Alın artık şu mesajı…

Şeyh Sait İsyanı patlak verdiğinde Türkiye Cumhuriyeti henüz 2 yaşındaydı.
ABD Deniz Kuvvetleri’nde görevli Mark L. Bristol “İngilizler, Kürt durumuyla meşgul olduğu sürece Mustafa Kemal’in Musul’a el koyamayacağını düşünmektedirler. Dolayısıyla Kürt akımına yardımcı olmaktadırlar” raporunu yazdığında ise, Cumhuriyet ilan dahi edilmemişti. (26 Ocak 1922)
Amerikan gizli belgeleri arasından çıkan bir tek sayfada, henüz kurulmamış bir devletin kurulduktan sonraki mücadele alanı öngörülebildiğine göre; Cumhuriyet tarihinin hiçbir “kırılma”sı –darbeler dahil- “bir gece ansızın” oluvermiş değildi.
(Noam Chomsky’nin –Bir Yeni Şafak söyleşisi değildir; kesin bilgi!- “Sam Amca Ne İstiyor” kitabında yer alan “2. Dünya Savaşı’ndan sonraki dünya düzeninin, savaş başlamadan önce tasarlandığı… Amerikan ekonomisinin ihtiyaçlarına uygun olarak Üçüncü Dünya Ülkelerinin hammadde/pazar olarak sömürülmesini, buna karşı duracak “ulusçuluğun” ve bu ideolojiyi benimsemiş yönetimlerin bertarafını kapsayan Büyük Alan Projesi oluşturulduğu…” bilgilerini de eklerseniz, “yeni düzen”in tek “kırmızı çizgisi” hemen netleşecektir.

***

Nitekim… Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk büyük mücadelesi “savaştan yeni çıkmış bir ülkenin kalkınmak için yabancı sermayeye muhtaç olduğunu” dayatanlara karşı verilmişti.
Ve Mustafa Kemal’in “Cumhuriyet”in ilanından sonraki ilk büyük “siyasi zaferi”;
1920’de mevduatın yüzde 68’i yabancı bankaların elinde olan bir ülkede; “Milli bankacılık” dönemini başlatarak, “Burasını esir ülke yaptırmayız” diye yabancı sermayeye mesafe koyarak, MTA’yı kurup yer altı zenginliklerinin devlet eliyle çıkarılmasını sağlayarak 1925, 1927 ve 1929 bütçelerinin –açın şimdi kulaklarınızı- “fazla vermesini” sağlamak olmuştu.
Koruyucu gümrük vergileri, kredi ve teşvikler ile milli sanayi oluşturulmuş; “üç beyaz-üç siyah projesi” ile dışa “bağımlılık” sona ermiş, ulaşım millileştirilmişti. (Kemal Derviş’in neden “dünyanın en pahalı şekerini üretiyoruz” bahanesiyle pancar ekim alanlarını daralttırdığı ve şeker fabrikalarını işlevsizleştirdiği konusunda fikir verir belki; ABD’nin darbeler tarihinin miladı Hawaii’deki üç tane şeker tüccarını gümrük vergisinden kurtarmak için adayı kendisine bağlamasıydı!)

***

1941’de Türk-Alman Dostluk Anlaşması’nın imzalanmasına iki gün kala Refah Şilebi, 1942’de Türkiye-Almanya Kredi Anlaşması’nın imzalanması arifesinde Atılay denizaltımız batırıldı!
1945’te Türkiye ile yardım anlaşması imzalayan ABD’nin tek şartı vardı:
Almanya ve Japonya’ya savaş ilan etmemiz!
Bu aynı zamanda BM Konferansı’na katılabilmemizin de “ön şartı”ydı! Kaldı ki NATO’da kabul için de yine bizim olmayan bir savaşa dahil olmamız ve Kore’ye asker göndermemiz gerekecekti!
Postdam’da Montrö’yü değiştirme konusunda Sovyetlerle anlaşan ve doğu sınırımızı değiştirmeye kalkışan ABD, “İran petrolleri”ni Ruslara kaptırmanın eşiğine gelince, “Türkiye’nin ulusal bütünlüğünün sağlanmasının Orta Doğu’da düzenin korunması için gerekli olduğunu!” keşfetti. (Truman Doktrini)
Marshall Planı’yla; ABD’den aldığımız parayı ABD’li firmalara iade ederken; ABD buğdayıyla dolan stoklar yüzünden buğdayını üretemeyen, Cumhuriyet projesi olan demiryollarını rafa kaldırıp ABD’li petrol tekellerini ihya edecek karayolu modeline geçen, sıfırlanan üretim ve değişen tüketim alışkanlıklarımızla “muhtaç” bir ülkeye dönüştük.
Menderes “Amerikancı”ydı; hazin ki “gönderilişi” ABD’ye “Jüpiter füzelerini Türkiye’ye yeleştirme izni”ni vermesinin hemen ertesine denk geldi. İstediğini alan Washington yardım talebini geri çevirince Menderes Moskova’ya yöneldi.
Ve buuum:
27 Mayıs 1960’ı 28 Mayıs’a bağlayan gece, Ankara’daki ABD Büyükelçiliğinden Washington’a 30 mesaj çekildi!
Darbeden önce 12 gün boyunca ABD’de ağırlanan Cemal Gürsel Başbakan ilan edildi.
28 Mayıs sabahı Gürsel’in “tavsiyelerini” almak üzere ilk görüştüğü kişi ABD Büyükelçisi Fletcher Warren’dı. Warren ile Gürsel’in 13 Temmuz 1960’daki ikinci görüşmesinden sonra 27 Mayıs’ın ilk ve en önemli dönüşümünü TSK’da yaşandı. Washington’dan gelen para ile ordunun muharip gücünün yüzde 50’si tasfiye edildi.
Gürsel’in TBMM’de okuduğu “programın” çatısını da manidardı:
“2. Cumhuriyet”

