Ahlâk, iktidar ve insan
Kendini tanımaya en az zaman ve kaynak ayıran bir yaratıktır insan. Onun için de ilişki kurduğu her yaratıktan daha az kendini bilen bir varlıktır, insan. İnanılmaz derecede zengin bir doğa, bu doğanın üzerinde harikanın da üstündeki mahlûkat çeşitliliği ile ekonomik girdap insanı kendisi üzerinde düşünmeden alıkoyuyor gibi. “Göz kendini görmezmiş” sözü insan ve insanlık için iki kat daha doğru. Güneşi, ayı, yıldızları, deniz dibi yaratıkları binbir çeşit özelliği ile en ince ayrıntısına kadar öğrenmeye çalışan insan sıra kendisine geldiğinde apışıp kalıyor. Onun için insan hâlâ kendisi için “meçhul” olmaya devam ediyor.
Özgür fizik, köle ruh!
Çok önemli ile önemli arasındaki farkın insanlık yönünden herhangi bir değeri yok. Anı yaşamak, sızıyı dindirmek, açlığı gidermek uğruna gelecek, sağlık ve huzuru rahatlıkla feda etmek sıradan bir olay halini almıştır. İnsanlığa zenginlik ve konfor sağlayan zekânın zaferleri karşısında, manevi değerler doğal olarak düşerken akıl, dini inançları da silip süpürmüştür. Sonuç olarak aklın çapı kadar büyüme ya da küçülme dönemi açılmıştır. Hatta aklı kullanabildiği kadar bir kişinin insan olabileceği, modern düşüncenin odağına oturmuştur. Kendi ürettiği teknolojinin yüksek seviyedeki gelişimi ile geleneksel inanç ve değer yargıları arasındaki uçurumun kapanamayacak ölçüde büyümesi insan oğlunun çağdaş bunalımını tetiklemiştir. Artık bir fabrikada veya büroda çalışmak, tarlada çalışmaktan daha az yorucu olmaya başlamış ve modern evler rahatı ve değişmeyen bir hayat sağlamaya başladı. Böylece bireyin fiziği eskiye oranla özgürleşirken zihni daha da bağımlı hale gelmiştir. Düşünmenin dayanılmaz ağırlığı altında ezilen sıradan insan kendi nam ve hesabına düşünecek insanlar aramaya koyuldu. Zahmetin azalması ve rahatın artmasından başka, insanlar artık hiç yalnız kalmamak, şehrin devamlı eğlence yerlerine gitmek, büyük kalabalıklara katılmak ve hiç düşünmemek imkânına kavuşmayı da memnuniyetle karşıladılar.
Siyaset, zekâ, ahlâk!
Alexis Carrel’in ifadesiyle “çağımız medeniyetinde birey, oldukça büyük ve hayatın pratik tarafına yönelmiş bir faaliyetle, bilgisizlikle, bir çeşit kurnazlıkla ve içinde bulunduğu çevrenin derin bir şekilde etkilenmesinden doğan zihni bir zaaf ile karakterini buluyor. Ahlâki temeller olmayınca zekâ da çöküyor görünmektedir” .
Zekâ önemlidir ama ahlâk ondan da önemlidir. Siyaset ile ahlâk birbirine dost kavramlar değildir, birbirlerini de tamamlamazlar. Bu nedenle siyaseti ahlâkileştirmeye kalkanlar hiç farkına varmadan ahlâklarını siyasileştirebilirler.
Siyaset, genelde iktidar açlığı çekenlerin mesleğidir. Bazı insanlar diğer insanların kaderini belirleme, emretme ve yönetme duygularının esiri olarak siyasete yönelirler. Bu tür insanları kamil anlamda tanımak için, o insanın sahip olduğu iktidarın derecesine bakmak gerekir. İktidara sahip olmayan insanlar genelde iyi görünürler. Gerçekte iyi olup olmadıkları ise iktidara yani belirli bir güce sahip olduklarında anlaşılır.
İktidar aşkı!
Bertrand Russel’e göre iktidar aşkı, insan doğasının bir parçasıdır, oysa iktidar felsefeleri, ince nitelikleri ile herkes tarafından kolay kolay görülmeyen birer deliliktir. Vesikalı deliler, davranışları eleştirildiği zaman, şiddete başvurma eğiliminde olduklarından, tımarhaneye kapatılırlar; vesikasız delilere ise güçlü orduların komutası teslim edilir, bunlar da böylece, ellerinin erişebileceği bütün akıllıları öldürebilme, onları türlü felaketlere düşürebilme olanağına sahip olurlar. Deliliğin edebiyatta, felsefede ve siyasette başarı kazanması, çağımıza özgü tuhaflıklardan biridir; deliliğin başarı kazanan biçimi de hemen hemen tamamıyla, iktidara yönelmiş güdülerden hareket eder.
Hiç olmazsa ruhları sükûnete ulaştırması beklenen Ramazan ayında ahlâkın siyaset ve iktidar duygusuna feda edilmemesi gerekir. Unutmamak gerekir ki bir avuç sükunet bin kavgaya bedeldir.