AKP 31 Mart'ta neyi kaybetti?..
Siyasette her şey mübah... Her şey siyasetin vazgeçilmez enstrumanı...
Yalan ve gerçeğin bu kadar birbirine karıştığı siyaset gibi bir alan olamaz herhalde...
Bazen öfke ile beslenen, bazen takiye ile renklendirilen, bazen yalanlarla büyütülen, bazen de gerçeklerinin ayağına kurşun sıkılan bir manevra alanıdır siyaset...
Ülkeleri yönetmek, milletlere hizmet etmek için demokrasinin aracı olarak kullanılan politikanın aynı zamanda toplumları uyutma sanatı olduğu; halkı yönlendirme ve bu ikilemden rant elde etme mücadelesi olduğunu da söylemeye gerek yok herhalde...
Gerçekle yalanın birbiriyle bu kadar mücadele ettiği, gerçeklerin hep ezildiği, yalanın ise ulaşılmaz bir kale haline getirildiği siyaset arenasında, çıkar kavgası dengeleri zaman zaman öylesine şaşırtıcı hale getirir ki, sonuçları çok ağır olur;
Çünkü çatışma artarsa bir süre sonra eski dost düşman olur, eski yoldaş terörist olur ve beraber yürünen yollarda çıkar kavgasının oluşturduğu yol ayrımları, inenlerin bir daha bindirilmediği kara trenlerin öfkesi içinde zavallı hale gelip durur...
Felsefe yapmak gibi bir amacım yok... Okurlar bilir ki, konuya nereden başlayıp nasıl bitireceğimi bilerek yazarım... Ve sözümü de hiçbir zaman esirgemem...
O halde önce, sözün sonunda vurgulanacak mesajın, tüm ülkeyi ilgilendiren, gelecek için de rehber olabilecek gerekçelerine dikkat çekmekte yarar var...
İTTİFAKIN TAKİYESİ!..
Türkiye son dönemde herhalde cumhuriyetin ilk yıllarından Menderes dönemine, 12 Eylül'ün çalkantılı sürecinden Körfez Savaşı'nın dünyayı sarstığı 90'lı yılların sonuna kadar siyasetin bu kadar alengirli, bu kadar zikzaklı, bu kadar çelişkili ve içindeki gerçekle yalanın bu kadar kanlı bıçaklı olduğu bir süreç yaşamamıştır...
Ne 1980 sonrasında terör yorgunu kitlelerin iktidara getirdiği ANAP, ne de "benim memurum işini bilir" pervasızlığı ile yaşanan erozyon sonrası yönetimi devralan DYP ve sonrasındaki partiler AKP kadar tahribat yarattı bu ülkede...
Aslında 12 Eylül öncesinde çatışmalı gruplar dışında milletin neredeyse tamamı teröre karşı "ittifak" halindeydi...
1980 sonrasında, ANAP'ın çok güçlü bir şekilde iktidara getirilmesi de toplumun "ortak karar"ıyla gelişen bir aklıselim olarak değerlendirilmişti...
2002'de sürpriz biçimde iktidara gelen AKP ise siyasetin yorduğu kitlelerin bir açılımı olarak; Milli Görüş çizgisinden gelen bir ekibe, yeni bir nefes- yeni bir "seçenek" olarak şans tanınmış ve halk 3 aylık bir partiye devleti teslim etmişti...
Yani o zaman da çok büyük bir oy oranıyla iktidara gelmemesine rağmen, AKP üzerinde, Doğu'dan Batı'ya kadar küçük bir "Türkiye İttifakı"ndan söz edilebilirdi...
Peki; ne oldu da son yıllarda ağır hatalar yapan, yolsuzluk-rüşvet tartışmalarından kurtulamayan ve rejimi sarsan taarruzlarına rağmen halkın ısrarla iktidara getirdiği bir parti "güç" zehirlenmesinin şımarıklığı ile "millet" üzerinde sosyo-politik ve ekonomik baskıları yoğunlaştırarak tepki çekmeye başladı?..
