AKP’nin önünde diz çöktü

Özerk, yani “kendi kendini yönetme yetkisi olan” bir kamu kurumunun başındaki zat-ı şahane, kabinenin iki bakanının önünde diz çöküyor!
Bu fotoğrafın adını sen koy!
Evet evet sen; her ay elektirik faturasını öderken, televizyon, müzik seti, DVD, VCD ve türevi cihazlar satın alırken, kamudan aldığın herhangi bir hizmetin bedelini öderken, istesen de istemesen de, cep ağzını adeta Deli Dumrul edasıyla tutmuş olan TRT’nin en büyük sermayedarı olan sen koy adını bu fotoğrafın!

***

Bak üzerlerine sekiz yıldır tek başına iktidarda olmanın mağrurluğu çökmüş iki bakan nasıl da gerine gerine oturmuşlar yan yana. Güzel ülkemde sağlıksızlığın, oburluğun ve hatta obezliğin değil de ne hikmetse zenginliğin yahut gücün işareti sayılan “balkonvari!” göbeklerinden sebep olmalı ceket düğmeleri fora... Sere serpeler...
Hemen dizlerinin dibinde, artistik jimnastikçi esnekliğine sahip olduğunu belli edecek derecede bükülmüş kişi mi?
Adı İbrahim Şahin! “Devlet” adamı diyorlar ona! Bürokrat!
Özenle düğmesini iliklemiş, bakışlarını “bakanlar”ın ağızlarına kilitlemiş, başı öne eğilmeye en müsait açıda tetikte, kırmış dizini, çömelmiş/çökmüş dizlerinin dibine...
İlk anda hani şu “el-etek öpme” ritüeline girizgah gibi geliyor insana!
Değil tabii; bir kere sırtlarında eteklerine yapışılacak kaftanları yok bakanların ama... Benim kafama yatmadı bu poz. Saygıdan mı, takladan mı adını sen koy!

***


Ve sen de dikkatli bak bu fotoğrafa, yükseliyorum derken düştüğün yeri görmeni sağlar belki Sayın İbrahim Şahin!
Sen ki, göreve geldiğin gün itibarıyla bir biçerdöver etkisi yarattın hayatlarımızda...
TRT kadrolarını biçtin, senden olmayanları ayırdın; balyalayıp emekliye yolladın, sürdün, kızağa çektin... (Hepsi sendika iddiları bunların.)
Medya mensuplarını biçtin, hasadın büyüğünü yandaş medyadan tırpanladın, haftada bir binlerce lira indirdin ceplerine; “köşkler”e layıktılar ya, “malikane” sahibi oldular sayende...
Sırf AKP’yi eleştiriyor diye ambargo uyguladın Yeniçağ’ın manşetlerine; okutmadın... Yetinmedin, sırf manşet ambargonu deşifre etti diye Yeniçağ’a ambargo uyguladın bu kez de!
Tekziple, dava tehdidiyle, hiçbiri işe yaramayınca telefonda “Yeniçağ’ı sokmam TRT’den içeri” şantajıyla biata zorladın gazetemizi... “Ali kıran baş kesen misin” bile diyemedi kimse sana!
Sen ki, “hesap sorulamazdın”;
“Bu kadro ile 40 kanal yönetirim” diye gelip “40 kanala yetecek personeli bir kanala doldurdun” gıkını çıkarmadı kimse... Kimse dediysem hükümetten kimse... Yoksa muhalefet milletvekillerine verdiğin “kafa bulur gibi” yanıtlara bakınca, onları “kimse”den saymadığın aşikar değil mi!
Tuncay Güney denen ne idüğü belirisiz aracılığıyla muhalefetteki siyasilere, gazetecilere hakaret yağdırıldı senin yönetimindeki kurumda. Bunun, tıkır tıkır ödemeye mahkum edildiğin hukuki bedelini millete fatura etmeye utanmadın; çıkıp “sorumlu benim, öderim” demedin...
Bir terör saldırısını, elde hiçbir bilgi, belge olmaksızın, gözünü kırpmadan TSK mensuplarının üzerine yıkabildi ekibin!
AKP’nin PR şirketine taş çıkarttı adamların referandumda “evet” uğruna...
Operasyondan önce gözaltı haberi vererek Nostradamus’u bile kıskandırdın kimi zaman da...
Sen ki; RTÜK savunmanı istedi... Ankara Cumhuriyet Savcılığı suç duyurusunda bulundu... Gazetelerde hakkında çıkan eleştirilerle, TBMM’ye hakkında verilen soru önergelerinini üst üste koyunca dağ oldu... Tınmadın...
Kaynağı meçhul bir cüretle devam ettin bildiğini okumaya...
Velhasıl, bizde “kendini devletin ve yasalarının üzerinde gördüğün” kanaatini uyandırdın şunca zamanda...
Garip ki; devletin, yasa ve yönetmeliklerin önünde eğilmediğini düşündüğümüz sen... “Ayrım gözetmeksizin milletine hizmet et” çağrılarımız karşısında öfkeden tabiri caizse çılgına dönen sen; iktidarın hizmetkârıymışsın gibi diz çöküverdin anında!
Bir de “Anadolu çocuğu” (nasıl bir tanımdır hiç anlamam ama) diye savunmuştu danışmanın seni bana...
Amasya’nın köylerinde golf oynayarak büyüdüğünü iddia ettiğin için, bizim Anadolu ile seninki arasında maya farkı vardır belki... Ama erinmezsen yurdun dört bir yanına saldığın şu “gezelim görelim” ekiplerine bir sor; “diz çöken” adam görmüşler mi bugüne değin Anadolu’da?

