Allah bir ekranda kocatsın!
Bir kere peşinen söyleyeyim, “Adalet Bakanı NTV’de Nilgün Balkaç’ın sorularını yanıtladı” diye başlayan bütün haberler hükümsüzdür benim gözümde. O “sorular”ın hiçbiri Balkaç’a ait değildi ki!
Program başından sonuna şu minvalde seyretti:
N. Balkaç: Efendim şöyle diyorlar... Siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
S. Ergin: Yok öyle bir şey!..
N. Balkaç: Efendim böyle diyorlar... Siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
S. Ergin: Uyduruyorlar!..
Bir ara ciddi ciddi bekledim Balkaç “Vallahi ben demiyorum, onlar diyor” der mi diye!
Bir ara da -madem devir çıngar çıkarma devri- iki elimi belime dayayıp ekrana şöyle seslenesim geldi:
- Hanıııım, hanım, sen gazeteci değil misin? Bir soruyu da, “gazetecilik suçunu başkalarının üzerine atmadan” soramaz mısın?
Hadi NTV’nin, AKP iktidarını zora sokacak, başını ağrıtacak, kamuoyunda tepkiyle karşılanmasına yol açacak her kritik gelişmede “Söz savunmanın” formuna bürünmesine alıştık da... Adalet Bakanı’nın önceki gün Balkaç’ın her sorusundan sonra yüzünde beliren “kendini gülmemek için zor tutar” hal neydi öyle?
Eski Genelkurmay Başkanı “terörist” denilerek tutuklanmış...
Ana Muhalefet Partisi lideri hakkında “yargıyı etkilemeye teşebbüs” ettiği gerekçesiyle fezleke hazırlanmış...
Çalışan Gazeteciler Günü ve cezaevlerinde 100’e yakın gazeteci terör örgütüne üye olmaktan tutuklu; yıllar süren tutuklulukları yargısız infaza dönüştü.
İş o hale gelmiş ki TOKİ işi gücü bırakıp bütün mesaisini cezaevi inşaasına ayırsa anca yetişir özel yetkili tutuklayıcıların hızına!
Ama Sadullah Bey’e kalırsa her şey yolunda.
Böyle bir gündemin ortasında oturmuş Nilgün Balkaç’ın karşısına, komik birşey varmış gibi, kah kah kah, kih kih kih yaptı yapacak. Zor zapt ediyor gülmemek için dudaklarını!
Bu durumda daha başka ne denir ki: Madem güllük gülistanlık size hayat Allah saadetinizi bozmasın; bir ekranda kocatsın, bir ömür daim kılsın yüzünüzdeki gülücükleri!
“Özel Yetkili Savcılar, Mahkemeler ve tutukluluk
kararı veren hakimler yetkisiz” diyen Kocasakal:
SUÇ İŞLİYORLAR
Kemal Kılıçdaroğlu üzerinden bizler ve basın da dahil herkesi içine alan yeni bir baskı kapısını
araladıklarının mesajını veriyorlar.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun eleştirileri “yargıyı etkilemeye teşebbüs” suçu kapsamına sokuldu ya...
Diyorum ki, acaba “yargı eliyle siyaseti etkilemeye teşebbüs” diye bir suç olsaydı; Silivri Cumhuriyet Başsavcılığı’nın hazırladığı fezleke de bu kapsama alınır mıydı?
Öyle ya, o gün itibarıyla “siyaset” kurumunun verdiği tepkilere baksanıza, CHP’li milletvekilleri dokunulmazlıklarının kaldırılmasını istedi, gündem değişti, “Cumhuriyet tarihinde ilk” diye duyurulan Başbuğ’un tutuklanması olayı bile “eskidi”, velhasıl “yargı” bu girişimi ile “siyaseti etkiledi”!