AKP, 31 Mart seçimlerinde İstanbul, Ankara ve Akdeniz Bölgesi'nde neden ciddi kayıplar yaşadı?..
Yani, aslında milletin bütün şaibeli tartışmalarına karşın defalarca şans verdiği, PKK-cemaat-açılım destekçiliğine, 17/25 Aralık'ta patlak veren rüşvet- yolsuzluk rezaletine rağmen ısrarla iktidarda tuttuğu AKP, bugünlerde "Türkiye İttifakı" söylemine neden sarılma ihtiyacı duydu?..
YOLUN SONU DEĞİŞMEZ!..
Yukarıdaki soru aslında şaşırtıcıdır... Çünkü sorunun kendisi bile, kendi içinde ezeli kavgalıdır...
Açalım o halde... Türk halkının 2002'den bu yana defalarca yüksek oy oranlarıyla iktidarda tuttuğu bir parti, milleti soğana-patatese bile muhtaç hale getirecek kadar, halkla niçin savaşa girişti acaba?..
Düne kadar "açılım" iddiasıyla PKK unsurlarını devletin istihbaratı ile masaya oturtan, Habur'da PKK'lıların davul-zurna ile karşılanmasına izin veren, "birlikte yürüdük"leri Fethullahçılar ile büyük bir savaşa girişen AKP'liler halkı neden sosyo-politik-ekonomik açıdan ezmeye başladılar?.. Ve de kendi tabanlarında bile nasıl infial uyandırabildiler?..
Asıl soruları soralım o zaman;
Tarımı-üretimi yok ederek, memleketi "kendi kendine yeten 7 ülkeden biri" olmaktan uzaklaştırırken, "Türkiye İttifakı"nı nasıl oluşturacakmış AKP?..
Sanayiyi-ithalatı-ihracatı mahvederek, sosyal çıkmazları körükleyerek bir ittifakın çatısını nasıl kuracakmış iktidar?..
Yandaş-candaş kadrolaşması ile aynı zamanda milyonlarca gencin işsizlik kıskacında çırpınmasını izleyen bir iktidar hak dağılımını yapamadan ittifaktan söz edebilir mi?..
Medyanın yüzde seksenini elinde bulundururken muhaliflere göz açtırmayan, sosyal medya üzerinden en küçük eleştirilere cezaevi adresini gösteren bir siyasal güç toplumsal ittifakın adını anabilir mi?..
Gelelim son günlerde "Türkiye İttifakı" söylemleriyle örtbas edilmek istenen siyaset kavgasına...
31 Mart seçimlerinde belediyelerin çoğunu almasına rağmen İstanbul-Ankara- İzmir'in yanı sıra önemli bölgelerde büyük belediyeleri de kaybeden AKP, İstanbul seçimleri üzerinde yarattığı tahammülsüzlük ve YSK üzerindeki baskılarla "demokrasi"yi hiçe sayarken, "Türkiye İttifakı"ndan söz edebilir mi?..
Velhasıl; önceki günkü TOBB 75. Genel Kurulu'nda yaptığı konuşmada, "Türkiye İttifakı" diyerek, "82 milyon vatandaşın bir araya gelmesi idealini yaşama geçirmeye" çalıştığını belirten Erdoğan inandırıcı olabilir mi?..
Sözün özü bellidir; 31 Mart seçimleri, Erdoğan'ın hayalinin gerçekleşmeyeceğinin net işaretlerini verdi zaten;
Birincisi, "Millet", ittifakı zaten kuruldu...
İkincisi; Erdoğan, linç edilmek istenen ana muhalefet lideri Kılıçdaroğlu'na duyarsız davranarak "ittifak" iddiasını zaten kaybetti...
Üçüncüsü ise AKP toplumdaki güvenini inandırıcılığını-etkisini yitirmeye başladı...
ANAP, DYP ve benzerlerinin geçmişi de kanıtlar ki, AKP 31 Mart'tan itibaren halkı kaybetmeye başladı ve gidişatı bugünkünden çok daha kötü olacak...