Aklı engizisyonda kalmış
Bir de HSYK’nın yapısını beğenmiyorlar... Patrondan gazeteci, Cumhurbaşkanı’ndan akademisyen ‘kelle’si isteyen engizisyon üyelerinin yargı sistemi çok mu demokratik sanıyorsunuz?
Cengiz Çandar’ın “Ahmet Türk’ü aradınız mı?” sorusuyla verdiği ara pası iyi değerlendiren Ali Bulaç, “Kızıltepe’deki YGS’nin Kıbrıs’a kaydırılmasından doğan mağduriyet” konusunu gündeme getirerek, ceza sahasının içine muhteşem bir orta yapmış. Ve goooollll:
“Abdullah Gül, gözleri faltaşı gibi açılmış vaziyette, ”İlk defa duyuyorum“ dedi, sesi giderek yükseldi, ”Böyle şey olur mu?”
Yaşasın çok öfkeli
Tarım Bakanı Mehdi Eker, sınavın Kıbrıs’ta yapıldığını söyleyince, Cumhurbaşkanı ’Ne!’ diye bir mini-çığlık attı, ’Bari Münih’te olsaydı’ diye asabi biçimde dalga geçti. ’Kıbrıs ayrı bir devlet kardeşim, böyle şey olur mu’ diyerek söylenmesini sürdürdü. Bu ’skandal uygulama’ya İlber Ortaylı’nın sözlerinin neden olduğu ve bunun bir YÖK kararı olduğu bildirilince de, Cumhurbaşkanı Gül yatışmadı. ’Döner dönmez çağırıp konuşurum herkesle... “
Gol anını, Radikal’deki köşesinde, dün böyle özetleyen “oyun kurucu” Cengiz Çandar sevincini paylaşıyordu: “Gül’ün Ankara’ya vardıktan sonra ne yapacağını bilebiliyoruz: Hesabını soracak. Umarız öyle yapar. Umarız Umman’daki öfkesi Türkiye’ye döndüğünde de ’hesap sorma’ yönünde sürer...”
“Holigan” değilse “maç kazanma sevinci”ne benzetilemez bu. Hata yaptım. Bir ayağını hakladığı kurbanın üzerine koymuş, tabancasının namlusuna üfleyerek poz veren kovboyu hatırlatıyor...
Satırların alt metninden sanki “Kan daha fazla kan!..” iniltisi geliyor kulağımıza. Sanki Bram Stoker romanından bir paragraf okuyoruz yüksek sesle.
Olayı Cumhurbaşkanı’na aktarım biçimlerine dikkat ettiniz mi? Sebep, sonuç hiçbiri önemli değil. Aslolan günah keçisi:
Bütün suç İlber Ortaylı’nın... Herşey onun yüzünden oldu... Hesap ondan sorulmalı...
Ne dedi İlber Ortaylı?
Üniversiteye gelen çocukların kapasitesini delil göstererek, bazı bölgelerdeki “kopya” ihtimaline dikkat çekti ve “İmtihanların asayişini iyi kontrol etmeliyiz” dedi.
Yalan mı?
Altı üstü bir sınavın hakkaniyetli biçimde yapılamamasının suçu Ortaylı’nın mı? Ortaylı mı atıyor YÖK üyelerini? Yoksa, haberi günlerce manşetlerde yer alan konuyu “İlk defa duydum” diyen Cumhurbaşkanı mı?
Dedim ya, konu ne olay, ne sebep, ne sonuç... Ne kurunun yanında yanan yaşlar, ne bundan üretilecek devlet düşmanlığı... Bütün mesele “bir cadının daha” avlanmış olması. Sanırsın biri Orta Çağ karanlığından, biri İspanya, biri Roma’dan çıkagelmiş... Biri Gregorius, biri Isabella, biri Sixtus, diğeri Paulus... Kurmuşlar engizisyonu, beğenmediklerinin “katline ferman” çıkarıyorlar.
Ha Koru, ha Çandar...
Dün Fehmi Koru için modern cellad gibi demiştik ya; Ne farkı var?
Ha Koru, ha Çandar, ha bir başkası... Biri gazeteciyi patronuna hedef gösteriyor, diğeri akademisyeni Cumhurbaşkanı’na.
Ayakları, az biraz yerden kesilmeyegörsün. Bulutların üstüne çıkınca, kendilerini Olympos tanrıları sanmaya başlıyorlar...
