"Ali kıran baş kesen" modeli

Ne TSK’yı, ne istihbaratı; Tayyip Erdoğan Uludere’de yaşanan facianın ardından en sert suçlamayı “Devlet halkını bombaladı” manşetiyle çıkan Taraf’a yöneltti. İşe bakın ki aynı Taraf, aynı gün hem de Erdoğan’ı çılgına çeviren o manşeti ile devletin televizyonunda arz-ı endam etti.
Ne İbrahim Şahin’miş be...
Tayyip Erdoğan’ı -ki Allah hışmından, gazabından korusun herkesi- kızdıran gazete manşetlerini okumakta beis görmeyen TRT spikerlerinin dillerinin sıra İbrahim Şahin’i kızdıran haberlere gelince lal olması garip değil mi?
TRT’yi yöneten kişi “Ali kıran baş kesen” mi ki, kurumun “yayın ilkeleri”ni ihlal pahasına “otur otur, kalk kalk” modeliyle çalışıyor personeli...

***


15 Aralık 2009 tarihine götürdü bu hadise beni. İlk bakışta TRT’nin Yeniçağ’ın manşetine ambargo uyguladığı sıradan günlerden biri gibi gözüküyordu. Lakin öyle değildi, “sansürlenen manşetin” niteliği işin rengini değiştiriyordu. Yeniçağ o günkü manşetinde “Bu ülkeyi böldürtmeyiz” diyordu. TRT o gün bu manşeti okumayarak Yeniçağ’dan önce milletin “birlik ve bütünlük yemini”ni sansürlemişti.
Bu hayli garip tavrın nedenini öğrenmek üzere konuştuğumuz TRT yöneticilerinin özrü kabatinden büyüktü:
“Kışkırtıcı, tartışmaya açık, saldırgan manşetleri okumuyoruz...”
“Bu ülkeyi böldürmeyiz” manşetini “kışkırtıcı, tartışmaya açık ve saldırgan” bulan TRT yöneticilerine göre “Devlet halkını bombaladı” manşeti “kışkırtıcı, tartışmaya açık ve saldırgan” değil demek ki!

***


TRT ’nin uymakla yükümlü olduğu yayın ilkelerinden birkaçı şöyle:
- Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü, milli egemenliği, Cumhuriyeti, kamu düzenini, genel asayişi, kamu yararını korumak ve kollamak,
- Devletin milli güvenlik siyasetinin, milli ve ekonomik menfaatlerinin gereklerine uymak,
- Devleti ve Devlet otoritesini ortadan kaldırmak veya dil, ırk, din ve mezhep ayrımı yaratmak yahut sair herhangi bir yoldan bu kavramlara ve görüşlere dayanan bir Devlet düzeni kurmak amacı güden rejim ve ideolojilerin propogandasına yer vermemek,
- Toplumun beden ve ruh sağlığına zarar verecek hususlara yer vermemek,
- Karamsarlık, umutsuzluk, kargaşa, dehşet, saldırganlık gibi olumsuz duygular uyandırmak ve telkin etmek amacına yönelik yayın yapmamak.
Yayınlarını bu ilkeler çerçevesinde yapmakla yükümlü TRT ekranında o manşeti okuyan ve okutanlar, eğer okuduklarını anlama güçlüğü içinde değillerse, lütfen cevap versinler:
Bangır bangır “Devlet halkını bombaladı” diye yayın yapmak;
Tahrik yoluyla neden olabileceği olaylar ve sonuçları itibarıyla, kamu düzenini, genel asayişi bozar mı, bozmaz mı?
Bu “devlet kurmak amacı güden bir ideoloji”nin propagandası mıdır, değil midir?
“Irk” ayrımıyla ilgili midir, değil midir?
“Devlet” ve “devlet otoritesi”ne güveni zedeler mi, zedelemez mi?
Toplumun ruh sağlığını olumsuz etkiler mi, etkilemez mi?
“Karamsarlık, umutsuzluk, kargaşa, dehşet, saldırganlık” halini tetikler mi, tetiklemez mi?
En nihayetinde bu ifadenin anonsunda “kamu yararı” var mıdır, yok mudur?
İbrahim Şahin’e dokunana kapanan TRT ekranı “devlet”e dokunana açık ha?
Koskoca Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin koyduğu kanun ve kuralları çiğnemekten çekinmeyen TRT, nasıl bir korkuysa bu, bir tek şahsın; İbrahim Şahin’in “yassah”larıyla yönetiliyor.

