“Alerji”si nükseden “kozmopolit Osmanlı aydını”

Planım, Ali Bulaç’ın, “ilahi bir tesadüf (!)” eseri tam “paketin ilan günü” ne denk gelen ve tam “paketin ruhu” na uygun olarak “muhafazakar” çevreleri “milliyetçilikle” korkutan yazısına dair iki laf etmekti.
Ama dün, “sivil vesayet” in “amir”lerinden birinin, bir gazeteciyi hedef alan “oğlum, şerefsizsin...”li mesajından sonra, ne yalan söyleyeyim korktum! Malum “ileri demokrasi rejimi valisi”nin muhabir arkadaşımıza “ikazı”nın içinde “yerin altı da var!”
Dolayısıyla -mevzu bahis arkeolojik kazı değilse, yerin altına yolculuk için genç sayılırım- ben aradan çekileyim; Bulaç’ın Müslümanları çatıştırdığı gerekçesiyle “milliyetçiliği”, “İslam âleminin sorunlarının başı” ilan ettiği yazısına işin ehli, din sosyolojisi alanında uzmanlaşmış bir ilahiyatçı Prof. Dr. Yümni Sezen cevap versin.
Milliyetçiliğin “Batı taklitçiliği” nden başka bir şey olmadığını ileri süren ve milli kalemleri “kızamık çıkaran kavim aydınları” olarak tanımlayan Bulaç’a göre “Nihai ve hakiki iktidar Allah’a ait olduğuna göre kavimlerin (Türk, Kürt, Arap, Fars) kavim olarak egemenliği kullanma yetkileri yoktur. Ve sorunları milli devletle çözülmez”
Türk milletini “kavme” indirgemeciliği, dünden bugüne yeryüzünün en kanlı çatışmalarının kaynağının “milliyet” mi yoksa “din” mi olduğu konusunda yazılacak çok şey var ama bugünün konusu; “milliyetçiliği”, “kafirlik”miş gibi sunarak ülkenin dindar insanlarının vatanlarına, milletlerine ve bunlar üzerinden de devlete duydukları aidiyeti zayıflatmak çabası. Ancak bunu başardıkları gün “Andımız”ın kaldırılmasına karşı “susturucu” işlevi görür “başörtüsü” çünkü!


***


Prof. Dr. Sezen, “Sosyolojiden İdeolojiye Küresel ve Milli Arasında Türkiye” kitabının “İslam ve Milli Kimlik” bölümünde, milliyetçiliği “batı mamulü” diye etiketleyerek etkisizleştirmeye kalkışan “İslamcı” anlayışın maskesini şöyle düşürüyor:
“Dün de, bugün de İslamcılara göre Osmanlı’nın çok milletli yapısı korunmalı, İslam Birliği kurulmaya çalışılmalıdır. İslam Birliği idealinin altında yatan gerçek ise, milli devlete karşı çıkış gibi görünmektedir. Bu sebeple Türkiye’de İslamcıların siyasetleri, ister istemez, Amerikan siyasetiyle, Avrupa Birliği siyasetiyle birlikte yürümektedir. BOP, GOP işbirliği yapılan projeler olmuştur. (...) Bu anlayışla İslamcılık yapacaksanız liberal-kapitalist-rekabetçi-reklamcı zihniyetin her türlü özelliklerine katlanacaksınız demektir. Sosyologların görebildiği gibi mesela, “milli vergilendirme” yerine, milli bütçenin dışına düşen ve kontrolü çok zor olan “hayırsever fonlar”a kaymalar, bu hareketin içine girmiştir... Ahlakiliği de içine alan dini motiflerden hareket edip, sonunda ahlaki olmayan uygulamalara varan hareket hiç de İslami olmamıştır. Ama açık veya gizli İslamcılık adına yapılmıştır. Gerçekte yanlış yerde duranın, dinden ve imandan bahsetmesi, dini arkasına alması, dine daha çok zarar vermiştir...”


***


Prof. Dr. Sezen’in dediği gibi, “İslam’ı İslamcılık rayına oturtmaya çalışanlara, milli ile İslam arasındaki uyumu anlatmak zor” olsa da, onun satırlarıyla izaha devam edelim:
“Sizleri, bir erkekle bir dişiden yarattık. Birbirinizle tanışıp bilişmeniz için sizi kavimlere ve milletlere ayırdık... (Hucurat 13)”, “Allah dileseydi sizi bir tek ümmet yapardı... (Maide 45)”, “Eğer yüz çevirirseniz... Sizden başka bir kavim getirir de O’na hiçbir zarar veremezsiniz... (Hud 59)” Bu ayetlerde fertler kadar kavim ve milletler de muhatap alınmış ve sorumlulukları belirtilmiştir...
(...) İnsanlık, insanları ve milletleri koruyarak içine alan bir deniz gibidir. Aidiyetler de denizdeki yarış kayıkları gibidir. Kayıklar önce kendilerini korumak zorundadırlar. Aksi halde denizde boğulur giderler. Yani kimliksizleşir, şahsiyetlerini kaybederler. İnsanlık denizinde boğulup gitmemek için milletler, kimlikler ve şahsiyetler yaratılmıştır.
(...) Ümmetler arı kovanı veya karınca kolonisi, fert ve grup şahsiyetlerine yer vermeyen bir toplanma yeri değildir. Aileden millete geçilmediği gibi, fertten ümmete atlanmaz. Arada devrine göre aşiret bulunur, boy, kavim, millet vardır.
(...) Bir kimseye adın ne diye sorduğumuzda sadece “insan” veya “Müslüman” demez. Sosyal ve kültürel bir kimlik ifadesi kullanır. (...) Aidiyet ve mensubiyet bilinci fıtridir, doğaldır, sosyal gerçekliktir. İslam fıtri ve doğal olana karşı çıkmaz...
(...) Türklerin İslamiyet’i kabul ederek geçirmiş oldukları kültür değişmesi, evrensel olan İslam’ın içinde kendi varlıklarıyla yer alması demektir. Bu onların kendi kimliklerinden tamamen çıkması anlamına gelmez. Kültür değişen bir şeydir ama bu değişme, değişmeyen birçok unsuru devam ettirerek gerçekleşir. Aksi halde kültür değişmesi başkalaşma anlamını taşır ki bu durumu İslamiyet de istemez...
“Osmanlıcılık” adı altında “mozaikçilik ve çok kültürlülüğün İslam’a uygunluğunu” savunanlara karşı Prof. Dr. Sezen “Öz kimliğini yaşayan halkını bir kenara itmeyi ve horlamayı İslam kabul etmez” diyor ve soruyor:
- Mesele İslamiyet’in de çok önem verdiği “ehliyet” işi ise bu ehliyet Türklere neden açık tutulmadı?
- Mesele “insaniyet” idiyse Türkmenler insan değil miydi?
- Mesele “siyaset” idiyse esas, ana, kurucu unsur siyasetten neden uzak tutuluyordu?
Bu soruları hele ki “Türk’üm” demeyi resmen yasaklayan “paket”ten sonra “-di”li geçmiş zamandan çıkarıp bugüne de uyarlayabilirsiniz pekala...

Yazarın Diğer Yazıları