Masumiyet karinesini esas almak yargıyı etkilemek değildir
İroni avcılığına soyunduk ya yine, İstanbul Barosu Başkanı Ümit Kocasakal’a sordum girişteki soruyu: “Hukuken öyle bir suç tanımı yok ama olsa elbette bu kapsamına girerdi” dedi!
Ha bundan şöyle bir sonuç da çıkarmayın sakın: “Yargı da olsa zinhar dokunamaz benim muhalefetime” demiyoruz kesinlikle. Ama bu “yargıyı etkilemeye teşebbüs” de ne? Hele de Başbakan’ın yüksek yargı mensupları dahil “alayına” demediğini bırakmadığı bir ülkede!
Bu “suç”un “ne” olduğunu şöyle izah ediyor Kocasakal: “Yargıyı etkilemeye teşebbüs suçu ‘yargının bağımsız kalabilmesi’ düşünülerek oluşturulmuştur. Ben çıkıp da ‘Bu adamlar suçsuzdur’ dersem suç işlemiş olmam. Çünkü ‘suçsuzdur’ demek masuniyet karinesi esas almaktır ve bu da Anayasa paralelinde hareket etmek anlamı taşır. Ama ‘Bu adamlar suçludur’ dersem suç olur.
Bir kişinin yargıyı etkilemeye teşebbüste bulunabilmesi için her şeyden önce konumunun yargıyı etkilemeye elveriyor olması gerekir. O sözleri muhalefet lideri, siz veya biz söylesek ne olur ki!
Bir de bu suçun oluşması için, kişinin yargıyı etkileme kastıyla hareket ediyor olması lazım...”
Eee o zaman? Kocasakal’a kalırsa bu olayın yegane anlamı var, o da siyasiler, hukuk adamları, basın dahil herkesi içine alan yeni bir baskı kapısı aralanmış olması. “Artık buradan yüklenecekler. Kılıçdaroğlu üzerinden başka yerlere verilen bir mesaj bu!” diyor.
Evde pijamalarıyla otururken eşini döverse görev suçu olmaz
Sadece Kılıçdaroğlu konusunda değil ki Kocasakal’a göre hemen her konuda toplum “kandırılıyor”. Hem de tebriği hak edecek derecede ustalıkla: “Güzel kandırıyorlar, helal olsun! Ben bu açıdan tebrik ediyorum kendilerini!”
Mesela Başbuğ’un tutuklanması olayı. “Doğru” gibi sunulan “yanlışlar” öyle çok ki. “Bir” diyor ve başlıyor sıralamaya birer birer:
- Göreviyle ilgili bir suç değil diyorlar. “Vatana ihanet” Cumhurbaşkanı’nın görevleri arasında mı? Adam evde pijamalarıyla otururken karısını dövüyorsa o zaman görev suçu olmaz ama “görevini yaptığı sırada”, “o göreve bağlı olarak” işlediği iddia ediliyorsa “görev suçu” kapsamındadır.
Başbuğ kararı hukuk literatüründe “yoklukla malül”
- “Bir genelkurmay başkanı ilk defa sivil mahkemece tutuklandı” diyorlar. Başbuğ sivil mahkemece tutuklanmadı. Sivil mahkeme demek askeri üyesi olmayan mahkeme demek değildir. Bağımsız / tarafsız olan mahkemedir. Özel Yetkili Mahkemeler tamamen iktidarın aygıtı haline dönüştürülmüş durumda. Anayasa dışı! Anayasa “Hiçbir organ ya da merci kaynağını Anayasadan almayan bir yetkiyi kullanamaz” demiyor mu? Bu mahkemeler eski DGM’lerin birebir aynısı. Eski DGM’ler Anayasa’daki 143. Maddeye göre kurulmuştu. Ne oldu o madde? 2004’te yürürlükten kaldırıldı. Nerde şimdi Anayasal dayanak? Anayasal dayanağı olmayan mahkemelerden söz ettiğimize göre eski Genelkurmay Başkanı hakkında verilen karar hukuk literatürüne göre yoklukla malüldür.