***


Dilin söyleyemediğini bedeni söyler insanın! Freud, çok mutlu bir evliliği olduğunu anlatan hastasının sürekli olarak alyansını parmağına takıp çıkardığını fark etmeseydi, “sorunları”nı keşfedemeyecekti... Bizim için de İbrahim Şahin’in sürekli olarak “bağımsız ve tarafsız” olduğundan dem vurduğu TRT’nin AKP’nin “emrine amade” olduğunun delili bu fotoğrafa yansıyan vücut dilidir belki... Ve belki ayaküstü “haber toplantısı” yapıyordur Atalay, Ergin ve Şahin ne belli!

***


Not: Allah’tan hem voleybolcu, hem Anadolu köylerinde golf oynayarak büyümüş de “kıvrık çakı” gibi durabiliyor iktidarın karşısında. Ya bir de “ham” olsa vücut; bağlılığımı bildireceğim derken patates çuvalı gibi yuvarlanırverse gerisin geriye... Boşuna beklemeyin diz çöker ama iktidar düşmeden düşmez Şahin de; baksanıza çaktırmadan nasıl tutunmuş Atalay’ın koltuğunun kıyısına...

+++

Kahrol konjonktür...

Geçen yıl bu zamanlardı... Hemen bütün gazetelerde boy boy resimleri vardı Abdi İpekçi’nin... M.Ali Ağca’nın tahliyesi üzerinden müthiş bir ideolojik kutuplaştırmanın “malzemesi” yapılmıştı adı, kanı... Dün baktım bir tek Milliyet; o da birinci sayfanın en altından bit kadar bir panel daveti ile anmış İpekçi’yi... Konjonktürel olarak “büyütmeye” gerek yoktu demek ki...

+++

Ecdadınla övün Türk

Ey Cumhuriyet’i yerden yere vuran, her kötülüğü, Cumhuriyet’in günah hanesine yazmaya teşebbüs eden kafa.
İzliyor musun Mısır’da, Mağrip’te Maşrık’ta olup biteni.
Ey, sen, durmadan mazini, 80 yıllık demokrasini, 60 yıllık çok partili hayatını, paspas yapan, yerden yere vuran, karalayan, azarlayan küfürbaz.
Senin kum torbasına çevirdiğin o insanların attığı adımları atmayan Arap dünyasının sefaletini görüyor musun.
Ya sen ey insafsız; bu ülkenin demokratik miladını, üç-beş sene öncesinden başlatacak kadar kendinden geçmiş güya münevver.
Durmadan Atatürk’e çakan; İsmet İnönü’ye vuran; “ecdat” denince, aklına sadece sultanlar gelen, demokrasi denince sadece kendini hatırlayan insafsız. Anlıyor musun şimdi, bir Kurtuluş Savaşı yapmanın ne anlama geldiğini, bir “millet uyandırmanın” manasını.
Tek partinin gücü ve ihtişamı doruğundayken çok partili hayata geçme kararı alan tarihi şahsiyetin kıymetini.
(...)

