AKP’liler çok merak ediyor; “Hangisi daha uzun koşabilecek?.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Lizbon’dan yeni anayasa çalışmaları ve başkanlık sistemi heveslilerine yaptığı yumuşak(!) çakış, Ankara kulislerinde yeni dalgalanmalara sebep olmaya yetti de arttı.
Hiç gündemden düşmeyen Abdullah Gül’ün yeni parti çalışmaları üzerine kulisler daha da hararetlendi. Bu oluşumun içinde öyle isimler sayılıyor ki duysanız küçük dilinizi yutarsınız. İşçi Partisi, Aydınlık gazetesi önderliğinde kurulan Milli Merkez’de bulunan bazı ünlü isimlerden tutun da Ülkücü çizgide siyaset yapanlara, oradan da CHP’nin ulusalcılarına kadar, kimler var kimler!.. Hazırda bekleyen Milli Görüşçüleri ayrıca belirtmeye zaten gerek yok..
Hal böyle olunca iki arada bir derede kalan, yardan da serden vazgeçemeyen muhterem AKP’liler de papatya falına bakıyorlar. Falın konusu şu; Abdullah Gül mü daha sağlıklı, Tayyip Erdoğan mı?.. İkisinin de hastalıkları malum. Acaba hangisinin hastalığı uzun süreli koşuya daha müsait?..
Espri yapıyor veya ti’ye alıyor sanmayın. Fotoğraf aynen böyle.. Çok sıkıntı bastı AKP’nin yüzer-gezer mebuslarını. Bakmayın siz “Muhteşem”in Devlet Bahçeli ve Kemal Kılıçdaroğlu’na yönelttiği sert eleştirilere!.. Adamcağızın içi yanıyor, kendini zor tutuyor; Abdullah Gül’e çakmamak için.Yanı başındakiler sürekli teskin ediyor Sultanlarını, “Aman şu süreç bir hallolsun. Bir de ABD’ye gidip dönelim. Ondan sonra bakarız icabına” diye. “Muhteşem”, Gül ve Cemaat üçgeninde patlayan Valiler ve Emniyet Müdürleri kararnamesi krizi o sebepten Lizbon dönüşüne tehir edilip sümen altına itildi. Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık, İçişleri bürokrasisi, fokur fokur kaynıyor. Hararetin en üst derecede olduğu diğer yer de yargı. Son hakimler ve savcılar kararnamesinin ardından şu bomba iddia ile çalkalanıyor başkent kulisleri;
“Yakında Kozmik Oda operasyonları başlayacak. Ardından da Öcalan ve terör örgütünün talepleri arasında olan faili meçhuller ile ilgili operasyonlar gelecek.”
Anlaşılan, “Muhteşem” sıkıntılarının bir bölümünü Ağustos Yüksek Askeri Şurası’nı beklemeden halletmeyi planlıyor.
Hazır, söz Çankaya Köşkü’nden açılmışken geçenlerde kıyıda kalan fakat çok önemli bir haberden alıntı yaparak aktarayım;
“Danıştay’ın kamuoyunda ‘Gizli Anayasa’ ve ‘Kırmızı kitap’ olarak bilinen Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nin iptali istemiyle açılan ve 7 yıldır süren davada son sözünü geçen yıl sonunda söylediği ortaya çıktı. Danıştay, kırmızı kitabın iptal istemini reddetti. İHD Genel Başkanı Öztürk Türkdoğan ise Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulunarak Belge’nin ve ilgili Bakanlar Kurulu kararının iptalini istedi.”
Abdullah Gül’e Başbakanlık koltuğuna oturduğu ilk günlerde “Kırmızı kitabı gördünüz mü” diye sormuştum. “Gördüm. Bildiğimiz şeyler. Bir süre sonra kitap da Milli Güvenlik Kurulu da ortadan kalkacak” demişti. O zaman söyledikleri birer birer gerçekleşti. MGK “sivilleşti”. “Süreç” gidişatın ne yönde olduğunu da gösteriyor.
Benim bildiğim Abdullah Gül dediğini yapar!..
Gerçekten ibretlik mektup
28 Şubat tutuklularından emekli Albay Alican Türk, gazetecilere eşi aracılığıyla ara sıra mektup gönderir. En son aldığım mektubunun başlığı; “İbretlik mektup”tu. Türk, söze, “Orkun GÖKALP... Balyoz Davası’nda 16 yıla hüküm giyen bir albay... Orkun’la 2002 sonlarında Bosna Hersek’te tanıştık. O tarihte ikimiz de binbaşı rütbesiyle SFOR’da görevliydik. Saraybosna’nın hemen dışında yer alan Butmir kışlasındaki karargâhta çalışma bürolarımız altlı üstlü, yatakhanedeki odalarımız ise karşılıklı idi” diyerek başlıyor. Türk, silah arkadaşının kendisine gönderdiği mektubu kısaltarak şöyle aktarıyor;
“Abi, ben tutuklanalı 26 ay bitti.(...) İddiaya göre 2002’nin Aralık ayında dönemin 1’inci Ordu Komutanı Org. Çetin DOĞAN ile yüz yüze görüşerek Balyoz Darbe Planı içinde yer almayı kabul etmişim. ‘Yahu ben o tarihte Butmir’deyim, Çetin Paşa İstanbul’da... Nasıl yüz yüze görüşmüşüz?’ diye sordum, ama cevap veren olmadı. İsmim sözde 2002 Aralık ayında yayınlanan bir görevlendirme yazısında geçiyormuş. Yazı deyince yanlış anlama, imzalı bir evrak falan değil; bir CD içinde yer alan düpedüz sahte olarak düzenlenmiş bir Word dosyası...(...) Bosna’da olduğumuz süreçte, sorumluluk bölgem olduğu iddia edilen İstanbul’da darbe timlerine personel seçmekle suçlandım.(...) ‘Ben o tarihlerde Bosna’daydım, söz konusu seminere de katılmadım, katılamazdım’dedikçe savcılık makamı bana Bosna hariç yeni görev yerleri buldu, ama bir türlü yurt dışında olduğumu kabul etmedi. Mahkemenin talebi üzerine Genelkurmay, K.K.K.lığı, Emniyet Genel Md.lüğü resmî yazı gönderip yurt dışında olduğumu bildirdi, ama mahkeme gerekçeli kararında ‘sanığın savunmasına itibar edilmemiştir’ dedi. Yani aslında bana değil, devletin resmî kurumlarına itibar etmiyor.(...)
Sonuç, ağırlaştırılmış müebbet... Teşebbüs aşamasında kaldığı iddiası ile16 yıla indi. (...) Sen ne dersen de, istersen ben suç tarihinde doğmamıştım de yine de fark etmez. Aslında ortada bir suç olmadığı gibi suçlu da olmadığını onlar da biliyor.(...) Sen bu kirli senaryo içinde seçilmiş bir karaktersin ve sana biçilmiş rolü sen benimsemesen de zorla sana oynatıyorlar. Çünkü bu davalardan elde edilecek siyasî rant her türlü insan hakları ve masumiyetin üzerinde.”
Alican Türk de bunun üzerine şunları söylüyor;
“Değerli Yargıtay Hâkimleri,
Gizli tanıkların bol bol sahne aldığı bu davalarda, ben bir açık tanık olarak belirtirim ki, Balyoz sanığı Orkun GÖKALP Kasım 2002 - Mayıs 2003 tarihleri arasında benimle birlikte Bosna Hersek’te idi. Yani kendisine isnat edilen suçu işlemiş olması mümkün değil.”