“Bozgun” ve “korku”nun babaları... Biri Kronus, biri Zeus, biri Ares; nesilden nesile geçen “akılsız savaşçılığın” timsalleri... Faniler canlarını mı sıktı, itaat etmediler mi; ya kurban verecekler; ya doğru Hades’in kollarına, yeraltına, karanlığa mahkumiyet...
Bir de buyruklarını iletecek bir Hermes varsa; kaostan, linç demokrasisi “düzen”ini yarattılar işte. Koca tanrılar için işten değil.
Bunlara düzenin nasıl kurulacağını öğretecek bir “Tanrı Dağı” daha var ama... Ben o konuya hiç girmeyeyim... İşin ehli biri, kimbilir belki “Hades”e kurban etmeye çalıştıkları tarih profesörü İlber Ortaylı anlatır bir gün hepsine...
Şu üç yöntemi izlemelisiniz:
BİR: Önce bir medya patronunun işlerinin ne kadar kötüye gittiğini yazın.
İKİ: Ardından o medya patronunu aslında çok sevdiğinizi belirtin.
ÜÇ: En sonunda aslında bütün arızanın patronun gazetesinde yazıp çizenlerden kaynaklandığından dem vurun.
Aşağı yukarı şöyle bir yazı:
Bugünlerde Yeni Şafak Gazetesi’nin patronu Ahmet Albayrak’ın durumuna çok üzülüyorum. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın en kötü günlerinde yanında olmuş bir işadamı Ahmet Albayrak. Hatta AK Parti’yi iktidara taşıyan ilk seçimden önce Tayyip Erdoğan ile Deniz Baykal arasında yapılan ekran tartışmasının da odağındaydı.
Hızla güç kaybediyor
Sonra Ahmet Albayrak, bir parça kadraj dışında kaldı.
İhale alamıyor, bürokratları telefonla taciz edemiyor, alacaklarını tahsil edemiyordu.
Başbakan Erdoğan, “agresif işadamı” portresi çizen Ahmet Albayrak’a mesafe koymaya başlamıştı.
Durum o kadar hazindi ki Ahmet Albayrak, işleriyle ilgili bazı sorunlarını gazetesinin manşetinden duyurmaya çalışıyordu Erdoğan’a. Bu hazin durum bugünlerde de hızını kesmiş değil.
İşlerin bu hale gelmesinde iktidarın Yeni Şafak Gazetesi’ne artık eskisi kadar ihtiyaç duymamasının payı büyük kuşkusuz...
Ama en az onun kadar etkili olan başka bir husus var, o da gazetenin performansı.
Yeni Şafak, yüzde 47 oy almış bir iktidarın desteğini hak edecek etkinlikte bir gazete olamadı. Tirajı düşük, kamuoyunu etkileme gücü hayli eksik.
Gazetenin iki ayrı köşesinde kalem oynatan bir yazarı, sürekli başka gazetelerle haşir neşir... Sürekli başka patronları, başka genel yayın yönetmenlerini ve başka yazarları yazıyor.
Albayrak Grubu, ekonomik olarak darboğazda... Bazen Yeni Şafak personeli maaşlarını alamıyor.
Ahmet Albayrak ise ülkenin yeni düzenini kavrayamıyor.
Bütün suç akıl verenlerde
Muhtemelen kendisine akıl verenler, “Patron, devir bizim devrimiz, asılmaya devam” falan diye gaz veriyorlardır kendisine.
Oysa Ahmet Albayrak’ın gaza değil, doğru dürüst stratejilere ve doğru dürüst yol göstericilere ihtiyacı var.
Bir gazeteci olarak hiçbir medya patronunun zor duruma düşmesini istemem.
Albayrak’ın içine düştüğü zor durumda gazetesinde yazıp çizenlerin etkisi olduğunu da söylemiyorum. Ben sadece uyarı görevimi yapıyor ve Ahmet Albayrak’a “Böyle giderse daha da zora düşeceksin” diyorum. Kulak kabartıp kabartmamak, gereğini yerine getirip getirmemek herkesin kendi bileceği iş...
(Not: Yazıdaki son cümle Yeni Şafak yazarı Fehmi Koru’nun Taha Kıvanç müstearıyla yazdığı yazının son cümlesinden bilinçli olarak çalınmıştır.)
Ahmet Hakan / Hürriyet
***
Şifa niyetine
Bizim liberallerin muzdarip olduğu hastalığın bir ismi var aslında: Oryantalizm... Oryantalizm, Batı’nın Doğu’ya sadece kendi değerleriyle bakıp, onu yeniden şekillendirme, yani sömürgeleştirme disiplinidir. Bu hastalığın tedavisi, yağı, tuzu, şekeri azaltmak, Soros ve AB fonlarını ise tamamen kesmekten geçer.
