Ahmet Hakan'ın parmak bastığı husus!
Ahmet Hakan bir polemik yazısında şunları söylüyor: “Benim ’Şeriat devleti’ ya da ’İslam Devleti’uygulamalarına yönelik en temel itirazım nedir biliyor musunuz?
“Şeriat Devleti”nin ya da “İslam Devleti”nin başında bulunan adamlar, sonuç olarak “göksel buyrukları” hayata geçirmiş olmuyorlar.
Şeriat Devletinin başındaki adamlar, aslında o ilahi buyruklardan neyi anlıyorlarsa işte onu hayata geçirmiş oluyorlar. Bu da “dinin tek bir yorumu”nun, tüm topluma dayatılması anlamına geliyor. Adamlar devlet idare ederken “Allah böyle emrediyor” diyerek muazzam bir dayanak elde etmiş oluyorlar. Sıkıysa muhalefet et böyle bir devlete” (8 Şubat 2008 Hürriyet Gazetesi).
Hakan’ın bu eleştirisi üzerinde ciddi bir biçimde durmak gerekir. Kuşkusuz bu yalnız din devleti konusunda değil, demokrasi, insan hakları, Atatürk vb. konularda da geçerlidir. Bakın son zamanlarda “Hangi” diye başlayan onlarca kitap yayınlanıyor. Bunu ilk başlatan da Atilla İlhan’dı. Hangi Küreselleşme? Hangi Sağ? Hangi Sol? Hangi Batı? vb. Bu günlerde Taha Akyol da “Ama Hangi Atatürk?” diye bir kitap yayınladı. Bütün bu çalışmaların ciddi ve haklı gerekçeleri vardır. Herkes aklının alabildiği, gözlerinin görebildiği ya da mantığının kavrayabildiği kadarıyla olguları değerlendirebilmektedir.
Aynı şey dini anlayışlar için de geçerlidir. Bu nedenledir ki Suudi Arabistan’da Vahhabilik anlayışı çerçevesinde şeriat uygulayan kral, Kuran’ın ya da İslam’ın değil, gerçekte kendi algısının icraatını yapıyor. Taliban yönetiminin uyguladığı sözüm ona “şeriat” da aynı defolarla yüklüdür. Bugünün İran’ı da kendi anlayışına göre bir şer’i hükümler devletidir. Kaddafi’ye sorarsanız “Yeşil Kitap” ile uyguladığı devlet yönetiminin İslam’ın bizzat özü olduğunu söyleyecektir.
Boynunda asılı Kuran’ı Kerim ile Haricilerin eline düşmüş bir sahabenin Hz. Ali için “Ali, Allah’ı sizden daha iyi bilir ve dinindeki ittikası (günahtan sakınması) sizden daha ziyadedir, görüşü de sizden daha açıktır” şeklindeki sözleri üzerine kendisine “Boynundaki asılı kitap seni öldürmemizi emrediyor” diyerek onu “koyun boğazlar gibi boğazladıklarını” dönemin tarihini okuyanlar bilir. Bu Harici, Kuran’ı cinayetinin aracı yapıyor. Ama ona sorarsanız “şeriat”ı uyguluyor. Demek ki Türkiye’de “Kuran’daki İslam” kitapları boşuna yazılmıyor.
Kırgızistan’da bir profesör bana “Eskiden Marksizm/Leninizm vardı! Din ihtiyacımızı, dinsizlik ihtiyacımızı karşılardı. Şimdilerde ne din var ne de dinsizlik. Bize hangi İslam’ı önerirsiniz?” demişti.
Toplumsal, ekonomik, coğrafi ve tarihi farklılıkların İslam’ı anlama ve uygulama konusunda da ne kadar farklı yaklaşımlar yarattığının herkes farkındadır.
Kuşkusuz işin bir tarafı budur. Daha doğrusu samimi olan iman sahibi adamlar böyle algı ya da yanılgı içinde olabilirler. Kendisini inancına adamış adam “ben böyle anlıyorum, herkes de böyle anlamalı ve dolaysıyla da benim anladığım gibi amel etmelidir” diyebilir. Ancak bir de olgunun diğer yönleri vardır.
Herhangi bir inanç ya da kutsal, herhangi bir cemaatin, şeyhin, müridin, tarikatın ya da siyasetin algısına, izanına indirgenemez! Asil davaların her zaman rezil uygulayıcıları olabilir. Hele hele onlarca madde ve mana kralının kişisel iktidarı ya da çıkarı için yaptıkları tarihi tecrübelerle sabitken aynı hatalara düşülmeyeceğini düşünmek anlaşılamaz bir şeydir.
Bu dünyadan yüzlerce yıldır her türlü dini, insani ve ahlaki değeri gözünü kırpmadan kullanan onlarca etki ve yetki sahibi resmi geçit yapar gibi gelip giderken, olanı biteni hâlâ anlamamak çok hazindir. “Allah böyle emrediyor” deyip kendi “heva ve hevesini” Allah’ın emri olarak sunanlara herkesten çok gerçek inanç sahipleri karşı çıkmalıdır!