AKP’de iç karışıklık mı?
Bir süreden beri AKP’de bir iç çatlağın olup olmadığı tartışılıyor. AKP’de bir çatlak olduğunu ileri sürenler bu çatlağın kanıtları olarak şike yasası sırasında yaşananları ve Erdoğan’ın geçirdiği ameliyatı ileri sürüyorlar. Ayrıca Cemaat ile AKP arasındaki gerilime de dikkat çekiyorlar. Oysa Türk iç politikasının uluslar arasılaştığı bir dönemde iç politik dengeleri, sadece iç politik faktörler ile izah etmenin çok doğru olmadığı ortadadır.
Şimdi 3 Kasım 2002’ye geri dönelim. AKP, girdiği ilk seçimleri kazanmıştır. 4 Kasım 2002 tarihli Fransız Le Monde gazetesinde şu satırlar yer almaktadır: “Türk Ordusu AKP lideri Erdoğan’ın ülkeyi yönetmesine izin vermeli; Bu Türkiye’nin sınırlarını aşan bir olay. Bu parti eğer İslam ile modernliği birleştirebilirse, Arap Dünyası için de model olabilir. Bu durum Orta Doğu’da bir dönüm noktası olabilir.”
Bugün AKP’yi ve Başbakan Erdoğan’ı en güçlü oldukları aşamaya taşıyan 12 Haziran 2011 seçimlerinde % 50 oy almalarından çok, Orta Doğu bölgesinin, yaşanan Arap Baharı ile 4 Kasım 2002’de Le Monde gazetesinde “beklenilen” aşamaya ulaşmış olmasıdır. 11 Eylül sonrasında Amerikan güvenlik analizcileri şöyle bir denklem kurmuşlardır. 11 Eylül’ün olmasının nedeni Orta Doğu’nun ürettiği anti-Amerikanizmdir. Anti-Amerikanizmin üç temel nedeni vardır. Bunlar sırası ile, 1) ABD’nin Orta Doğu’da kendi halklarını ezen diktatörleri desteklemesi ve halkın da bundan dolayı ABD’ye kinlenmesidir. 2)ABD’nin sistemli bir şekilde İsrail’i desteklemesi ve Filistinlilerin haklarını inkar etmesidir. 3)Orta Doğu’daki Amerikan askeri varlığıdır.
Şimdi içine girilen süreçte, Amerikalılar Orta Doğu’da anti-Amerikanizmin üç nedeninden birisi olarak nitelendirilen diktatörlüklere desteğini kısmen kesmekte hatta halklara Libya’da olduğu gibi petrol gibi bir neden ile de olsa destek vermektedirler. Arap Baharı diye anılan bu süreçte, AKP iktidarı, yeni oluşan Arap demokrasilerine Batı dünyasının istediği “demokratik örneği” oluşturmaktadır. Türkiye’de senelerce laiklik ile dalga geçmiş olan bir siyasetçi olan Erdoğan, Kahire’de Müslüman Kardeşler’e laikliği savunmaktadır.
Çin’in hızla gelişmesi karşısında büyük bir panik içerisinde olan ve güç merkezini Pasifik alanına kaydırmak için hızla çalışan Washington, Orta Doğu’da doğrudan girmek istemediği çatışma süreçlerinde AKP’nin yönettiği Türkiye’yi kendisi için stratejik bir değer olarak görmektedir. Erdoğan’ın İsrail’e yönelik sert, ancak sonuç çıkarmayan eleştirilerinin, Erdoğan’ın elini Arap dünyasında güçlendirdiği, hareket alanını genişlettiğini görerek, sessiz bir şekilde izlemektedir. Ayrıca unutulmaması gereken husus, ABD’nin de çok uzun bir süreden bu yana ilk kez İsrail ile ilişkilerini gerginleştirdiğidir.
Bütün bunlar yan yana konulduğu zaman Erdoğan’ın 2002’den bu yana en güçlü dönemine girdiği görülmektedir. Şike yasası gibi görünürde üzerinde çatışma yaşanan hususlar, aslında iktidarın sağladığı olağanüstü büyük güç ve rantın başka alanlardaki paylaşım gerilimlerini gizlemektedir. Kamuoyu önünde diğerleri tartışılamayacağı için tartışmayı şike yasası üzerinden yapmak daha doğrudur. Ancak bu süreçte, Erdoğan parti içi ve iktidar bloğundaki hiçbir güç merkezinin meydan okuyamayacağı kadar güçlüdür. Partinin “ikinci adamı” durumunda olan kişinin kamuoyu önünde içine düştüğü durum, özür dilemek zorunda kalması Erdoğan’ın gücünü sergilemiştir. Daha bir hafta önce Erbakan’a bile biat etmediğini söyleyen “ikinci adam” Erdoğan’dan özür dileyerek, biat etmiştir.