***


Tıpkı darbe günlerindeki gibi “yasaklılar” listesi var İbrahim Şahin devri TRT’sinin. Ve biz gazete olarak o listede, Time anketindeki Erdoğan gibiyiz. Yukarıdan aşağıya doğru da, aşağıdan yukarıya doğru da birinci! Çünkü TRT’nin devletin bölünmez bütünlüğü ile, milli birliği ile, Türklük ile, Cumhuriyet değerleri ile sorunlu “propaganda bülteni”ne dahi açık olan kapıları “Türk milliyetçisi” Yeniçağ’a kilitli!
Devlete “katil” diyen Taraf -hem de Başbakan’a rağmen- elini kolunu sallaya sallaya girebilir TRT’ye, ama İbrahim Şahin’e deyim yerindeyse “mağrur olma sultanım” diyen Yeniçağ asla!
Sorum “aşüfte” skandalından sonra yaptığımız eleştirilere sitem etmek üzere beni arayarak “Biz sizi milliyetçi bilirdik, Orhan Miroğlu çizgisinde misiniz, Rojin çizgisinde misiniz?” diye amiyane tabirle gaz vermeye çalışan TRT Genel Müdürü’nün Basın Danışmanı Birol Uzuner’e:
Peki siz kimin çizgisindesiniz?
Bana “yazını geri al” diyen TRT yöneticisine ben de şöyle diyorum şimdi:
“Dünkü yayınını geri al!”
Biz sözüm de Başbakan’a:
TRT’yi ödemeye mahkum ettiği tazminatlarla devleti zarara uğratan, yaptığı haberlerle kurumlar içi çatışmaya varan olaylara sebep olan İbrahim Şahin’i, hadi bir hata yaptınız yeniden aday gösterdiniz; peki şimdi “insafsız” dediğiniz manşetler, “cambaz” dediğiniz yazarlarla kamuoyunun zihninin bulandırılmasına hizmet ettiğini gördükten sonra da bu şahsa tahammülünüzü sürdürecek misiniz?
Neden?
Bir kere de size soralım:
Ali kıran baş kesen mi kendileri?




ABD gazeteleriyle manşet birliği

Taraf’ın “eks komiser” yazarı Emrullah Uslu bilmiş bilmiş anlatıyordu önceki gün TV 8’de katıldığı programda:
“Diyarbakır’ı Tahrir Meydanı yapmak isteyenlere gün doğdu!”
Sayelerinde aynen öyle
oldu!
Uslu’nun gazetesi dün, PKK’nın bugüne kadar yüzbinlerce mermi ile yapamadığı yaptı ve “Türkiye Cumhuriyeti kendi halkını katleden bir devlettir” donesini kullanarak bu vatanı parça pincik etmek için fırsat kollayanlara yaldızlı davetiye çıkardı: “Devlet halkını bombaladı!
Bana kalırsa, Türkiye’nin kendisini “Orta Doğu Fatihi” yahut “Dünyalar Kralı”, “Yeni Cihan Padişahı” filan sanan yöneticileri, bu manşeti atan ele dikkat kesilmeli ve Tunus’ta Zeynelabidin Bin Ali’yi, Mısır’da Hüsnü Mübarek’i, Libya’da Muammer Kaddafi’yi “halkın demokratikleşme talebine kulak vermediği” gerekçesiyle deviren “emperyalist ittifak”ın “gerçek müttefikleri” arasında olup olmadıklarını bir kere daha gözden geçirmeli!
Çünkü Taraf’ın manşetini “kayda değer” kılan yegane özelliği, önce Türkiye’de yaşayan Kürtleri, akabinde de Birleşmiş Milletler gibi uluslararası “müdahaleci kuruluşları” kışkırtıcı / zemin hazırlayıcı başlıklarıyla dikkat çeken Amerikan gazeteleriyle ağız birliği yapmış olması. Dünkü Wall Street Journal ile, New York Times ile, Washington Times ile Taraf’ın Genel Yayın Yönetmenleri tele-konferans yoluyla ortak yazı işleri toplantısı yapmışlar sanki!
Nihayetinde Arapların “bahar geliyor” sevinciyle üzerine atladıkları ateş de böyle böyle kıvılcımlarla harlanmamış mıydı!



