AİHM’in Türkiye’ye tazminat kararı nasıl engellenebilir?
Önce Soma ile başlayalım. Soma’dan gerçekleşen toplu katliam niteliği kazanan iş kazasından sonra Başbakan Erdoğan’ın değil ama (zaten yüzlerce kişinin ölmesini normal gördüğünü açıkladı) Enerji Bakanı ve Çalışma Bakanı’nın istifa edeceğine inanmak istiyorum. İstifa etmeleri onları Türk siyasal yaşamında on yıllar sonra bile en azından istifa etmişlerdi diye anılmalarına vesile olur. İstifa etmezler ise görevden ayrıldıkları gün siyasetten silinirler.
Bugün ele alacağım diğer konu AİHM’in Türkiye aleyhine verdiği tazminat konusunda neler yapılabileceği? 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Balkanlar ve Doğu Akdeniz Araştırmaları Merkezi Başkanı, devletler hukuku konusunda uzman Gözde Kılıç Yaşin’in ‘www.21yyte.orgda yazdığı mükemmel makalenin kısa bir halini sizinle paylaşmak istiyorum. Yaşin şöyle diyor: “AİHM 13 Mayıs 2014 tarihli kararıyla ilk kez iki devlet arasındaki siyasi bir konu hakkında Türkiye aleyhine tazminata hükmetti. Aynı zamanda Türkiye ilk kez bu kadar yüksek bir tazminatla cezalandırıldı. Bu kararın başka bazı davaların hazırlanmasına sebep olacağına hiçbir şüphe bulunmamalıdır.
AİHM kararları siyasi midir?
Belki doğru soru, “Hangi mahkemenin kararı siyasi değildir ki” olmalıdır. Hukuku siyaset, siyaseti egemen güç belirler. Bu çerçevede tamamen adalet duygusu ve mevcut normlar çerçevesinde alınan kararlar esastır ancak siyasetin ilgi alanına giren davalarda egemen güçlerin isteğiyle yönlendirilen kararlar da mevcuttur. Bireyleri ilgilendiren davalarda AİHM’in Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi çerçevesine bağlı kalması ama devletleri ilgilendiren davalarda hakimlerin bağlı bulundukları devletlerin çıkarlarını gözetmeleri bir anlamda doğaldır. Nitekim yargıçlar, her taraf devletin sunacağı üç kişilik aday listesinden Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi tarafından seçilmektedir. Her ne kadar yargıçların tümünü bağlayacak şekilde siyasi kararlara aracı olduklarını söylemek -tek tek ispat mümkün olmadığı için- doğru olmayacaksa da yargıçlar üzerinde yürütülen lobi faaliyetleri, bazı yargıçların davacı devletlerdeki kimi şirketlerle ortaklıkları, bu devletlerde ağırlandıkları gibi kendi devletlerinin siyasi tavrına uygun hareket ettiklerinin de pek çok örneği bulunmaktadır. Bu nedenle AİHM kararlarının kesinlikle siyasi bir yönü bulunmaktadır.
Karara uyulmaması mümkün mü?
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni imzalamak ve sözleşmeyi ulusal hukukun parçası haline getirmekle devlet, AİHM’nin yargılama yetkisini de kabul etmektedir. Mahkeme kararlarının yerine getirilmesi, Avrupa Konseyi Bakanlar(Delegeler) Komitesi aracılığıyla yapılmaktadır. Dosya Komite’ye gönderilir ve kararların yerine getirilmesini artık Komite takip eder. Bakanlar Komitesi, mahkeme tarafından hükmedilen “adil tazmin” miktarının somut olarak başvurucuya ödenip ödenmediğini de denetler. AİHM kararlarının yerine getirilmemesi ile ilgili pek çok örnek bulunmaktadır. Ancak Türkiye açısından durum, bundan sonraki tüm ilerleme raporlarında kayıt altına alınacak, 27 AB üyesi ülkenin her birinin yetkililerince defalarca gündeme getirilecek ve yeni bir baskı nedeni olacaktır.
Yapılması gerekirken yapılmayanlar
Bugüne dek yapılması gerekirken yapılmayanları kısaca şöyle özetleyebiliriz:
* Kuzeydeki Rum malları gündemden düşürülmezken Türklere âit 5500 evin Rum göçmenlere dağıtılmış olduğu ve Türk arazileri üzerine Rumlarca 8000 ev inşa edildiği, 3500 Türk sahipli mağaza ve lokantanın Rumlarca işletildiğine dikkat çekmek üzere politika üretilmemektedir. Bunların AİHM’e taşınması sistemleştirilmemektedir.
* KKTC yetkilileri, Kuzey’de kalmış Rum mülkleri konusunu bir sorun olarak kabul edip takas, iade ya da tazminat yoluyla ciddî biçimde çözümleme niyeti taşırken GKRY güneydeki Türk mülkleri sorununu kapsamlı bir çözüm sonrasına ertelenmektedir. Konu gündemde tutulmalıyken müzakere sürecine zarar vermemek adına sessiz kalınmaktadır.
* Maraş için dava açılması gerekirken aslında vakıf malı olduğunu ispatlayan belgelerin AİHM’e taşınmaması nedeniyle Arestis davasında tazminat ödenmiş, üstelik malın iadesi kararı da gündeme gelmiştir. Burada gösterilen yetersizlik Maraş’taki vakıf mallarının geri kalanının kurtarılmasında da sürdürülmektedir.
* Sadece Yunanistan yüksek mahkemesinin 1979 ve 2008 tarihli kararları derlenerek dahi AİHM’in 1974 Harekatı’nın yarattığı sonuçları inceleyen davasında güçlü bir savunma yapılabilirdi ancak anlaşılan Türkiye’nin neden Kıbrıs’a harekat düzenlemek zorunda kaldığı mevzusu anlatılamamıştır.
Bu çerçevede Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun “Tanımadığımız devletle ilgili bir mahkeme bize dönük bağlayıcı karar empoze edemez” açıklaması, içerik bakımından öncelikle itirazın Türkiye’nin Garantörlük Hakkı’na dayanarak gerçekleştirdiği 1974 Kıbrıs Barış Harekatı’nın cezalandırılmasına yönelik vurgunun bulunmaması nedeniyle eksiktir. Diğer taraftan mahkeme kararının bağlayıcılığı olmadığını ifade etmek bu konuda gelecek baskıları durdurmayacağı için kendi başına bir anlam ifade etmemektedir. İtiraz varsa bunun hukuki prosedürler çerçevesinde yapılması; temyize gidilmesi veya mevcut kararı hükümsüz bırakacak yeni bir davanın açılması yolunun izlenmesi gerekir.” Umarım Dışişleri Bakanlığı’ndan birileri okur.