Ahmet Türk’e yumruk ve sağduyu!
Dün bu köşede AKP’nin açılım politikasının onlarca yıldır işleri insan öldürmek, beyaz ticareti, kaçakçılık yapmak, haraç toplamak ve gasp etmek olan teröristleri yollarına kırmızı halılar sererek Türkiye içine sokmak olduğunu dile getirmiş ve bunun bir çözüm olmaktan ziyade bir yıkım olacağını çünkü Türkiye’nin her noktasını Kandil Dağı haline getireceğini söylemiştik.
Aynı yazıda AKP gibi CHP ve MHP’nin de dağdaki teröristi toplumu germeden ve sivrisineklere yeni bataklıklar üretmeden indirme konusunda hiçbir fikir üretmediklerini, sadece eleştirdiklerini dile getirmiş, “Bu ayıp size yeter!” demiştik. Niyetimiz bugün kendimizce çözüm zannında olduğumuz birkaç görüşten birini kamuoyu ile paylaşmaktı.
Ama olmadı, araya, Ahmet Türk’e Samsun’da indirilen yumruk girdi..
Önce Sayın Ahmet Türk’e geçmiş olsun diyoruz. Sonra, bu saldırıya sanki aynı yazıişleri toplantısında alınmış bir karar gibi “Alçakça!” ortak tepkisini verdikleri için basının tamamına teşekkür ediyoruz. İşte biz buna “sağduyu” diyoruz. Yani, aklıselim. Yani doğruyu yanlıştan ayırabilme basireti. Toplum olarak, siyasetçi olarak, kalem sahibi olarak, vatandaş olarak, asker olarak ve cümlesinden de önce “insan olarak” her zaman en muhtaç, en olmazsa olmazımız olan ve maalesef sürekli yitirmekte olduğumuz, devamlı erozyona uğrayan melekemiz, sağduyu!
Samsun’da yaşanan o “çirkin” hadisenin görüntülerini televizyonlardan izlerken de “sağduyu” hasreti çektik. Olay mahallindeki Türk’ün arkadaşı, “Bu insanlığa sığar mı!” diye feryat ediyordu, ne kadar haklıydı. Bakınız tekrar ediyorum, asla ve kat’a bu hadiseyi mazur gösterecek değilim, ama Sayın Türk ve “Bu insanlığa sığar mı!” diye haklı feryat içersinde olan zat, hadisenin sıcaklığı geçince, mesela bugün bu yazıyı okurken, kısa bir süre de olsa kalbur kasnağının kenarına basmış duygusuna kapıldı mı, kapılmadı mı?
Bu çok önemli bir sorudur. Çünkü bir insan sürekli kendini haklı, âlemi sürekli haksız görürse, olup biten iyi şeylerin tamamının kendinden neşet ettiği ve kötülüklerin hep başkasının eseri olduğu duygusunu yaşar, söz ve fiillerinin kaynağını böyle bilgi ve hisler oluşturursa, o zaman bütün yollar sürekli ya hastaneye çıkar, ya karakolda biter.
Aynı şey bütün taraflar için geçerlidir ve Türkiye’de onlarca yıldır olup biten de bundan başka bir şey değildir.
Kim kalbur kasnağının kenarına bassa suçu kalburda, kalburun sahibinde, kalburu oraya koyanda bulmakta, bir gün bile olsun, “Yahu ben de keşke önüme baksaydım” diyen çıkmamaktadır.
Meselâ siz, bir gün bile olsa masum insanları cayır cayır yakarak toplu taşıma araçlarını tabut haline getiren caniler için, “Bu insanlığa sığar mı!” tepkisi gösterdiniz mi?
Göstermediniz, aksine, “Demokratik haklarını kullanıyorlar” dediniz.
Keşke biraz “sağduyu” sahibi olabilseydiniz. İnsanları canlı canlı yakanlara destek vererek toplumun ve sağduyunun burnunu sürekli kırdınız. Elbette sizin bu tavrınız Samsun’daki hadiseyi “alçakça” diye nitelememizi engellemez, engellemeyecek.
Ama biliniz ki ne zaman Ahmet Türk’ü görsek aklımıza Samsun’daki o çirkin hadise gelecek ve yine ne zaman bir caninin gerçekleştirdiği bir Molotof saldırısının ardından sizi televizyonlarda, “Demokratik hakkını kullanıyor” derken izlesek..
Ekranları başındaki milyonlarca kişinin eli gayriihtiyari burunlarına gidecek.
Kırılmasın diye!
Oysa senin burnun benim burnum, benim burnum senin burnun.