BASINDAN SEÇMELER


Üşüyorum

Gazeteci Müyesser Yıldız isyan etti: Onlar istediği kadar ‘terörist’ desin, benim saçımın telinden, ayağımın tırnağına kadar gazeteci olduğumu, Alzheimer olan anam bile biliyor, anlıyor...

Müyesser Yıldız, Odatv davasının gazeteci sanığı... Yani, genç bir meslektaşım. Eşi, Emniyet Müdürü... Ankara’daki imza günüme geldi ve Müyesser ve arkadaşları için iki kitap imzalattı.
Müyesser, evine bir gece baskın yapan eşinin arkadaşları tarafından alınıp götürüldü.
Şimdi “terörist” olmak suçuyla yargılanıyor...
Kalmakta olduğu Silivri 8 No’lu L Tipi Ceza İnfaz Kurumu’ndan öyle bir mektup göndermiş ki; okurken ağlamamak için kendimi zor tuttum.
Müyesser’in sadece yaşadıklarını ve duygularını değil; aynı zamanda bu ülke için duyduğu kaygılarını da içeren mektubunu yayınlamayı meslektaşı olarak görev biliyorum:

***


“Merhaba Sevgili Mustafa Mutlu...
Eşim bugün kitabınızı getirdi. Burası çok soğuk. Her yer taş ve demir... Galiba Silivri dedikleri kampüs, bir bozkırda... Zayıf da olunca, çok üşüyorum. Bilhassa ayaklarım. Tüm gün kar botları ile oturuyor, yürüyorum. Ayağımın arkası yara oldu. İşte bu soğukta benim için yazdıklarınız içimi nasıl ısıttı bilemezsiniz... Sımsıcak bir dostluk... Sam yeli geldi C-5 koğuşuna! Ne mutlu bana sizin gibi bir dostum daha oldu. Silivri’nin ender faziletlerinden... Sağ olun, iyi ki varsınız.
Geldiğimden beri işgal dönemi yargılamaları üzerinde çalışıyorum. Hemen hemen bitti. Biliyorsunuz, elle yazdığımız için parmaklarımız yara oluyor. Yaralar iyileşmek üzere. İnşallah bu çalışmaları en kısa zamanda kitaplaştıracağım. Öyle çarpıcı olaylara rastladım ki dayanamadım küçük bir bölümünü 10 Ocak’ta yayınlanacak ikinci ‘Tutuklu Gazete’ için gönderdim. Türkiye Gazeteciler Sendikası’nın Sevgili Başkanı Ercan İpekçi birinci gazete için ‘ilk ve son olacak’ demişti ama bakın ikinciyi çıkarıyoruz. Bu gidişle de devamı gelecek gibi.
O yazıyı gönderdikten sonra beni dehşete düşüren bir şey daha buldum, sizinle paylaşmak isterim:
İşgal kuvvetlerinin istediği insanlar tutuklanır, özel mahkemeler kurulur ya... Kurulur da davalar bir türlü istenen hızda ilerlemez... Sonunda İngilizler Başbakan Damat Ferit’in kapısına dayanır: ‘Hâkimler karar vermek konusunda isteksiz. Bu yüzden mahkûmiyet kararı çıkmıyor’ diye şikâyette bulunurlar. Damat Ferit de aynı görüştedir ve bilin bakalım nasıl bir ‘müjde’ verir?
‘Artık güvenilir bir başsavcı buldum. Zorlukların son bulacağını umuyorum’ der.
Unutmadan, Damat Ferit ve İçişleri Bakanı Cemal Bey, soruşturmaların da şu yöntemle yapılmasını savunur:
‘Tersi ispatlanmadıkça sanıkların toptan suçlu olduğunu kabul etmek...”
Maalesef (!) Bakanlar Kurulu’na bu yöntemi kabul ettiremezler.