***


Ve ey biz; Türk halkı... Solcusu, sağcısı; laiki dincisi, sosyal demokratı muhafazakârı, milliyetçisi. Bu bayrağın altında yaşayan, bu sınırlar içinde acıyı ve sevinci birlikte paylaşanbizler.
Görüyor muyuz şimdi, ecdadımızın kurduğu, bizden önceki ve şimdiki kuşakların zor da olsa yaşattığı demokrasinin nimetini?
Seçimle gelip de demokrasinin tabutuna çivi çakan.
Seçimsiz gelip de koltuğuna kazık çakan.
Devletsiz, demokrasisiz halkların, kendini imparator ilan etmiş liderlerini gördükçe içinizden bir hayır duası etmek gelmiyor mu?
İçinden, “Onların kurduğu, bizim idame ettirdiğimiz rejim işte budur” diye gururlanmak gelmiyor mu?
Gururlan, çünkü, halkın seçimle getirip, seçimle değiştirebildiği bu rejimi kurmanın şerefi sana ait.
Kadir bilen, vicdan sahibi yurttaş olarak ecdadının hakkını ver, demokrasinle övün.
Övün ki, şimdi tam yeridir.

***


Ey sen, seçimle gelip, seçimle gitme şansına sahip Türk siyasetçisi. Sen de bil, seni iktidara getiren sandığın kıymetini.

***


Arap sokağı kaynarken, “zamanın ruhu” diyor ki.
Biz Türkler; Müslüman dünyada demokrasinin mümkün olduğunu ispat eden ilk milletiz. O demokrasiyi sultanlara rağmen kurduk. Krallara, imparatorlara, diktatörlere, despotlara; diktatör müsveddelerine, müsveddediktatörlere yıktırmayız. Evet sokağa çıkmayız. Ama sandığa gideriz... Biliriz ki; arkamızda 88 yıllık bir Cumhuriyet, 60 yıllık bir çok partili demokrasi vardır. Ve Arap sokağı, bize, bu şanlı mazimizi bir kere daha hatırlatmıştır.
Ertuğrul Özkök / Hürriyet

+++

Türk Milli Atıcılar
Kahire’de mahsur kalmış.
O önemli değil.
Ankara’daki “atıcılarımız”a bir şey olmasın da!
Fahrettin Fidan

+++

Sabahul hayr...

Cumartesi günü Türkiye’ye ’Mısır Havayolları’uçağıyla dönen bir Türk vatandaşı isyan ediyordu NTV canlı yayınında; ’Kimse bizimle ilgilenmedi. Ne arayan var ne soran. Uçak gönderdik dediler ama yalan. Zar zor Mısır uçağıyla geldik’ Aslında daha çok anlatacaktı ama NTV muhabiri lafını ağzına tıktı kadıncağızın. Ne olur ne olmaz diye herhalde...
Atıcılık Milli Takımı Mısır’daydı mesela. Milli Takım adı üstünde. Devlet adına oradalar ve hepsinin hizmet pasaportu var. Yani orada olduklarından Türk Büyükelçiliği’nin haberinin olmaması mümkün değil. Ama Atıcılık Milli Takımı oyuncuları haber televizyonlarının canlı yayınında isyan ediyorlar ’Bizimle ilgilenen kimse yok’ diye.
Yani oldu da yurtdışında bir yerde başınız derde girdi... ’Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım ben. Büyükelçiliği arayın’demeyin bence...O anda gülmeseler bile kimse sizi sallamayınca kesin gülerler sonunda. Tam yazının sonunda haber geçti ajanslar.
Başbakanlık Afet İşleri Mısır’daki Türklerin tahliyesine bugün başlandığını duyurmuş... Sabahul hayr...
Nihat Sırdar / Akşam

