Akif, açtı ağzını, yumdu gözünü amma!
İstiklâl Marşımızın kabulünün 90’ıncı yılı sebebiyle Mehmet Akif çeşitli etkinliklerle anılıyor ya... Biz de fırsatı değerlendirelim istedik. Rahmetlinin, Cumhuriyetin ilk yıllarında Konya’da başından geçen ve asla “eskimeyecek” ibretlik bir hadiseyi, Safahat’ın Altıncı Kitap’ından, kendi üslubumuzla sizlerle paylaşmaya karar verdik.
Akif, “Konya’daydım” diye başlıyor.
“Şehri az çok bilir, etrafı pek bilmezdim” diyor. “Bari köyleri bir görsem” diye, etrafı çıktım gezdim diye devam ediyor. İşte bu gezi esnasında Akif, çevredeki bir nahiye halkının üç gün önce köylerine gelen bir öğretmeni kovduğunu öğreniyor. Öğretmeni istemeyen halk, çocuğunu okuldan almış, öğrencisiz kalan okul da kapatılmış.
Cehaletle savaşın mücahidi olan Akif köylülerin bu bağnazlığına “Çok fena!” diye öfkelenerek soluğu o nahiyede alıyor.
Halk Akif’i tanımakta, sevmekte, hürmet etmektedir. Kendisini iyi karşılıyorlar. Yatsı namazından sonra da, “Bize vaaz et!” deyip altına eski bir minder, önüne kırık bir rahle koyuyorlar. İşte Akif’in aradığı fırsat ayağına gelmiştir. Allah’a hamd ve Peygambere salât ü selamdan sonra köylülere ilmin önemini anlatan ayet ve hadisleri bir bir sıralıyor. Cehaleti yerden yere vuruyor, öyle güzel konuşuyor ki, “Kendim de beğendim” diyor..
Ve sonra... Ahaliye çevirip yüzünü, “Açtım ağzımı, yumdum gözümü” diyerek köylüye çektiği fırçayı bir bir sıralıyor:
- Hiç öğretmen kovulur mu?
- O sizin devletiniz, nimetiniz değil mi?
- Hoca hakkı gibi hak var mı?
- Allah mahşer günü size bunun hesabını sormaz mı?
- Müslüman, ilim Çin’de olsa öğrenmesi gereken insan değil mi?
- Ayağınıza gelmiş bir nimeti tepme sersemliğini niye gösterdiniz?
- Çok geçmeden bu nankörlüğünüzün cezasını görmeyeceğinizi mi sanıyorsunuz?
Ve daha buna benzer neler söyler neler.
Sesim, nefesim tükendi, demediğimi bırakmadım diyen Akif, sonunda duasını da yapar ve bu duaya denilecek “Amin!”le mescidin inleyeceğini umar... Lâkin..
Cemaat çok yavaş bir sesle “Amin!” der..
Akif de Fatihayı çeker, vaazını tamamlar.
Ve evine misafir olacağı Mestanlı Dayı ile birlikte mescitten çıkar, fenerin ışığında yol alırken Mestanlı Dayı, Akif’e laf dokundurmaya başlar.. Uzatmayalım... Eve varınca Akif, Mestanlı Dayı’yı deşer.. Mestanlı Dayı da olup biteni anlatmaya başlar..
Sen ne diyorsun Aktif Hoca der Mestanlı Dayı! Gördüğün o koca mektebi biz vardan yoktan çattık... “Ne demek nimeti tepmek demek” köylü cahilse, hayvan mı demek? Kim evladını cahil bırakmak ister? Koca bir nahiye odunsuz kaldık, çocukları, öğretmeni üşütmedik. Devletimize “Okul bizden, maaşı bizden, hoca sizden” dedik, talepte bulunduk. O zaman çıkagelmez mi bu soysuz adam... Ey oğul sen bize akşam ezbere çaldın karayı.. Görmeliydin o muallim denen maskarayı..
Geberir camie girmez, ne oruç var, ne namaz; yelde izler bırakır gezdi mi çiş kokusu; ebenin teknesi, ömründe pisin gördüğü su!
Ne selam verir, ne selam alır.. Evimize köyümüze kipkirli fotinlerle dalar.. Kaldırımdan daha berbat olur odalar.. O günlerde köyümüze gavur su mühendisleri geldi..
O gavurlar bile bizi incitmedi zerre kadar..
İnan oğlum, daha insaflı imiş o çorbacılar..
Tatlı yüz, bal gibi söz.. Başka ne ister köylü?
Ne içtiler, ne seccadeye çizme ile bastılar..
...
Mestan Dayı okulunu yapıp maaşını verdikleri muallimi anlatır da anlatır ve der ki:
“Şimdi ister beni sen haklı gör, ister haksız,/ Öyle devlet gibi, ni’met gibi laflar bana vız!/İlmi yuttursa hayır yok bu musîbetlerden.../Bırakın oğlumu, cahilliğe razıyım ben..”
Evet, bu millet, ilme âşıktır. Bu toprağın insanı ceketini satar, çocuğunu okutur. Ama aydınlarının, okumuşlarının bir “gâvur” kadar bile mukaddesatına ve şahsiyetine değer vermediğini görünce ondan gelen her şey için, “Al başına çal” diyerek kendi çözümünü üretir..
İşte onun asıl “değeri” de budur..
Birileri bu hakikati bir fark edebilse!..