“Özel Yetkili Savcılar, Mahkemeler ve o mahkemelerde karar alan hakimler görevsizdir, bana göre suç işliyorlar” diyen Kocasakal yargılamaların tutuklama mercii gibi hareket eden bu kurumlar eliyle yürütülmesi devam ettiği sürece Türkiye’de kimsenin hukuk güvenliğinin olamayacağı görüşünde. Bütün bu kızılca kıyamete dair son tahlili şöyle:“ Diyorlar ki ’sen benim suyumu bulandırdın, ben seni öyle de yiyeceğim böyle de yiyeceğim!”
Kim kurtara Kemal Beyi!
Mutabakat kâğıtları imzalayıp da hapisteki milletvekilleri Prof. Mehmet Haberal ile Mustafa Balbay’ı kurtarıyorum derken Genel Başkan’ı içeri atacaklar... İyi mi?
Kılıçdaroğlu adaleti arayacağına... Adalet onu aramaya başladı... Fırsat bulsalar ya... İçeri atacaklar...
“Olmaz” deme... Genelkurmay Başkanı’nı “terörist” sayıp da bir gecede hapse atabilecekleri de aklınıza gelmemişti...
Mesela dün televizyonda Başbakan’ı kızmış da bağırırken görünce düşündüm:
Normalde Kılıçdaroğlu’nun bağırması gerekmez mi?.. Bu bağırıyor...
***
Bence halk için “uyuyorlar” diyorsunuz da... Hâlâ siz uyanmadınız... Hâlâ farkında değilsiniz... Bu bir normal siyasi mücadele değil... Bu sıradan bir iktidar muhalefet çekişmesi de değil... Bu haddini bilmez iktidar sorunu da değil... Bu bir istila...
O zaman CHP’nin, normal şartların muhalefet yapma yöntemlerini gözden geçirmesinin zamanı gelmedi mi?..
Parlamentoya sıkışıp kalmak... Parlak laflar... Demokrasi adı altında oynanan bir karşıdevrim oyununun figüranları ya da fotoğraf tamamlayıcısı olmak... Yetiyor mu laga luga?
Bir de bunlarla anayasa yapmaya oturuyorsun birader...
Söylüyorsun ya “Bunların adalet, hukuk anlayışı yok” diye...
***
Bu dönemin sorumluluğunu taşıyor CHP... Tarih karşısında verilecek bir hesabın... Çocuklarımızın, gençlerimizin, yetişkinlerin, aklı başında olsun ya da olmasın bir koca milletin, dağın, taşın, toprağın vebali var...
Böyle mi gidecek?.. O zaman; mutabakat kâğıtları imzalayıp da hapisteki milletvekilleri Prof. Mehmet Haberal ile Mustafa Balbay’ı kurtarıyorum derken... Genel Başkan’ı içeri atacaklar... İyi mi?
O zaman; arkadaşlardan birisi kanun karşısında sahtecilikten “sanık”, öbürü zimmete para geçirmekten “şüpheli” iken...
Bir de bakmışsınız bizimkisi içeride... Kim kurtara Kemal Bey’i?..
Bekir Coşkun / Cumhuriyet
28 Şubat’ta asker baskısıyla üç gazetecinin işine son verilmesi yıllarca mesele oldu. Olmalıydı da.. Ne var ki AKP iktidarının baskısıyla gazetecilerin işine son verilmesi fevkalade olağan sayılıyor. Sivil faşizmi çok da zararlı görmediğimiz gibi bir sonuç çıkabilir mi bu durumdan?
Melih Aşık / Milliyet
Ey millet; ortaksın bu vebale
Tutuklanan Genelkurmay Başkanı hapse götürülürken “takdir yüce Türk milletinin” dedi ya... Uzun süredir duyduğum en “demokratik” tespitti bu.
