'AKP gerçeği ve...'

Yazımızın başlığı Osman Ulagay’ın, AKP’nin 3. Dönem seçim kazanmasının ardındaki(kendince) gerçekleri irdelediği kitabının adı.
Kitabı, İsmail Şefik Aydın okumuş.
“Yer yer önemli tespitleri de var fakat kendi kimliği hakkında verdiği bir bilgi, daha doğrusu bir itiraf var ki, asıl bunun üzerinde kitaplar yazılması gerekir çünkü bugün karşımızda mesele olarak duran hemen her şeyin temelinde yatan aslında budur” diyor Sayın Aydın ve bakınız Ulagay’dan şu satırları aktarıyor:
“İlkokuldan sonra yabancı dilde eğitim yapan okullarda okudum. Doğu ve İslâm kültüründen çok Batı kültürünün ve değerler sisteminin etkisi altında kaldım. Batı’nın sanatına, müziğine, edebiyatına, yaşam tarzına yakın oldum. Din faktörü hayatımın hiçbir döneminde belirleyici olmadı. Lâik düzenin yara aldığı bir Türkiye’de nefes almam bile zor. (s. 90)”
Ulagay, “münevver”den “aydın” a dönüşen beyaz yakalıların haleti ruhiyesini böyle itiraf edince, İsmail Şefik Aydın da kendisini cumhuriyetin kuruluş dönemlerine gitmek zorunda hissetmiş: “Evet, Tanzimat’tan beri bizim temel meselemiz aydınlarımızın bu milletin değerlerine yabancılaşmasıdır! Yakup Kadri bunu edebiyatımızın bir klâsiği hâline gelen “Yaban” romanında ne güzel anlatır: ‘Bunun sebebi, Türk aydını gene sensin! Bu viran ülke ve yoksul insan kitlesi için ne yaptın? Anadolu halkının bir ruhu vardı, nüfuz edemedin. Bir kafası vardı; aydınlatamadın... Sana ıstırap veren bu şey, senin kendi eserindir, senin kendi eserin’ (Yaban, s. 130)” “Yaban” dan bu aktarmayı yaptıktan sonra Aydın bu kadim yaramıza keskin bir neşter vuruyor:

***

Aydınlarımızın Batı kültürüne teslim olmaları onları bu milletin değerlerinden uzaklaştırmış; hatta bu değerleri, ‘medenî’ bir toplum olmamızın önündeki en büyük engel olarak görmelerine ve bir türlü bu milletle aynı frekansı tutturamamalarına sebep olmuştur. Robert Kolej’de okuyan Müfide Ferit Tek yıllar önce ecnebî okulları için şu tespiti yapmıştır: “Gerçekte buraya Türk giremez demek doğru değildir. Türk girer, fakat Türk çıkamaz!”
İşte buralarda devşirilen aydınlar, bu ülkenin karşı karşıya bulunduğu hayatî meselelere millî çözümler üretememekte, ‘çözüm’ diye milletin önüne koydukları ‘evrensel reçeteler’ de Batı hâkimiyetinin sürmesine yardımcı olmaktadır.
Sayın Ulagay’ın AKP’ye karşı etkili bir muhalefet oluşturabilmek için yaptığı önerilerden birisi şudur: “21. yüzyılda ancak küresel süreçlere uyum sağlayarak bir yere gelinebileceğini kabul etmemiz ve küresel başarılara odaklanmamız gerekiyor(S.20)!”
Küresel süreçlere uyum sağlamak!
Peki, bu küresel süreçleri kimler, kimin çıkarlarına göre belirliyor diye sormayacak mıyız? Aklımıza 2001 krizi sonrasında, eski Hazine Müsteşarlarından sayın Mahfi Eğilmez’in, bir TV kanalında söyledikleri geliyor: ‘Arjantin’in IMF programını iptal edip, borçlarını yeni bir ödeme plânına bağlayarak durumunu düzelttiğini, hattâ Arjantin ekonomisinin cari fazla verdiğini ifade ettikten sonra’, 2001 krizini kastederek “Acaba o zaman biz de borçlarımızı ödemese miydik?” demişti. Yine, Hürriyet gazetesinin ekonomi yazarı ve eski Merkez Bankası Başkan Yardımcılarından Ercan Kumcu’nun, IMF’ye körü körüne bağlılığımızı eleştirdiği şu değerlendirmesini hatırlıyoruz: “IMF’nin sözünden çıkmamak için paramızın yüzde yüz değer kaybetmesine seyirci kaldık. Bu kadar yanlış, bilgisizlikle ya da cahillikle yapılamaz. Olsa olsa işin içinde bir kasıt olması gerekir.(Hürriyet, 04.04.2001)”

***

Sayın Ulagay bunca acı tecrübeye rağmen, ‘Küresel süreçlere uyum sağlayarak bir yere gelinebileceğini kabul etmemiz gerektiği’üzerinde duruyor. İyi de bugüne kadar yaşadığımız krizlerin sebebi bu değil mi? Ve AKP iktidarı bu millete bu kriz süreçlerinin bir armağanı değil mi?
Kitabın 52. sayfasında ‘Ulusalcılık Rantı’ başlığı altında şu tuhaf değerlendirme yer almış:
“Küreselleşmenin ulusal devletin belirleyici olduğu alanı sınırlayıcı etkisi pek çok ülkede tepki doğuruyor, küreselleşmeye karşı ulusalcılığı savunmak prim yapıyor. (...) Bunların karşısında ise küreselleşmenin yarattığı fırsatlardan da yararlanarak (...)ülke dışından gelen sermayeye, teknolojiye hatta fikirlere düşmanca yaklaşmadığını, küresel oyunun yarattığı olanakları da kullanarak ekonomik büyümeyi ve toplumsal refahı artırmaya odaklandığını görüyoruz. Onlara göre Türkiye’nin güçlenmesi küreselleşmeyi reddetmekten ya da yabancı düşmanlığı yapmaktan geçmiyor. Tam tersine küresel sistemle bütünleşerek gelişmeyi, Avrupa Birliği (AB) ile tam üyeliğe yönelmeyi, Türkiye’yi bir ‘yumuşak güç’ olarak da öne çıkarmayı gerektiriyor.”
Vah ki vah!
Hâlâ daha, çökmekte olan Avrupa Birliği’ne yönelmemiz savunuluyor! Yabancı okullarda kazandırılan ‘feraset’ işte budur!

Yazarın Diğer Yazıları