AKP ya da Çelişkiler Cumhuriyeti
“Yargıyı rahat bırakın süreç hızlı işlesin!” sözü Başbakan Erdoğan’a aittir. Aynı şekilde bir vesileyle görülmekte olan bir “dava”nın “savcısı” olduğunu söyleyen de Başbakanın kendisidir. “Taraf olmayanın bertaraf olacağı”, Anayasa değişikliğiyle ilgili referandumda “hayır” diyenlerin “darbeci” oldukları anlamına gelen sözleri eden de odur. Yüksek yargının “CHP’nin arka bahçesi” vurgusu, muhalif yayın yapan gazeteleri “evlerinize sokmayınız!” diyen de bizzat Başbakan Erdoğan’dır. Gazete patronlarına “dükkân senin, köşe yazarlarını at!” diyen de Başbakan Erdoğan’dan başkası değildir.
Sorumluluk ihale ediliyor!
Yeri geldiğinde “yargıyı rahat bırakın” diyen de, yeri geldiğinde yargıyı yerden yere vuran da Başbakan Erdoğan’dır. İmralı’daki suçluyla “Biz görüşmüyoruz. Devlet görüşüyor!”, katliamcı Hizbullahçıların içeriden çıkarılması ve kaçmasının sorumluluğunu da “yargıya” ihale eden o’dur.
Taksime cami açmak iddiasıyla yola çıkan AKP zihniyeti sonuçta, Sumela’yı ayine açmak, Aktamar Kilisesinin tepe sine haç dikmek gibi tarihi bir görev de yerine getirmiştir.
AKP ve Başbakan Erdoğan hem döven hem de yakınan bir siyaset izliyor. Dahası da var. Başbakan Erdoğan’a göre öfke “bir çeşit hitabet sanatı”dır. Başbakan öfkeyi hitabet sanatı (!) ilan etmekle kalmıyor çok ustaca da kullanıyor. Diğer yandan Başbakan Erdoğan, küçümseyen, hiyerarşik, bürokratik ve tepeden inmeci bir üslupla muhalefete hitap ediyor. Buna karşı mütevaziliği de kimseye bırakmıyor.
Başbakan Erdoğan bu tavırları aslında AKP’nin zihniyet dünyasını da yansıtıyor. Demirel’in “dün dündür” sözünün eleştirmedik yanını bırakmayan AKP’liler, bugün “milli görüş gömleğini” çıkarıp, düne ait ne varsa tamamını yeri geldiğinde dünde bırakan, yeri geldiğinde de kullanmaktan çekinmeyen bir anlayışın temsilcileridir.
İktidara yandaş ve işbirlikçi zihniyet de bütün bu tutarsızlıkları açıklamak için “zamanın ruhu” kavramına sarılmaktadır. Halbuki yaşananlar çelişki, tutarsızlık, oportünizm, üslup bozukluğu ve seviyesizliktir. Aslında bütün bunların zamanla da, ruhuyla da hiç bir ilgisi yoktur.
Hezimeti zafer olarak göstermek!
Mavi Marmara olayını hatırlayalım. Mavi Marmara’da Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının can güvenliğini koruyamayan bir AKP hükümeti vardır. İsrail komandoları Türkiye Cumhuriyeti’nin gemisine saldırmış, kadın yolcuları taciz etmiş, Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarını katletmiş ve gemiye de el koymuşlardır.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti bu olayda resmen küçük düşürülmüş ve aşağılanmıştır. İktidar yetkilileri, İsrail’in saldırgan tavrına emsal olacak bir biçimde karşılık verecek yerde “İsrail özür dilemezse, tazminat ödemezse ilişkilerimiz normalleşmez!” diyerek son derece naif iki şart ileri sürmüşlerdir. İsrail bu şartları bile reddetmiştir. Tayyip Erdoğan hükümeti ise İsrail’i dize getirmiş (!) bir iktidar gibi davranıyor. Sanki karşımızda gemisi baskın yemiş, yurttaşları katledilmiş bir ülkenin iktidarı yok da İsrail’i dize getirmiş bir iktidar var. AKP yetkililerinin bu olayda yaptığı, resmen nakavt olmuş bir boksörün şampiyon olmuş rolü oynaması gibi bir şeydir. Hezimet, zafer olarak ilan edilmekle zafer gelmiyor.
Çelişkiler cumhuriyeti!
AKP iktidarı, yalnız kendisini değil Türkiye’yi de çelişkiler cumhuriyetine çevirmiş durumdadır. Doğrusu bunun için şartları da çok iyi kurgulamıştır.
Dinleme, izleme, haksızlık, baskı ve tutuklamalarla muhalif kesim muhasara altına alınmış ve sindirilmiştir. Bu kesimin kendi başının çaresine bakmaktan halkı ve iktidarı düşünecek hali kalmamıştır.
Halkın ise yoksulluk, yokluk, işsizlik ve gırtlağına kadar batmış olduğu borcu düşünmekten, olanı biteni izleyecek takati kalmamıştır. Diğer yanda da, midesel faaliyetleri için düşünsel faaliyetlerini askıya almış olan vicdanını ekonomiye endekslemiş işbirlikçi medya var. Türkiye’yi çelişkiler cumhuriyetine çevirmek için olanı biteni tersinden gösterecek bundan daha iyi bir ortam hiç olmamıştı!