Ali niye direnemedin!
Yüreğinde vicdanın kırıntısı olan insan o annenin feryadını duyduğunda kahrolur... Tam 38 gün hayat ile ölüm arasında umutla bekleyen anne-babanın durumunu ekranlarda gören benim gibi milyonların hıçkırıklarını tutamadığından eminim. Anne Emel Korkmaz’ın “Ali niye direnmedin? Niye bizi bırakıp gittin?” feryadıyla gözyaşları sel olup aktı. 19 yaşındaydı Ali... Eskişehir’de Anadolu Üniversitesi İngilizce öğretmenliği okuyordu. 29 Ekim, 23 Nisan ve 19 Mayıs’ta Ankara’ya gelip Ata’nın huzuruna Anıtkabir’e gitmişti. Yaşadığı ülkenin gidişatından endişeliydi... Kanı kaynayan her genç gibi gösterilere katılmaktan başka suçu yoktu... Kıydılar tazecik güle... Vatandaşın yatak odasını bile dikizleyenler ona kimlerin kıydığını tesbit edememiş. Tıpkı hemşehrisi Abdullah Cömert gibi...
Ali İsmail Korkmaz’ın dövülme ve hastahane öyküsü, memleketin başına kabus gibi çöken iktidarın aynasıdır... Biber gazı sıkılınca arka sokaklara sığınmış Alicik... Dar sokaklara sığınan Ali acımasızca dövülmüş. “Beni copla dövdüler” diye mesaj atmış arkadaşlarına...
Onu alıp Anadolu Üniversitesi Mavi Hastahanesi’ne götürmüşler. Kafa travması ve omuz kırığı teşhisi konmuş. Beyin bölümü olmadığı için Yunus Emre Devlet Hastahanesine sevk edilmiş. Tomografi çekilmiş, muayenesinde “Kafada bir şey yok, omuzunda ezik var, yarın ortopedi polikinliğine git” deniyor.
Acılar içinde kıvrandığı için arkadaşları sabaha kadar hastahanede bekletiyor. Sabah “Sen adli vakasın. Git ifade ver, öyle gel” deniyor, ilgilenilmediği gibi suçlu gözüyle bakılıyor Ali’ye...
Eve gidip yorgunluk ve ağrılarla uykuya dalıyor. Uyandığında Ali’nin konuşamadığı farkediliyor. Yunus Emre Devlet Hastahanesine götürülüyor. Konuşamaz haldeki gence “Evrakların eksik, karakoldan evrak getirmeden muayene edemeyiz” diyor yetkililer. Ve karakola gönderiliyor. Konuşamayan Ali bu defa Eskişehir Devlet Hastahanesine yollanıyor. Teşhis; “beyin kanaması...”
Ardından Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesine sevki yapılıyor. Bilinci kapanmış vaziyette... Doktorlar ilk gün müdahale olsa bu hale gelmeyeceğini belirtiyor. Tam 38 günlük bekleme sonucunda dayak ve bürokratik ihmal yüzünden dün toprağa verildi Ali...
Ali’nin ağabeyi avukat... Hukuk adamı... İlk günden izlerin peşine düşüyor. Ne hikmetse MOBESE kameralarının bozuk olduğunu söylüyor Emniyet. Çevredeki iş yerlerinin güvenlik kamera kayıtlarına ulaşılıyor. 3 kameranın ikisinin hard diskinin boş çıktığı öne sürülüyor. Üçüncü kameranın görüntülerinin “geri getirilemeyecek şekilde bozuk” olduğunu polisin belirlediği bilirkişi rapor ediyor. Oysa o işyerinin sorumlusu görüntüleri izlediğini ve bozuk olmadığını beyan ediyor. Ağabey peşini bırakmıyor. Hard disk şimdi jandarma kiriminal dairesinde... Soruşturma devam ediyor.
Geri gelmez denen görüntüler çıktığında ne mi olur? Ethem’i vuran polise ne olmuştu? Eli palalı saldırgan serbestçe gezmiyor mu? Faşizm can almaya devam ediyor... Daha kaç genci kaybedeceğiz bu vahşi faşizmle bilemiyorum. Ali’nin, Ethem’in, Abdullah’ın, Mehmet’in anneleri gibi daha kaç anne “Niye direnmedin!” diye feryad edecek!
Dini inançların kimsenin tekelinde olmadığını kanıtlayan “Anti-kapitalist müslüman” ları tebrik ediyorum. Ramazan’ın ilk günü İstiklal Caddesinde, ikinci günü Fatih Saraçhane Park’ında yer sofrası kurarak “Yeryüzü iftarı” gerçekleştirenler memleketin iki yüzünü yansıttılar. İyi ki varlar... Aslında bugün Beşiktaş’ta Sırtlan Pususu’nu yazacaktım. Sağolsun önce Arslan Bulut yazdı. Dün de Emin Çölaşan Sözcü’de yazdı. Dostluğuyla onur duyduğum Mustafa Önsel’in kitap yazma aşamalarının her anına şahidim. Kaynak yayınlarından geçtiğimiz hafta çıkan bu eser seçkin kitabevlerinin en çok satan listesinin başında.