***

16 Mart 1964’te TBMM, İnönü Hükümeti’ne Kıbrıs’a müdahale yetkisi verdi.
İnönü 2 Haziran’da “çıkarma” kararını açıkladı. Bunu, ABD Başkanı Johnson’ın 5 Haziran 1964’te, İnönü’ye yolladığı tehdit dolu ünlü mektup takip etti.
Rahmetli Ali İhsan Göğüş, İnönü’nün NATO’nun “gerçek yüzü”nü gördüğü anı şöyle anlatmıştı:
“1962’de Ruslar ile Amerikalılar, Küba’daki füze rampalarının kaldırılmasına karşılık, Türkiye’de Sinop’ta bulunan ve Türkiye’nin savunması için de önemli olan füze rampalarının kaldırılması konusunda anlaştılar. Kennedy Türkiye’ye telefon etti, Türkiye de bunları kaldırdı. İnönü’yü çıldırtan budur. Demiştir ki “Biz bir telefonunuzla, kendi korumamızı sağlayan füze rampalarını kaldırdık. Bu nasıl ittifak?”

***

Bunun “nasıl bir ittifak” olduğu The Economist’in 1972’de yayınladığı Blue Report özel ekinde netleşti. Buna göre; 27 Mayıs darbesi ve 12 Mart muhtırası “CIA Operasyon Listesi”ndeydi. The Daily Telegraph, 12 Mart 1971’de “Ordunun girişiminden sonra Demirel Hükümeti’nin zorunlu istifasında, CIA ajanlarının eylemli katkıları..” bulunduğunu yazdı.
İhsan Sabri Çağlayangil, Demirel’in, Amerikan Büyükelçisinin “Nerede ne kadar haşhaş ekiliyorsa, biz onun parasını peşin verelim, ekimi durdurun’ isteğine cevaben “Bunu yapamayız” demesinden sonra ABD’den gelen tepkiyi bizzat aktarmıştı:
“Amerikan Büyükelçisi ’Çok yazık, bundan çok fena neticeler doğacak’dedi.
Çok fena neticeler belli oldu. Üç ay sonra bizim hükümetimiz düşürüldü.”
Kaldı ki “Türkiye afyon üretimini durdurmazsa biz de Sultanahmet Camii’ni bombalayalım.” Diyen de ABD’nin BM Temsilcisi Daniel Patrick’ten başkası değildi. Üstelik bu “darbe planı” sahte CD’lerde ele geçirilmedi, resmi bir toplantıda ilan edildi!

***

Ve 12 Eylül arifesi:
Yarası hâlâ kapanmayan Kahramanmaraş’ın, o yarayı açan “modern otomatik silahlar”ın “kaçak olarak ülkeye sokulduğu” günlerde ilginç bir misafiri vardı:
CIA ajanı Alexander Peck!
Tıpkı Kanlı 1 Mayıs günü Taksim İntercontinental otelin bir anda sırra kadem basan 10 Amerikalı misafiri gibi!
İşe bakın ki Abdi İpekçi de yine bir CIA ajanıyla; Paul Henze’le görüşmesinden ve ona “bildiklerini” anlatmasından sadece iki hafta sonra suikaste kurban gitmişti. (Henze, 12 Eylül 1980 gecesi ABD Başkanı Carter’a “Bizim çocuklar işi bitirdi” mesajını yollayan kişiydi.)

***

1977’den 1980’e kadar ABD Dışişleri Bakanlığı’nı yürüten Cyrus Vance, Amerikan operasyonlarının “askeri harekat ve ekonomik teşvik”ten ibaret olmadığını anlatırken şöyle demişti:
“Önemli olan devrimlerinin mesajıdır!”
57. Hükümet’in devrilmesinden başlayarak oluşturulan “zemin”in hakikaten “Balyoz” darbesi için olduğuna inanıyor musunuz hâlâ?
Her şeyi geçtim; bir NATO ordusunun “Başbakan’ın, Cumhurbaşkanı’nın eşi başörtülü hadi devirelim” diye bir özgürlüğü olabileceğine inanıyor musunuz gerçekten?
“Son Kullanma Tarihi”ne bakın; sonra jeopolitiğimize, sonra kaç lideri götürdüğünü yazdığımız “füze”lerin yönüne, sonra “yerine hazırlananın” hamlelerine;
Eh alın artık şu mesajı!

Yazarın Diğer Yazıları