A. Metin Akpınar / Odatv.com
***
Mayınlı demokrasi gururla sunar
Suya sabuna dokunmadan, “sağduyu” çağrısı yapabiliriz... Nasıl olsa, bol keseden yapılan sağduyu çağrıları maaştan kesilmiyor. Veya, saldırgan kahveciymiş diye, ne şekerli ne sade bana müsaade deyip, bu mevzunun kenarından kenarından sıyrılabiliriz yılışıkça...Ya da, entel dantel barlarında kafası karışmış kızlara şirin görünmek için “esefle kınıyorum” da diyebiliriz. Ama... Bu tür köfte lafların, kafası karışmış kızlar dahil, kimseye faydası olmaz. Soralım dolayısıyla... Bu ülkenin çocuklarına ateş edip öldürmek “demokratik hak” kabul ediliyorsa, parti liderine girişmek niye “ırkçılık” oluyor? Mayın demokrasiyse... Yumruk niye faşizm?
Dün seyrediyorum televizyonu, papyonlu bir arkadaş, “İzmir-Bursa hattında, Trabzon-Samsun hattında tehlikeli yapılanmalar var, oralara dikkat” diyordu...
“Hakkâri-Diyarbakır hattı” olan ne peki? Oraya dikkat çekmeye gerek yok mu, Allah’ın papyonu?
Bir tanesi de “İlk kez bir parti liderine saldırılıyor” diyordu. Mesut Yılmaz’ın burnunu kırmadılar mı? Demirel’e yumruk atılmadı mı? Özal’a ateş edilmedi mi? Ecevit’e kurşun sıkılmadı mı? Normaldir demiyorum. Niye “ilk” deniyor?
Başbakan geçmiş olsun diye aramış Ahmet Türk’ü, ki aramalı... Peki, Deniz Baykal’a niye geçmiş olsun yok? Taş atmak, yumurta fırlatmak şiddete girmiyor mu? Light linç olur mu?
Samsun’da polisler açığa alındı, ki derhal alınmalı... Van’dakiler niye yerinde duruyor hâlâ? Kandil’den gelenlerle otobüsün üstüne çıkıp şehir turu atmadığı için mi suçludur Baykal?
Açın gazetelerin internet sayfalarını, bu haberin altına yapılan yorumları okuyun...Yumruğunu “adaletin tokmağı” yerine koyup, Ahmet Türk’ün burnuna inen kişi, bu ülkede pek çok kişinin duygularına tercüman oldu... Çünkü, teröristi meşru hale getiren “açılım” saçmalığı, sadece bir tarafta değil, öbür tarafta da “eşkıyayı kahraman” yapmaya başladı.
Hukuku guguk haline getirirsen... “Ona göre başka, buna göre başka” işletirsen, olacağı budur.
Yılmaz Özdil / Hürriyet
***
İktidar sözcüsü:
Başka bir arzunuz
Yandaş medya falan diyorduk ya.. O aşamayı geçtiler.. Yandaş medya kendini iktidarın yerine koyup muhalefete cevap vermeye başladı.. CHP, AKP’ye anayasa değişikliği konusunda birtakım öneriler götürmüş.. Yeni Şafak çakmış manşeti.. Başka bir arzunuz!.. Habere baktım, bu lafı eden bir tek AKP’li yok.. Yeni Şafak iktidar sözcüsü olarak cevap vermiş!
Mehmet Tezkan / Milliyet
***
Bundan büyük
suç mu olur
Metin Altay anlatıyor: “Cem Gürdeniz, tuğamiralken, Karadeniz’de Türkiye’nin ulusal operasyonu olarak başlatılan ‘Uyum Harekâtı’nın planlayıcısıdır. Karadeniz’de bu operasyona başlayınca, ABD’nin, ‘NATO gemileri Karadeniz’de terörle mücadele, insan kaçakçılığı ve bölgesel güvenlik için bulunmalı’ gerekçesi de ortadan kalkmış oldu. Özetle, Gürdeniz, ABD’nin Karadeniz’e çıkma çabalarının önünü kesen amiraldi.”
Bundan büyük suç mu olur! Amerikan savaş gemilerinin Karadeniz’de fink atmasını engellersen al sana balyoz üstüne balyoz!
