Allah baba ve Allah ana!
Hayırlı Ramazanlar efendim.
Bu ne biçim başlık diyorsunuz, farkındayım. “Allah baba” diye Hıristiyanlar diyor, biliyoruz. Yıllardır “Küçük Ev” dizisi ile birileri bu cümleyi Türk anne ve babalara kurdurmayı başardı maalesef, benim yaştakiler hatırlayacaklardır.
İyi de, “Allah ana” diyen kim? Efendim bunu söyleyen bir Müslüman. Ben demiyorum, ülkemizin güzel insanlarından Mahmut Toptaş Hoca, Milli Gazete’deki köşesinde anlattı(28 Temmuz 2010). Ona da Konya İlahiyat Fakültesi’nde Öğretim Görevlisi iken emekli olan hocası Arif Etik Bey anlatmış:
“İslâm Enstitüsü’nün açılışına katılan bir üst düzey devlet görevlisiyle yan yana oturuyorduk. Bir ara bana eğildi, ‘Hoca efendi, bizimle Hıristiyanlar arasında fazla bir fark yok. Onlar -Allah baba- diyorlar, biz -Allah ana’ diyoruz” dedi.
Biz nerede ‘Allah ana’ diyoruz diye sordum. O da, ‘Milli Eğitimin bastığı Mevlit kitabında -Her işi asan eder Allah ana- diyor’ diye cevap verdi.”
Arif Etik Hoca Müslüman bürokrata oradaki “ana” kelimesinin “Ona” manasına geldiğini anlatır.
Şimdi biz bu hadiseyi okuduk ve içimizden “Cık, cık, adam bürokrat olmuş, üstelik Müslüman, ‘Allah ana’ dediğimizi sanıyor’ diye geçirdik, öyle değil mi?
Tamam da dinimizi biz ne kadar biliyoruz?
Ve şu anda Müslüman olduğumuzdan emin miyiz? Kardeş sen ne diyorsun, çok ağır konuşuyorsun diyenleriniz olabilir, aslında haklısınız da. Ama ne olur, dişinizi sıkın ve okumaya devam edin. Çünkü bu bir “hayat memat meselesi” dir.
Biz, “Eşhedü en lâ ilâhe illallâh ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve resûlüh” diyor, Müslüman oluyoruz. Biz Kelime-i şahadet getirirken, yani Allah’tan başka ilah yoktur ve Hz. Muhammed aleyhisselam O’nun kulu ve resulüdür derken, Allah ve Hz. Muhammed ne emretti ise yapacağımıza, ne yasakladı ise uzak duracağımıza söz veriyoruz. Kur’an ve Sünnet emanetini bu sözle teslim almış oluyoruz.
Peki, sözümüzde duruyor muyuz? Dün akşama kadar Allah ve Peygamberle kaç dakikamız geçti. Yoksa ezanlar okundu biz Allah’ın davetini televizyona, dedikoduya tercih mi ettik?
Uzatmayalım..
Elbette bu tür lakaydilikler “emanete ihanet”tir, verilen sözde durmamaktır. Allah hudutsuz bir şekilde Rahman ve Rahim olduğu için böylesine gaflet ve ihanetimizden dolayı Müslüman’ı kulluğundan tart etmez, bu da tamam.
Ama biz o bürokrat gibi dinimizi bildiğimizi sanıyorsak fakat bilmiyorsak, dinden çıkmış olabiliriz de farkında değilizdir. Asıl söylemek istediğim bu. Bu duruma düşmemenin çaresi Müslümanın kendine yetecek kadar fıkıh bilgisine sahip olmasıdır. Yani elinin altında mezhebine göre güvenilir bir İlmihal bulundurması ve onu hiç olmazsa bir defa okuması, aklında tutmasıdır. Allah şefaatine nail eylesin Mezhep İmamımız Ebu Hanife Fıkhı, “Kişinin lehinde ve aleyhinde olan şeyleri bilmesidir” diye tarif eder..
Öyledir..
Ama biz mesela bir hırdavatçıyızdır dükkânımızdaki 40 bin çeşit malın ismini ve fiyatını biliriz de bizi dinden neler çıkarır, bilmeyebiliriz. Mesela bir kişi, “Bu devirde faiz haram mı olurmuş!” dese anında dinden çıkar, ama o bunun farkında değildir. Yani Allah’ın kesin olarak haram kıldığı bir şeye helâl, helal kıldığı bir şeye haram demek o kişiyi dininden eder. Bu sözü söyleyen birinin geçmişte yaptığı bütün iyilik ve ibadetler iptal edilir. Oruçları geçersiz sayılır, Haccı geçersiz sayılır, nikâhı bile düşer.
Tekrar Müslüman olması için tövbe etmesi ve o fikrinden vazgeçmesi gerekir.
Şimdi bir düşünelim bakalım. Dinimizi ne kadar biliyoruz? O bürokrattan bir farkınız var mı yok mu, emin miyiz?
Tekrar hayırlı Ramazanlar dostlar.