AK Parti usulü yerli ve milli olmak!
Osmanlı Devleti, Fransız uyruklu iki Yahudi tefeci olan Lodando ve Tubimi'den aldığı 200.000 altını ödeyemeyince başı derde girdi. Galata bankerlerinin alacağını tahsil etmek için Fransız sefiri Contans, İstanbul Mahkemelerinde açtığı davayı kazandı. Paranın üç günde ödenmesini, aksi halde Midilli Adası'nın işgal edileceğini bildirdi. Tekliflerinin ciddiye alınmadığını gören sefir, İstanbul'dan ayrılıyor.
Sefirin İstanbul'dan ayrılmasının üzerinden bir buçuk ay geçince Fransa, Osmanlı Devleti'ne 5 Kasım 1901 tarihinde aşağıdaki notayı vermiştir.
"Tamamı 502 bin altın lirayı bulan borç ödeninceye kadar Fransa Midilli Adası'nın gümrük resmi ve sair gelirlerine el koymuştur ve bu haciz muamelesini yerine getirmek için Fransız Hükümetinin Akdeniz Donanmasından iki savaş gemisi bugünden itibaren Midilli'yi ablukaya alarak, adanın iç ve dış gelirlerinin kontrolünü bizzat yüklenmiştir".
Abdülhamid alacaklı Fransız yurttaşlarından Lorando'ya 340 bin ve Tubirni'ye de 162 bin olmak üzere yarım milyonu aşkın paranın ödeneceğini ve talep edilen imtiyazları da onaylayacağını bildiriyor.
İşin en ilginç yanı da Abdülhamit, eşi Fatma Pesend Hanımdan aldığı borç parayla Midilli Adası'nı işgalden kurtarmış oluyor. Hazinede paranın olmamasına karşın Padişah eşinin devlete borç verecek kadar parasının olduğu gerçeği bu olayla ortaya çıkmıştır.
Yine Osmanlı hükümeti Galata Sarraflarından 10 milyon lira borç alıyor. Devlet borucunu ödeyemeyince bu borca karşılık bankerlerle Rüsumu Sitle (altı dolaylı vergi sistemi) kuruyor. Bu anlaşmaya göre hükümet, bu bankerlere, tuz, tütün tekeli, pul resmi, alkollü içkiler, İstanbul sularında yapılan balık avı ve Edirne, Bursa, Samsun'da ipekten alınan öşür gelirlerini on yıl süreyle kiraya veriyordu.
Osmanlı hükümeti, Osmanlı Bankası'nın bulunduğu yabancı alacaklılara olan borcunu ödeyemeyince 20 Aralık 1881'de onlarla anlaşmaya vararak Muharrem Kararnamesini yayınladı.
Bu kararnameyle borçların ödenmesi için alacaklılara bir dizi devlet gelirlerinin bırakılması ve Duyun-u Umumiye İdaresinin kurulması gerçekleşiyor.
Olan bitenden yeteri kadar ders alınmış olacak ki, 1914 Nisanında, Cevat Bey mecliste bütçe görüşmeleri sırasında şunları söyleyecektir: "Bize felaket getiren derslerden yararlanmalı ve eğer yaşamak istiyorsak yabancılara daha fazla başvurmamalıyız. Bundan böyle bütçe açığını kapatmak için dış kredi sağlamanın tarihe karışması gereklidir".
Konuşmalarına "Osmanlı" ile başlayan AK Parti iktidarı, Osmanlı tecrübesinden haberi yokmuş gibi davranıyorlar. Nitekim yabancılara yapılan hadsiz satış, borçlanma ve ithalat benzer şekilde aynen devam ediyor.
Katarlılara son 5 yılda Türkiye'den Tank Palet Fabrikası, QNB Finans'ı, Antalya Limanı'nı, İstinye Park'ını ve son olarak da Borsa İstanbul'un %10'u satılmıştır. Türkiye'nin en stratejik varlıkları fonlara aktarılarak isteyen herkese satılmaktadır. Önümüzdeki günlerde Kanal İstanbul da ihaleye çıktığında büyük payın Katarlıların alacağı şimdiden bellidir.
AK Parti iş başına geldi geleli kamuya ait ne varsa sata sata bitiremedi. Kemal Unakıtan rahmetli oldu ama 'babalar gibi satış' aynen devam ediyor.
Remzi Özdemir, son zamanlardaki satışla ilgili değerlendirmesinde şu tespiti yapıyor; "Kanal İstanbul'un etrafındaki arsaları alıyorlar, o arsalara bir süre sonra imar izni çıkıyor... Bir karayolu ihalesinin ne kadara yapıldığını bilmiyorsunuz. İhale yapıyorsunuz, bedeli gizli. Nedeni ticari sır. Böyle bir mantık mı olur? Katarlıların Borsa İstanbul'u kaça aldıklarının açıklanması gerekir."
Satışta ne yerli ne yabancı ne de bir sınırlama var. Döviz gelsin de nasıl gelirse gelsin. AK Parti usulü milli ve yerli olmak böyle bir şey olsa gerek. Milli ve yerli ne varsa satıyorsunuz sonuçta milli ve yerli olmuş oluyorsunuz!