Ah bir cezai ehliyeti olsa
Kimi terörle mücadelede “efsane”ydi, kimi Kardak’ta “kahraman”... Kimi Öcalan’ı sorguya çekmişti, kimi NATO’yu hizaya... Ve fakat Kıdemli Albay Tayfun Uzbay’ın neden tutuklandığını bir türlü anlayamamıştım.
Sonra dün;
- Bunlarda ne insanlık ne vicdan var...
- 77 milyonun yüzüne tükürmesi gereken insanlar...
- Terbiyesiz...
- Şehitlerimize hakaret ettiler..
- Allah’ın iradesini kendinde görecek kadar aşağılıklar...
- Akılsız, densiz adamlar...
- Yalancının mumu yatsıya kadar yanar...
- Bizden kimseye zarar gelmez...
Dınk...
Anladım.
Ona söylemesi gerekenleri, o karşısındakine söylüyor ya ısrarla... Ne kadar kusuru, hatası, yanlışı, günahı, suçu varsa zeytinyağı gibi üste çıkıp başkasına mal ediyor ya... Kendisine yakıştıramadıklarını başkalarının boynuna asıyor yafta yafta... Ve başkalarının “güzel huyları”nı kendininmiş gibi giyiniyor ya lafta... “İşi bilenler”den kopya çektim; “yansıtma psikolojisi” diyorlar buna. Bir tür “savunma mekanizması”; hastalıklı. Paranoya “paralelinde” ruhsal bozukluk kabul ediyor zaten tıp da.
Kıdemli Albay Tayfun Uzbay “tıp profesörü”ydü aslında. Kariyerini “şizofreni”yle mücadeleye adamış; hayli de yol almıştı!
Kurabildiniz mi şimdi illiyet bağını!
Tedaviden kaçıyor zahir bizim ki; ondan hapsetti “bilim”i!
“Cezai ehliyet”i varsayıldığı an hesap vermek zorunda tabii; böyle elini kolunu sallaya sallaya dolaşabilir mi?
Yakında mezar taşlarını da yasaklar
“Karıştı”, “çatıştı”yla izah diyorlar Uğur Kurt’un ensesine saplanan kurşunu. Polis silahından çıktığı ispatlanırsaymış... Gösterilerle ilgisi olmadığı anlaşılırsaymış...
Polis kurşunu olmasa ne fark eder?
Siz “devlet” olmayı tamamen yanlış anlamışsınız beyler?
“İyi vatandaşı”nı “kötü polis”ten korumak değildir devletin görevi. “Devlet” in görevi, iktidara göre “iyi” ya da “kötü”, “makbul” ya da değil hiç fark etmez, her bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının “dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve hürriyetleri”ni kendisi dahil herkesten korumak; geliştirmektir.
Bunların başında “kişi hürriyeti ve güvenliği”; “yaşam hakkı” gelir (TC Anayasası, Madde 19) Bırakın Okmeydanı’nı, molotoflu provokasyonu vs., savaş halinde bile “devlet” savaş hukuku kapsamındaki ölümler dışında vatandaşının “can güvenliği”nden sorumludur. (TC Anayasası, Madde 15)
Her bir vatandaş “yerleşme ve seyahat hürriyetine sahiptir”. (TC Anayasası, Madde 23) 1 Mayıs’ta Taksim’e de gider... 19 Mayıs’ta Samsun’a da çıkar... Cemevine cenazeye de katılır... Fırına ekmek almaya da yollar çocuğunu.. Devlet “cinayet”e, “sokağa çıkmasaydı” diye bir mazeret üretemez... O sokağı “çapulcu” için de, “TGB”li için de, “Alevi” için de aynı derecede huzurlu ve güvenli kılmak devletin temel vazifelerindendir.
Bu hak ve hürriyetleri kullanırken herkes siyasi düşünce, dil, inanç, mezhep vs. ayırt edilmeksizin eşittir. (TC Anayasası, Madde 10) Yani “gezici”ye başka, “Alevi”ye başka, “taşeron”a başka, “işçi”ye başka, “hayırsever işadamı”na başka, “para sıfırlayıcılara” başka, maden ocağında “gariban sıfırlayanlara” başka, “kalem oğlanı”na başka hukuk uygulayamaz devlet! Hepsini birbirinden, hepsini kendinden, hepsini gerekirse Başbakan’dan korumak ZORUNDADIR!
Biber gazından dumura uğramakla da ilgili olabilir ama evet; “diktatörlük” tanımlamıyor bu tabloyu.
Yolu evet despotluğa, gaddarlığa, acımasızlığa, merhametsizliğe, insafsızlığa, tiranlığa çıkıyor ama “katil” yazmıyor hiçbir sözlükte “diktatör”ün karşısında!
Şahit olduğumuz şey “katliam” oysa;
Kim vurduya gitti say; bitsin!
“Ölmüştür geçmiştir...” kapat, gitsin!
“Tören” ne ki; mezar taşlarını da yasaklar yakında;
Ölülerinizi kutsamayınız, kaybolup gitsinler toprakta!
Fıtratı müsait buna!