Deniz Som / Cumhuriyet
***
Gizli oyu
gizleme taktikleri
AKP’nin 5 fire vermesi halinde düşecek olan Anayasa Tasarısı oylamasında, oyların “baskı” altında kullanılmamasının şart olduğuna dikkat çeken Emin Çölaşan, Sözcü’deki köşesinde muhalefete “gizli oy”un gizliliğinin korunması için taktik verdi: 1. Üç renkli pulların tamamı kulubeye konulur. Böylece dışarıya, ’Eli boş olarak’çıkar. 2. Pullar ille de “belirtilen yere” bırakılacaksa, bu yer kulübedeki çöp sepeti olabilir. 3. Milletvekillerine kullanmadıkları o iki pulu koyup çıkışta çöpe atacakları ikinci bir zarf verilir. 4. Kulübenin (ya da kulübelerin) yanına hiçbir milletvekili, özellikle Grup Başkanvekillerinin yaklaşmaması sağlanır...
***
‘Yüzde 60 yeter, bu iş ilk turda biter’
“Yandaş medya”nın bir-iki acar yazarının Talat’la birlikte köyleri gezdiği ve halka “Hükümet Talat’ı destekliyor” mesajı verdikleri ama bunun çok etkili olmadığı hatta ters tepki yarattığı konuşuluyor.
Pazar günü yapılacak seçimin favorisi eğer büyük bir sürpriz olmazsa Derviş Eroğlu. Hatta Talat tarafının yaptırdığı ve kararsızların yüksek çıktığı kamuoyu yoklamalarında da Eroğlu ilerde çıkıyor. Eroğlu “Yüzde 60 yeter, bu iş ilk turda biter” diyor, sonra da kahkahayı basıyor.
Anlaşıldığı kadarıyla Cumhurbaşkanı Talat Avrupa Birliği’nin Türk toplumuna verdiği sözlerin hiçbirini tutmamasının kurbanı olmuş.
Bu seçimin kuşkusuz en ilginç adamı, kilit konumuna gelmiş olan Serdar Denktaş. Onun Eroğlu’nu desteklemesi, UBP’ye, 5 milletvekiline sahip partisinin çok çok üstünde bir sinerji katkısı sağlamış.
Son söz tüm yaşamını Kıbrıs’a adamış olan Rauf Denktaş’ın. Bitmez tükenmez mücadelesini köşesinden sürdüren bu yılmaz mücadele adamı Talat’ın “Talat varsa varım” sloganına kızmış. Şöyle diyor: “Talat fanidir. Hata yapmıştır. Ben bu sloganı şöyle düzeltiyorum, ’KKTC varsa varım’diyorum.”
Tufan Türenç / Hürriyet
***
Haydi hayırlısı...
Türkiye son günlerde Atlantik ötesinden, yoğun bir ziyaretçi trafiğine sahne oluyor. Daha geçen gün Morton İsaac Abromowitz buradaydı. Tek satır yazan olmadı. Bu tür bir durumla ya ziyaret çok önemli olduğunda ya da hiçbir önemi olmadığında karşılaşılır. Abromowitz gibi birinin 10 bin kilometrelik yolu laf olsun diye gelmeyeceğini düşünürsek...
Haydi hayırlısı bakalım...
M. Kurdaş, M. Yılmaz / Milli Gazete
***
Uçağa binseydi
soracaktı...
Alsalardı; medyada yer alan “Başbakan’ın uçağındaki gazeteciler” fotoğrafında benim de kafam gözükecekti...
Seçim bölgesinden bile daha çok koşup gittiği (17 kez) ABD yolunda şunu sorardım uçakta olsaydım: “ABD Temsilciler Meclisi Komisyonu’nun aldığı
’Ermeni soykırımı vardır’ kararını yok sayıp küsmekten vazgeçtiniz de... Obama’nın söylemediği bir sözü var sayarak kazandığınız diplomatik zaferden sonra... Kim bilir daha ne kadar çok zafer kazanacak mısınız?...”
Bekir Coşkun / Habertürk
***
MİNİ YORUM
Ne de güzel demiş...
“Piri Reis’ten Katip Çelebi’ye Osmanlı Haritaları” sergisinin açılışında konuşan Tayyip Erdoğan “Bizim tarihimizde ve medeniyet tasavvurumuzda kalem her zaman kılıcın önünde olmuştur” demiş. “Biz” derken, bugün iktidarda olan zihniyeti kastettiyse, “kalem herzaman kılıcın yerini almıştır” demeliydi. Buna kim itiraz edebilir ki!