisi bize yazılmak veya yazılmamak kaydıyla tek kelime etmedi” diyor aynı konuya ilişkin. “Bu satırları size MİT katibi olarak yazıyorum ey okur” diyecek hali yok tabii...
Arşivden çıkan bu yazı, Özkök’ün Çelik’e söylediği bir sözün de sağlaması sanki: “En iyi musahhih zaman!”
“Dünyanın her yerinde istihbarat örgütleri medyayı kullanmaya çalışır. Zokayı yutmayacaksın” diyen Özkök de ara ara hem kendisinin hem istihdam ettiği yazarların arşiv yazılarını karıştırmalı bence; bakalım zokayı yutmuşlar mı, yutmamışlar mı?
Kendi ifadesiyle “Öcalan asılmasın diye” tasarlanan “psikolojik management”ta üstlendiği rolün belgesi gibi olan şu Şeyh Sait benzetmesi “zokalı” mı “zokasız” mı yazıldı mesela:
“Türkiye geçmişte Şeyh Sait olayını yaşadı. Şeyh Said asıldı. Ama adı neredeyse bir evliya gibi geleceğe kaldı. Buna karşılık oraya buraya sürülen başka birçok isyancının bugün esamesi bile okunmuyor. Asılan yaşadı, asılmayan ise silinip gitti. Türkiye isteseydi, Öcalan’ı getirirken Akdeniz üzerinde denize atıp kurtulabilirdi. Ama bunu yapmadı. Çağdaş bir hukuk devleti gibi davrandı. Şimdi sıra bunun sonunu aynı çağdaşlıkla getirmekte.”
(22 Şubat 1999)
Nitekim 29 Haziran 1999’da “idam” cezasına çarptırılan Öcalan, şimdi Hürriyet’i yöneten Enis Berberoğlu’nun
20 Şubat 1999’da kullandığı ifade biçimiyle “koyun gibi boğazlanmayacağını” biliyor... Dikkat edin ortada daha
ne 57. Hükümet var, ne uyum yasaları var, ne idam kalkmış... Ama akıbeti o günden belli caninin!
Siz bakmayın şimdi “aaaa, bunu da yaptılar sonunda, tüüühhh, işi özerkliğe kadar getirdiler, amanın bayrak da dediler...” türünden dövünmelere... Açık istihbarat kaynakları gösteriyor ki, herkes herşeyi biliyor da, kendisine verilen rolü oynamak üzere sahne sırasının gelmesini bekliyor hepsi bu...
Bu arada, yerli ve yabancı istihbarat örgütleri başka kimlerin paçasını kurtarmak (yahut kimleri çamura batırmak) için, medyanın başka hangi isimlerine zokayı yutturdu acaba? Zoka hep aynı kadronun ağzına mı verildi, yoksa “konjonktürel” değişimler oldu mu “büyük balıklar” takımında?
Ertuğrul Özkök “dönek liberallerin sefaleti”ni kitaplaştıracakmış.
Kitabını döner dükkânında imzalasa iyi olur...
* Haldun Ertem
+++
MİNİ YORUM
Afganistan’ı da izleyin
Aralarında Türkiye’de Cumhurbaşkanımıza benzerliğiyle üne kavuşan(!) George Clooney, Brad Pitt gibi “Hollywood starları”nın da bulunduğu “Not On Our Watch” grubu, Sudan’da işlenen “insanlık suçları”nı, uydu gözlem yöntemiyle bütün dünyaya izletecekmiş. Neden Irak değil de Sudan? Yahut neden Afganistan değil de Sudan? Orada suça maruz kalanları “insan”dan mı saymıyorsunuz yoksa yapan ABD olunca işkence, katliam vs. “suç” olmaktan çıkıyor mu?