Akan kanlar peşinizi bırakmayacak...
Suriye’de çok kan aktı. Anlaşılan o ki akmaya da devam edecek. Çünkü Batı daha çok kan akmasını istiyor. İşin acısı Türkiye bu kandan beslenen
“şer ittifakı”nın bir parçası olmak için yırtınıyor.
Utanç verici olan ise Türkiye’nin müdahale için Amerika’dan bile daha iştahlı bir görüntü arz etmesi.
Kimileri bu yazıyı okurken “ne olacak, siviller ölsün mü?” diyecek.
Kimileri ise sosyal medya ve e-posta aracılığı ile mesaj atıp “kardeşim Suriye’de katliam varken buna seyirci mi kalınmalı? Eğer Hıristiyanlar bu katliamı engelleyecekse bu Müslümanların ayıbıdır” diyecek.
Bu düşüncedeki arkadaşlar şunu da sormalılar “bugüne kadar gerçekleşen olaylar, bu noktaya gelmek için tasarlanmış olabilir mi?”
100 bin sivil, ABD ve müttefiklerinin Suriye’ye girmesine zemin oluşturmak için ölmüş olamaz mı?
Yani herşey, bugün “artık gelsinler” dememiz için tasarlanmış olamaz mı?
Doğru, Suriye’de baskıcı bir rejim vardı. Tek adam yönetimi söz konusuydu; tıpkı Katar, Suudi Arabistan ve Kuveyt’te olduğu gibi.
Doğru, demokrasinin sadece Suriye’ye değil diğer Arap Krallıklarına da hakim olması ne güzel olurdu.
Fakat Suriye’ye demokrasiyi getirmenin yolu sivil muhalefeti sokağa dökmekten ve nihayet eline silah tutuşturmaktan mı geçiyordu? Bunun daha “ehven” ve “doğal” bir yolu yok muydu?
Peygamber Efendimiz Sahabelerinden birine bir gün şöyle buyurmuş “İki Müslüman birbirine kılıç çektiği zaman, öldüren de, ölen de cehennemdedir”. Bu söz üzerine Sahabe “Ya Resulallah! Öldürenin durumu belli, ama ölen niçin cehennemdedir?” diye sormuş. Peygamber Efendimiz bunun üzerine “Çünkü o, arkadaşını öldürmek istiyordu” demiş.
Peygamberimizin Müslümanların birbirini öldürmesindeki tavrı bu kadar açıkken, Müslümanları barışa ikna etmek varken bir tarafa “lojistik” destek vererek kavgayı büyütmek ne derece “İslâmi” bir tavır?
Üstelik Suriyeli bazı İslam alimlerinin “silahlı mücadele ile bu iş olmaz” uyarıları da ortada iken.
İki ülke ve liderler arasında var olan iyi ilişkileri kullanıp yavaş yavaş, belki uzun sürecek ama bu kadar cana mal olmayacak bir yol tercih etmek daha sağlıklı bir yol olabilirdi. Daha yolun başında “taraf” olmayı seçen Türkiye “hakem” olmayı seçseydi Suriye’de bu kadar kan akmazdı kanaatindeyim. Esad’ı ikna etmek uzun sürebilirdi belki ama yol ne kadar uzun olursa olsun fatura bu kadar ağır olmazdı.
Peki tüm bu olanlarda ve olacaklardan sonra Suriye’de bir şeylerin değişmesi muhtemel mi?
Suriyeliler bu kadar ağır bir fatura ödedikten ve uzun yıllar sürecek muhtemel bir işgalden sonra da demokrasiye kavuşamayacak. Tıpkı Irak’ta olduğu gibi yüzbinlerce insan ölecek, tecavüzler yaşanacak, acılar büyüyecek, Suriye bir daha bir araya gelmemecesine bölünecek ve kazanan ABD dolayısıyla İsrail olacak.
Bunlar kehanet değil. Örnekleri burnumuzun dibinde, süreç o kadar tanıdık ki sonuca yabancı olmayacağız. “Kimyasal silah”, “kırmızı çizgi”, “BM gözlemcileri”, “muhtemel kimyasal saldırıya karşı tatbikat” kavramları tanıdık gelmiyor mu?
Irak’a bakın, Suriye’de neler olacağını görün. Bunu görmek için “üstün zekâlı” olmaya gerek yok. Aksine görmemek için zekâ özürlü olmak gerekiyor.
Suriye’nin geldiği noktada en büyük vebâl halkın taleplerine kulağını tıkayan Esad ve “haçlı” tezgahına gelerek ülkede akan kana ortak olan muhalefetin. Tüm bu süreçte komşuda kaynayan kazanın altına odun taşıyanların, kardeş kavgasına seyirci kalanların, “Haçlı” ordularının Müslüman ülkesini bombalaması için çağrılar yapanların da vebâli var.
Sadece dökülen kanlarda mı, dökülecek kanlarda da...
Bu süreç, eğer Amerika ve müttefiklerinin istediği gibi sonuçlanırsa tıpkı kapısı kapanmayan “hayırlar” gibi hiç kapanmayacak “şerler”e yol açacak ve bu şerlerin vebâli “müsebbiblerinin” peşinden kıyamete kadar gelecek...