+++

Hayalet sürücülerin buluşması

“Hayalet Sürücü 2” aksiyon filmini çeken aktör Nicolas Cage ile Pamukkale’deki otelde sohbet etti Başbakan. Dil bilmeyenlerin sohbeti her zaman daha anlaşılır oluyor.
Nitekim Başbakan Nicolas’a filmde havada nasıl durduğunu soramadı...
Nicolas da zaten ona; neredeyse yarısı kömüre-nohuda muhtaç, kalanı aç, işsiz memlekette, hâlâ o Başbakanlık koltuğunda sekiz senedir nasıl durabildiğini sormadı...
***


Aslında Erdoğan, Nicolas’ın kulağına eğilip “Bir de şöyle bir hareketle nasıl yapıyorsun da her şeyi devirebiliyorsun?..” diyebilirdi...
Nicolas da ona “Siz de bir şey yapmadan Denizli’de 108 tesis açtınız iki saniyede... Bu kadar zamanda ben sadece altı bidon devirebiliyorum...” demedi.

***


Dil bilmeyince sohbet daha iyi anlaşılıyor...
Misal Başbakan “Sizi seveni görmedim ama herkes seyrediyor yani...” demeye kalkmadığı gibi, hayalet sürücü Nicolas da ona “Ben de size oy veren bir tek kişiye rastlamadım ama kazanıyorsunuz...” demeyi denemedi...

***

Nicolas film bittiğinde bir zıplayışta çıkıyormuş gibi gösterileceği o otuz metrelik kaya duvarın aslında beş metre olduğunu... Onun da ancak yarısına kadar nasıl çıkabildiğini... Ama inemeyince Denizli köylüleri tarafından nasıl indirildiğini anlatamadı...
Zaten Başbakan da; bir zıplayışta Türkiye’yi ileri demokrasi seviyesine nasıl çıkartmış gibi gözüktüğünü... Aslında bunun yarısına kadar gelindiğini... Hasan Cemal’lerin alttan çekilmesi ile havada kalınca... Köylüler tarafından nasıl inşallah kurtarılacağını anlatmadı...

***

Ve Başbakan şunu da soramadı:
Hani bir hareketle altı kişiyi etkisiz hale getirerek, arkasından bir vuruşta on kişiyi sersemletip gelen yirmiyi nasıl bayılttığını... Gerçi hayalet sürücü Nicolas da soramadı: Denizli meydanında on beş bin kişiyi nasıl ayakta uyuttuğunu...
Bekir Coşkun / Cumhuriyet

+++

Ataklı’ya ‘alçak komplo’

Hiç bakmadığım, bakmak bile istemediğim bir gazete var.
Akit adlı bu gazete İslam dinini al abildiğine sömürdüğü gibi sık sık çok ayıp karalama kampanyalarına, kişilerin onurlarını zedelemeye, hedef göstermeye de kalkışıyor. İnternette dolaşan bir yazı benim posta kutuma da düşünce, bu gazetenin hakkımda hazırladığını anladığım çok ayıp bir komplosunu da öğrenmiş oldum. (....) Anladığım kadarıyla alçak bir komplo ile karşı karşıyayım. İki açıdan: Birincisi, sanıyorum bu kişi Ergenekon savcılarına “bakın bu adam askerle işbirliği içinde, gereğini yapın” demek istiyor. İkincisi, ortaya çıkan “sehven” skandallarıyla tehlikeye giren darbe iddialarına karşı gelecek yeni açıklamaların önü bu yolla kesilmek isteniyor.
Bazen gazeteci olarak bu tiplerle birlikte anılmaktan gerçekten hicap duyuyorum; içim eziliyor, ruhum daralıyor, nefret ediyorum.
Can Ataklı / Vatan

+++

Şarabı bırak mısıra, cipse bak!.

Gençler en çok sinemaya gidiyor.. Herkesin elinde bir kesekâğıdı mısır.. Film boyunca avuç avuç yiyorlar.. Mısır bitiyor, patates cipsi başlıyor..
Alayı GDO’lu.. Organlara hasar veriyor, organların küçülmesine neden oluyor, antibiyotiğe direnci arttırıyor, alerjiyi tetikliyor..
Doktorlar diyor ki; hükümet gençleri, çocukları koruyacaksa işe buradan başlasın..
Sinemalarda GDO’lu mısır satışını yasaklasın.. Cips satışına izin vermesin..
Amaç sağlıklı gençlikse hadi bakalım!..
Mehmet Tezkan / Milliyet

Yazarın Diğer Yazıları