'Allah Allah' diyerek!
Kim ki Allah’ın karşısına Atatürk’ü, laikliği, ateistliği yahut bir başka şeyi koyuyor, bilsin ki baştan kaybetmiş demektir. Asıl asimetrik savaş budur. En sevdiğin kişi diyelim ki annen, evladın, sen nasıl tutar da onu Allah’ın karşısına dikersin? Akıl bunun neresinde? İnsan, “Bu sevgiden mi, yoksa sevdiğini iddia ettiğin şeyden kurtulmak istemenden mi?” diye sormak durumunda kalıyor.
Tabii böyle bir şeyi kör gözüne parmak olarak yapan yok, ama öyle laflar söyleniyor, öyle tutumlar sergileniyor ki, başka türlü yorumlamak mümkün olmuyor. Biz, “Powell’la gizli anlaşma yapan biri o koltuğa oturamaz” diyoruz, adamın bu umurunda değil, o tutuyor, “Eşi başörtülü olan birinin orada ne işi var, Atatürk’ün kemikleri sızlar” diyor. Alevi’sinden Sünni’sine bu milletin kadınlarının yüzde 80’i başını örtüyor, sen böyle söyleyince millet Powell’la anlaşan adamın arkasında duruyor, iyi de şimdi sen Atatürk’e mi hizmet etmiş oldun, ABD’ye mi? Ve sen bilmiyor musun o yer, eşi ve annesi başörtülü Atatürk’ün yeri.
Biri çıkıyor, “Ben başörtülüye burs vermem” diyor, biri başı örtülü olan hastayı muayene etmiyor, biri tutuyor, yanına başörtülü teyze oturunca cüzzamlı görmüş gibi uzaklaşıyor, sonra bakıyoruz aynı kafalar, Rahmetli Atatürk’ün “şer ocağı” dediği mihraklarla al takke ver külah’lar. Neymiş efendim, “Onlar başka”ymış. O zaman sen de “başka”sın arkadaş, kusura bakma.
Birilerinin bilmediği bir şey var, o da milletin sağduyu sahibi olduğu gerçeğidir. Millet biliyor, yüzüne vurmuyor. Millet seziyor, kırmıyor, bu kol bendendir diyor, ihtiyacım var, bana vursa da ona mecburum, bir gün o da bana mecbur olduğunu idrak edecek diyor, onun için kırmıyor, burnuna acı tütün uğruyor, yutkunuyor. Tıpkı PKK ile 30 yıla yakın zamandır sürdürülen mücadelede olduğu gibi, gözyaşını içine akıtıyor, “Bu bir Türk-Kürt savaşı değildir” diyor, şehit oğlunun tabutuna sarılıp gözyaşı dökerken Kürt komşusuna kızını veriyor, tanıdığı Kürt’ten gelin alıyor, Kürt de böyle davranıyor, niye? Şifre, o başörtüsündedir, Kıble’dedir, Cami’dedir, Ezan’dadır. Sana öyle gelmez ama, öyledir, onun için kim ki İslâm’a ve İslâm’a sembol olmuş bir değer ve objeye toz konduruyor, bilsin ki baştan kaybediyor.
Din işte böyle bir şeydir.
Stalin Rus’u Kilise’den, Müslüman’ı Ezan’dan ayırmak için kullanmadık metot, denemedik zulüm bırakmadı, kaybeden kim oldu? Din olmasaydı, bugün İsrail diye bir devlet, bırakın devleti, böyle bir ırk kalır mıydı dünyada?
İslâm’ın ve İslâm’a en büyük hizmeti yaptığı için de Türk milletinin en büyük düşmanı, Şeytan’dır, buna kimsenin şüphesi olmasın. Hal böyleyken, Şeytan’ı tutup, “Al şu Türkiye’yi sen yönet” deseler, öyle bir sevinir ki, sormayın gitsin. Ama o bile İslâm’a asla laf söylemez, İslâm’ın hiçbir değerine açıktan saldırmaz, çünkü bilir ki, böyle yaptığında Türk’ü yine karşısında bulur ve Allah da Türk’e yardım eder.. Onun yapacağı, Türk’le birlikte “Allah” demek, hatta, Türk’e sadece “Allah” dedirterek onu “Fiili duadan” mahrum etmek, bid’atları çoğaltmak, helalleri haram, haramları helal gösterterek ve benzer yollarla, milleti peşine takıp Cehenneme öyle sürüklemek olacaktır.. Zaten birilerinin laiklik adına yaptığını o da bu söylediğimiz yoldan yapıp durmakta ve hayli de yol almış bulunmakta.
Öyleyse tam vatansever, hakiki Atatürkçü ve samimi mümin’e düşen, bütün kalbi ile gerçekten “Allah Allah” diyerek, yola devam etmektir. Sükûn ve kurtuluşun reçetesi budur.