Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Adnan İSLAMOĞULLARI
Adnan İSLAMOĞULLARI

Ahlâkın düşüşü...

‘Güzel ahlâkı tamamlamak için’ gönderildiği toplumda ’Hanif’lerdendi... Herkesin babasının adıyla anıldığı o toplumda onun adının önünde ‘Emin’ sıfatı vardı... Müslümanı, “Elinden ve dilinden’ emîn olunan olarak tanımladı... ’Birbirinizi namazınızla değil, şu üç şeyle imtihan ediniz; sır verdiniz ifşâ etti mi, yola çıktınız sizi yarı yolda bıraktı mı, emânet verdiniz emânete sâhip çıktı mı?”...
Onun ardında bıraktığı ilkelerine sadâkat, onu ardından yaşamaktı...
Onu ardından yaşamak, vazifesinin ceninin anne karnında kaç günde teşekkül ettiğini bildirmesiyle, yemeğe tuz ile başlamasıyla, namazda teşehhüd miktarınca oturduğunda sağ el işâret parmağını kaldırmasıyla, sakalıyla, sarığıyla değil, kul hakkından korkan bir doğruluğun, komşusu açken tok yatılamayan bir vicdânın, kızına, gayrimüslim komşusuna kurban eti vermediği için sitem eden bir adâletin, “Hristiyanların İsa’ya yaptığı gibi siz de beni övmeyin” diyen bir tevâzuun, altına serilmek istenen bir şilte için, “Benim dünya ile ne ilgim olabilir?” diye soracak kadar mahfiyetkârlığın idrâkiyle mümkündü; “Hiç idrâk etmez misiniz?” diye soran kitabın mübelliğiydi o...
Ardında, malının tamamını infâk eden ve “Ailene ne bıraktın?” sorusuna, “Allah ve Râsûlünü bıraktım” diyen Ebû Bekir’i, şahsî işlerinde devletin mumunu söndürüp kendi mumunu yakan Ömer’i, bıraktı...
“Âlimler enbiyânın vârisleridir” dedi...

***

Şâir, “Her şey çürüyor canım kardeşim bu dünyada, hâtıralar bile” diyor...
Artık Müslümanların yeni şeâiri var; yeni özellikleri, yeni kimlikleri, yeni ayırt edici özellikleri...
“Müslümanlar her şeyin en iyisine lâyıktır” diyorlar, doymak bilmez iştihâlarını, hırslarını, mal düşkünlüklerini bunun içine sığdırıyorlar ve ne aç komşudan haberdarlar, ne kul hakkından, ne devlet malının nâmusundan...
Müslümanlar dün ‘kahraman’ dediklerine bugün ‘hain’ diyorlar, dün ‘kahraman’ dediklerinin mâruz kaldıkları haksızlıklara, hukuksuzluklara ‘adâlet’, bugün o ‘kahraman’ dediklerinin uygulamaya ancak teşebbüs edebildikleri hukuka ‘mağduriyet’ diyorlar, ‘küresel su-i kast’ diyorlar, ‘küresel operasyon’ diyorlar...
Müslümanlar artık, yıllarca birlikte yol yürüdüklerine ‘akrep’ diyorlar, ‘yarasa’ diyorlar...
Müslümanlar artık, hırsızlıktan, yolsuzluktan, yalandan, iftirâdan, şantajdan, gıybetten, koğuculuktan, fitneden, fısktan, yani mahşerden korkmuyorlar...
Müslümanlar artık ahlâkın dinin ayrılamaz bir parçası olduğu fikrinden kendilerini âzâd etmişler, ahlâksız bir dindarlığın, ahlâksız bir hayatın, ahlâksız bir idârenin, ahlâksız bir ibâdetin, ahlâksız bir muâşeretin, ahlâksız bir ticâretin, ahlâksız bir siyâsetin, ahlâksız bir ilmin, ahlâksız bir hayatın içinde dinin şekline, şeklî muâmelâtına, bala yapışan sinek gibi yapışıyorlar ve huzur içinde yaşamaya devam edebiliyorlar...
Rüşvet, haram, kul hakkı, yetim hakkı, devletin malı, komşuluk hakkı, mahşer, mizan hayatın hiçbir ânını belirleyemiyor, hayatın hiçbir ânına sirâyet edemiyor...
Sırtına 40 yıllık fıkıh disiplini, fıkıh tecrübesi yükleyenler gazete köşelerinde rüşvete, yani kul hakkının yenmesine, yani yetim hakkının yenmesine, yani harama fetvâ veriyor...
Sırtına 40 yıllık hadis ilmî yükleyen Diyânet’in tepesindekiler susuyor, sürülme endişesi yaşayan memurlar gibi sükût ederek, görmezden gelerek, duymazdan gelerek devlet malının talanına, yani kul hakkının yenmesine, yani yetim hakkının yenmesine, yani harama çanak tutuyor...
Müslümanlarn politik âidiyetleri, ideolojik aidiyetleri, câmia âidiyetleri ortada ne ölçü, ne mizan, ne mahşer korkusu, ne haram korkusu, ne Fırat’ın kenarındaki koyunun âkıbetinden endişe bırakıyor, Müslümanlar hak ve hukukun safında değil, merhametin ve vicdânn safında değil, adâletin safında değil, sırat-ı mustakîmin safında değil, helâlin safında değil, ahlâkın safında değil, âidiyetlerinin ve menfaatlerinin safında hizâlanıp el bağlıyorlar...
Müslümanlar, karşılıklı olarak dualara değil lânetleşmeye güzergâh tâyin ediyorlar, dualara değil, beddualara âmin diyorlar...
Ahlâkın birincil kaynağı din iken, ahlâk düşüyor, dine dâir değerler örseleniyor, Müslümanın kendinden emîn olunan insan vasfı düşüyor...
Bir düşüklük bütün ülkeyi sarıp sarmalıyor, metastas yapıyor ve süratle bünyeye yayılıyor...
Bir simya ameliyesi gibi, ahlâk dinden ayrışıyor, ahlâktan mahrum bir din ve dinî değerler manzûmesinin ve bunların biricik muhatabı olan ‘dindar insan’ın gönüllerde ve vicdanlardaki karşılığı kirleniyor...
Peki kâtil kim? Yine evin uşağı mı?

Yazarın Diğer Yazıları