***


Sevgili Mustafa Mutlu
Az gittik, uz gittik, dere tepe düz gittik. Döndük baktık bir arpa boyu yol gitmişiz diyemeyeceğim.
Rastlantıdır, rastlantı...
Ama şunu söyleyeceğim; onlar istediği kadar ‘terörist’ desin, benim saçımın telinden, ayağımın tırnağına kadar gazeteci olduğumu, Alzheimer olan anam bile biliyor, anlıyor...
Gerisi laf-ı güzaf...
Mustafa Mutlu / Vatan




Askerin yerinde siz olsanız ne yapardınız

Yer, örgütün kontrol ettiği bölgede, ana kamplarından Haftanin’e yakın noktadır. Ve karar verme yerinde siz oturuyorsunuz. Elbette istihbarat raporları yanında yaşanan acı tecrübeleri de dikkate alacaksınız. İki ay önce PKK’nın Çukurca baskınını ve orada 24 şehit verdiğimizi unutamazsınız. Katil sürüsünün o baskında ağır silâhlar kullandığını ve silâhları yük hayvanları ile Irak’tan Türkiye’ye soktuğunu hesaba katmak zorundasınız. Ne yaparsınız?
Güngör Mengi / Vatan




“Siz adam öldürmeyi iyi bilirsiniz” diyelim mi

Dersim olayları “bir partinin iktidarı” sırasında olduğu için o parti kıyasıya eleştiriliyor, aradan onlarca yıl geçmiş olmasına rağmen bugünkü partinin “sorumluluğu üstlenmesi ve özür dilemesi” bile isteniyor. Şimdi 21’inci yüzyıl teknolojisine sahip ve “ABD’nin habire ’terörde size daha çok yardım edeceğiz, sınır ötesi bilgileri vereceğiz’dediği” bir dönemde ve “Dersim suçlamasını yapan partinin iktidarında” gerçekleşen bu olay nasıl açıklanacak?
Ruhat Mengi / Vatan




Yarım asırlık gerçek

Daha iki yıl önce Meclis, bu iş için komisyon kurarak, bölge halkının katır, at sırtında nasıl ve hangi nedenlerle ’kaçak’ taşıdığını, buna neden mecbur kaldığını milletvekillerinin kaleminden raporlaştırdı. Yani devlet bilir ’kaçağı’... İzler, rapora bağlar, ilgili makamlara sunar, bazen yakalar, cezalandırır. Ama bitiremez. Bize de üstüne eklenen ölümcül hatanın kurbanlarını seyredip insanlığımızdan utanmak düşer.
Çiğdem Toker / Akşam




Başbakan’ı tehdit etti

Terörle mücadele değil teröristle müzakere edilsin istediklerini bilmeyen yok.
Bir olayın suçlusunu/sorumlusunu ararken düz mantıkla sorulan ilk soru şudur:
Kimin işine yarar?
Uludure’de oluşan trajedinin “kimin işine yarayacağı” , kimin ekmeğine yağ süreceği belli. “Açılım” korosu hep bir ağızdan hanidir seslendirmek için fırsat kolladıkları nakaratı tekrarlayacaklar:
“Operasyonlar dursun! TSK silah bıraksın (sanki elinde silahı kalmış gibi)! Masada çözüm!”
Cengiz Çandar’ın dünkü Radikal’de yayımlanan ve Başbakan’a tehdit niteliği taşıyan satırları bu yaşanacakların ilk kanıtı:
“Tutulan yolun yol olmadığını aylardır dile getirdik. Umarız, Uludere’de tarihe düşen ’kara leke’, Başbakan Tayyip Erdoğan için yeterli ölçüde uyarıcı olur.”

General Muğlalı’nın ahı tuttu!
Rıza Zelyut / Güneş

Yazarın Diğer Yazıları