Çünkü, iddia edilenin aksine “antidemokratik” değildir olan biten, gayet “demokratik”tir. Genelkurmay Başkanı’nı “terörist” diye içeri tıkan irade... Bizzat yüce Türk milletidir. Mesela “duble yol yaptıkları için, avanta sağlık hizmeti sundukları için bunlara oy verdim ama, Genelkurmay Başkanı’nın içeri tıkılmasını doğru bulmuyorum” diyemezsin... “Bedelli askerlik şahane ama, muhalefet liderini tutuklamaya çalışmaları yanlış” diyemeyeceğin gibi. Vay efendim, böyle olsun istememiştim, ne bileydim ben filan... Yok öyle! Biri senin sayendeyse... Öbürü de sayende. Azmettirensin. Sıyrılamazsın... İlelebet...
Ortaksın bu vebale.
Yılmaz Özdil / Hürriyet
Ötekiler kaçmadığına göre, berikiler niye hâlâ tutuklamaya devam ediyor?
“Önce asalım, sonra yargılarız”
Mustafa Balbay... 6 Mart 2009’da tutuklandı. Yani 3 yıldır tutuklu. Tuncay Özkan... 27 Eylül 2008’de tutuklandı. O da 3 yılı aşkın süredir tutuklu. Ahmet Şık... 6 Mart 2011’de tutuklandı. Bir yıla yakın süredir içerde. Nedim Şener... 6 Mart 2011’de tutuklandı. Bir yıla yakındır tutuklu. Soner Yalçın... 18 Şubat 2011’de tutuklandı. Bir yıla yakındır tutuklu. Hepsi gazeteci.
Hepsi, polisin iç dünyasını, çetelerin karanlık dünyasını biliyorlar. Hepsi, hayatlarında en az bir askeri darbeyi yaşamışlar. Hepsi, bir ülkede özel yetkiliyle donatılmış bir mahkeme işe girişince, başlarına ne gelebileceğini tahmin eden insanlar. Kaçmışlar mı...
Hayır hemen hepsi, bavullar hazır, sabah 6’da kapının çalınmasını beklemişler. Sonra da tıpış tıpış...
***
Onları yargılayan hâkimler bu insanlar hakkında beraat kararı verebilir mi?
Bu mahkemeler artık beraat kararı veremez. ÇÜNKÜ Beraat verdiği takdirde o hâkimlere sorarlar: “Kardeşim; bu insanların beraat etme ihtimali vardı da niye 3 yıldır içerde tutuyorsunuz? Türkiye ayağa kalktı, dünya ayağa kalktı, ülkenin başbakanı, ana muhalefet partisi. Baro başkanları, hukukçular, basın ayağa kalktı. Ama siz kılınızı kıpırdatmadınız.”
***
Herkesin bildiği bir başka sır... Kimbilir daha kaç kişiyi içeri alacaklar. Bu sırrı nereden mi biliyoruz? Medya mahallesi gammaz çocuğundan duyuyoruz. Elinde boya, ev ev dolaşıp, kapı işaretliyor. Sonra yaygaraya başlıyor. “Şunu da şunu da...” Ama o olağanlaştırılmış şüphelilerden kaçan var mı? Yook... Yüzlerce insan valizleri hazır bekliyor. Öyleyse niye kaçmıyor bu insanlar?
Çünkü, özel yetkili savcıların iddianameleriyle, özel mahkemelerin kararlarıyla içeri girmek artık yüz kızartıcı bir şey değil. İçerdekiler niye girdik diye utanmıyor. Dışarıdakilerde ise yavaş yavaş, “Biz niye dışarıdayız” mahcupluğu bile başlamış. 12 Eylül’deki gibi yani... Artık kaçacak kimse yok...
Ve son soru:
Ötekiler kaçmadığına göre, berikiler niye hâlâ tutuklamaya devam ediyor?
Cevabını Amerikan çizgi romanlarına geçmiş meşhur Yargıç Bean vermiş:
“Önce asalım, sonra yargılarız...”
Ertuğrul Özkök / Hürriyet