AKP ve Türk futbolunun çöküşü

Futbol endüstrisi 1950'lerden sonra küresel anlamda bir fenomene dönüştü.

Serbest piyasa ekonomisinin güçlenmesiyle birlikte etkinlik alanını genişleten futbol, İngiltere merkezli Avrupa ülkelerini hızlı bir şekilde tesiri altına aldı.

II.Dünya Savaşı sonrasında kendisini arayan Avrupa ekonomisi için futbol; müzik ile birlikte ışıltılı bir şova dönüşmeye başladı. Statların kapasiteleri gelişirken; spor okulları, eğitimciler ve çalışma metotlarında bilimsel değişimler yaşandı.

Bu değişimlerin sonucunda oyuncuların bir eşya gibi alınıp satıldığı ve karşılığında ciddi paraların ödendiği bonservis bedelleri doğdu. İyi eğitilmiş ve yetiştirilmiş bir futbolcunun değeri on milyonlarca Dolar demekti. 1990'lı yılların sonlarına doğru futbol piyasasında dönen rakamlar birçok ülkenin ekonomik gücünü geride bıraktı.

İletişim teknolojilerinin gelişmesiyle birlikte "futbol star"ları doğmaya başladı. Her takımın yıldızı, her jenerasyonun öne çıkan bir kahramanı oldu.

Futbol endüstrisi ekonomik anlamda her geçen gün gelişirken; altyapı ve eğitimlere önemli yatırımlar yapıldı.

Bu sırada petrol zengini ülkeler, birçok spor dalında olduğu gibi futbolda da gelişememişti. Sistem yoktu, kişilerin iki dudağı arasında vizyon ortaya koyabilmek mümkün değildi. Ekonomik anlamda zenginleşen Arap ülkeleri sorunun çözümünü kesenin ağzını açarak, yıldız futbolcuları transfer etmekte buldular. Emeklilik yaşı geçmiş oyunculara büyük bedeller ödeyerek hem ülke tanıtımını yapmak hem de futbola olan ilgiyi artırmak istiyorlardı.

Bir süre sonra Arap ligleri, veteran yıldızların antrenmana çıkar gibi futbol oynadıkları, seyir zevki vermeyen bir kimliğe büründü…

Başarı gelmemişti. Çünkü futbol bir sistem, bir yatırım meselesiydi. Sadece parasal beklentiler ve günü kurtaran girişimlerle sonuç alınamıyordu. Bireysel gelişim, niteliksel eğitim gerekiyordu.

***

Türkiye gibi arada kalan ülkelerin futbol takımları ise sınırlı bir başarı alanına hapsoldular.

2000'lere kadar en büyük başarı Galatasaray'ın Şampiyon Kulüpler Kupası'nda (bugünkü adıyla Şampiyonlar Ligi) yarı final oynamasıydı. Sonrasında 2000 yılının ilk aylarında UEFA kupası şampiyonluğu ve hemen ardından gelen Süper Kupa, Türk futboluna ve futbolcularına olan ilgiyi artırdı.

Türk milli takımının 2002 Dünya Kupası'nda dünya üçüncüsü olması ise gelecek adına büyük umutlar veriyordu.

Ancak 2002 sonrasında adeta futbolda yeni bir süreç başladı. Türkiye'deki değişen siyasi yapıyla birlikte birçok anlayış ve yaklaşım terk ediliyordu aslında…

Eğitimdeki günü birlik sistem değişiklikleri, futbolu da vurmaya başladı. Altyapılara, sporculara ve takımlara verilen değer ortadan kalktı. Futbol "biat eden" vizyonsuz yöneticilerin eline teslim edildi.

Yıllar yılı devam eden sistemsizlik Türk futbolunu al aşağı etti. Her yıl değişen yabancı kuralı, siyasi yapıların doğrudan kontrol altına almak istediği federasyon ve kulüpler neticesinde, başarısızlıklar art arda gelmeye başladı.

Yakın bir dönemde Fenerbahçe kulübü başkanlık seçimleri için bizzat iktidar partisinin aday çıkardığı bir ülkeye dönüştük.

Futbolcu ve teknik adamlar iktidar partisinin davetlerine, organizasyonlarında bir siyasetçi gibi sahne almaya başladılar. Liyakat sistemi tamamen ortadan kalkarken, tıpkı Arap liglerinde olduğu gibi "para" anlayışı ön plana çıktı. Milli takımda bile "prim" için maça çıkmak istemeyen karaktersizlikleri gördük. Haklarında tek bir yaptırım uygulanmadı. Çünkü "biat" etmişlerdi!

Siyaset futbola öyle bir bulaştı ki; son referandum kampanyasında futbolcular AKP lehine propaganda yapmaktan çekinmediler. Saray'daki iftara katılıp "el açarak dua eden futbolcu" tiplemesi ertesi hafta instagram üzerinden moda programlarına katılan kadınlara mesajlar atarken ortaya çıkabildi.

Bir diğer milli futbolcu, kendi takımındaki oynayan Sneijder'in ücretinin altında kaldığı için maçlara çıkmaktan bile gocununca maaşı yıllık 16 milyon TL'ye yükseltildi. Bir başka "milli yıldız" ise hamile eşini dövdüğü suçlamasıyla mahkemelere çıktı.

Böyle bir tabloda hepsinin hocası olan kişi ise işi kebapçı basmaya kadar götürdü.

Türk futbolu karakterini yitirmişti. Şöhretin yanı sıra, siyasallaşan ve biat ederek "bana kimse bir şey yapamaz" diye düşünen kişilerin elinde, eridi ve tükendi.

Bayağı, eğitimsiz, şöhreti kaldıramayan ve sırtını siyasi güce dayayan futbol karakterleri yüzünden futbolda madara olmaya başladık.

Önceki akşam görüldüğü üzere nüfusu 300 binlik ülkelerin futbol dersi verdiği 80 milyonluk bir ülkeyiz artık.

Tıpkı hiçbir iddiası olmayan Arap futbolu gibi çaresiz, anlamsız ve başı bozuk bir karakterdeyiz.

İlk kez bir milli maç başlamadan futbolcuların ıslıklandığına, milli takımın kaptanı yüzünden insanların milli maçları izlemeyi bıraktıklarına şahit oluyoruz.

Her fırsatta mafyavari konuşmalarla "adam"lık dersi veren, prim için milli takımı sabote edenler ve bu karakterleri "kayıran" siyasiler, futboldaki enkazın sorumlularıdır.

Yazarın Diğer Yazıları